22 Aralık 2006 Sayı: 2006/50 (50)
  Kızıl Bayrak'tan
   Seçimler, rant kavgası ve işçi sınıfını bekleyen seçim...
  İşçi-memur elele, mücadeleye!
  Anayasa Mahkemesi GSS Yasası’nı sadece “kamu görevlileri” yönünden iptal etti…
  Cevahir’deki işkence açığa çıktı, ya diğerleri!..
Porno operasyonlarının asıl hedefi devrimci faaliyettir...
Asgari ücret mi, askeri ücret mi? - Yüksel Akkaya
Gençlikten...
 Erdal Eren anmalarından...
  6. ayında günlük Kızıl Bayrak sitesi...
  19 Aralık katliamı unutulmadı, unutulmayacak!
  Emperyalist/siyonist güçler Filistin’de iç savaşı kışkırtıyor!..
  İran: Emperyalistler arası çekişme arenası
  “Yeni” sendikal anlayış ya da faşist hareketin yeni tuzakları - Yüksel Akkaya
  Türk-İş Başkanı Salih Kılıç patronlarla boy gösteriyor!
  Haklarımızı kazanmak için ölümüne direnmeliyiz!
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

 

Cevahir’deki işkence açığa çıktı, ya diğerleri!..

Çocuklarımızı güvenceye almak için sosyalizm!

Önce bir genç, hemen ardından da küçücük bir çocuk öldü. Düzen medyası daha Cevahir Alışveriş Merkezi’ndeki bu ölümlerin reytingini kıramadan, bu kez, yine aynı ticarethanedeki özel güvenlikçi terörü gündeme oturdu. Güvenlik elemanlarının küçük bir çocuğu tekme-tokat ve de kalın bir sopayla döverken çekilen görüntüleri ekranları kapladı.

Küçücük bir kız çocuğunun iri-yarı 3 erkek güvenlikçi tarafından kıyasıya dövüldüğü görüntülerin yayımlandığı aynı saatlerde, evlerimizde zavallı çocuğun yalvarışları-haykırışları yankılanırken, burjuvalar, bir alışveriş çılgınlığıyla Cevahir ve benzeri merkezlere koşmaya devam ediyordu. Körpecik bir gencin, minnacık bir yavrunun parçalanmış cesetleri eşliğinde de sürdürmüşlerdi bu çılgınlığı ve günlerce evlerimizi işkencehaneye çeviren dayaklar atılırken, çocuk haykırışları yükselirken de...

Vicdanları vicdansız bir sistem tarafından yok edilmiş aynı kör kalabalık, özel güvenliğin üniversitelerde estirdiği teröre de aynı kör duyarsızlıkla, hatta daha da ötesi, bu terörü onaylayan bir ‘duyarlılıkla’ yaklaşmaktaydı. Polis-özel güvenlik işbirliğiyle üzerlerinde terör estirdiği üniversiteli gençliği ‘terörist’ olarak yansıtan düzenin kurma bebekleri gibiydi hepsi. Oysa aynı merkezde çalıştığı süre içinde böyle pek çok olaya tanık olduğunu, alt katta bazı soyunma odalarının adeta işkencehaneye çevrildiğini, bu odaya yürüyerek girip, yüzü-gözü kan içinde çıkan, yaşlı-genç-çocuk, kadın-erkek pek çok insanın bulunduğunu iddia eden bir itirafnameyi ekranlara taşıyan özel güvenlik görevlisinin anlatımları, kurbanların bu aynı kör kalabalığın arasından seçildiğini açıklamaya yetiyordu. Yarın, merkeze birlikte geldiği arkadaşı da işkence odalarına çekildiğinde, aynı duyarsızlıkla alış-verişine, yeme-içmesine devam edeceği aşikar olan bu insan suretleri çürüyen sistemin toplumu ne hale getirdiğinin de canlı kanıtlarını oluşturmaktadır.

Gerçi kapitalist sistemin gözünde insanın bir hiç olduğu, asıl olanın üretim, ticaret veya her türlü yoldan para kazanmak olduğu biliniyor. Ancak, ticaretin bekası uğruna şiddetin küçücük çocuklara bile yöneltilebildiğini gösteren Cevahir’den yansıyan son kamera görüntüleri, işin artık tümüyle kontrolden çıktığını, sistemin tümden çıldırdığını kanıtlıyor. Cevahir’deki rezaleti kimse ‘münferit’ göstermeye kalkmasın. Çünkü özel güvenlik yasa ve uygulamasını çıkaran Cevahir değil, çürüyen bu düzenin çeteleşen devletidir. Elbette böyle yasaları ve uygulamaları isteyen de Cevahir ve benzeri kapitalistlerdir. Elbette, devletin çeteleşmesi, onun sahibi konumundaki kapitalist sınıf ve düzenin suçudur. Fakat suç, Cevahir ve Cevahir’in güvenlik elemanlarına özgü, onlarla sınırlı bir olay değildir.

Olayı, çocuğa karşı işlenen suçlar ana başlığında genişletmeye kalktığımızda, sistemin nasıl da ağır bir sorumluluk ve suç altına girdiği daha iyi anlaşılacaktır. Küçük bir bebeğe yönelik tecavüzle gündeme taşınan çocuk pornosu (ki uzunca bir süredir önemli bir kapitalist sektör halinde çalışmaktadır), devlet okullarında ve yurtlarında tacizden tecavüze, kaba dayaktan işkenceye, hatta fuhuşa kadar çocuklara yönelen şiddet; sokak çocuklarının durumu; çocukları korumaya yönelik hiçbir yasanın çıkarılmaması, kuruluşun örgütlenmemesi... Bunların tümü, kapitalist sistem ve devletin çocuklara karşı işlediği suçları anlatmaktadır. Konuyla ilgili eylemsizlik bile devlet için başlı başına bir suç oluşturur.

Sermayenin devletinde korumasız herkes gibi, çocuklar da, sömürü için bulunmaz malzemeden başka bir şey değildir. Fakat elbette bu, burjuvaların değil, işçi ve emekçilerin çocukları için geçerlidir. Devlet okullarında okumaya mahkum olanlarla hiç okumamaya mahkum edilenler, kimi yerde Cevahir’de olduğu gibi güvenlik elemanlarının, kimi yerde pis burjuvaların izbe atölyelerinde olduğu gibi ustabaşlarının, kimi yerde deprem felaketinde yaşandığı gibi organ mafyasının saldırısı altında, sağ kalabilirlerse eğer, büyümeye çalışıyorlar. Atölyelerde binbir küfür ve hakarete, çoğu zaman dayağa maruz kalıyor, üç kuruş ücret karşılığında iliklerine kadar sömürülüyorlar. Sokaklarda çalışmak zorundaysalar daha büyük ve daha ciddi tehlikelerle boğuşmaları gerekiyor. Porno tacirleri elinde örseleniyor, belki de öldürülüyorlar. Organ mafyası tarafından kaçırılıp doğranıyor, organları çalınıyor, kanlı kapitalizmin bu karanlık sektörünü besliyor, kara paralarını çoğaltıyorlar.

En çok işçi ve emekçilerin, yoksulların çocukları devletin ve sistemin saldırılarına açıksa, çocukların korunması da en fazla ve herkesten önce işçi sınıfı ve emekçilerin görevidir. İşçi sınıfı, çocukları kapitalizmin şiddetinden, taciz ve tecavüzünden koruyabilmek için kapitalist sistemi bir an önce ortadan kaldırmalıdır.


Maliye Bakanı işçilerle alay ediyor

Hükümet 2007 Bütçe Yasası’nı meclisten geçirmeye uğraşıyor. Söz konusu yasa bütçe kaynaklarının büyük kısmının borç ve faiz ödemelerine ayrılmasını, yükün ise işçi ve emekçilerin sırtına bindirilmesini öngörüyor. İşçi ve emekçilerin yararlanacağı yatırım ve hizmetlere ise “adet yerini bulsun” türünden ödenekler ayrılması söz konusu. Yani bütçe işçi ve emekçilere dönük bir saldırı niteliğinde.

Böyle bir saldırı yasasını meclisten geçirmeye çalışan hükümet, seçimler yaklaştığı için bir taraftan da işçi ve emekçilere şirin görünmeye çabalıyor. Hükümet üyeleri emekçilerin gönlünü okşamak için olmadık açıklamalar yapmakta adeta yarışıyorlar. Geçenlerde Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplantısında Çalışma Bakanı kendi dönemlerinde asgari ücreti ne kadar da arttırdıklarını anlatıp duruyordu. Kuşkusuz söyledikleri kaba bir çarpıtma ve yalandan ibaretti. Şimdi bu yalan ve çarpıtma kervanına Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın da katıldığı görülüyor.

Kemal Unakıtan, Türkiye’deki “gelir dağılımında açık bir iyileşme olduğunu” öne sürüyor. Mecliste bir milletvekilinin soru önergesini yanıtlarken söylediklerine bakılırsa, 2002 yılında (yani AKP hükümetinden önce) Türkiye’de en üst yüzde 20’lik gelir grubunun ulusal gelirden aldığı pay yüzde 54.9’muş. Bu oran 2004 yılında yüzde 46.2’ye düşmüş. Buna karşılık en alt yüzde 20’lik gelir grubunun aldığı pay yüzde 4.9’dan yüzde 6’ya yükselmiş.

İstatistikleri derleyen TÜİK, yani sermayenin çıkarları doğrultusunda uydurma veri hazırlamakla görevli bir devlet kuruluşu. Açıklamayı yapan ise Kemal Unakıtan; yani adı yolsuzlukla, rüşvetle, yalan dolanla anılan, neredeyse hiçbir sözüne inanılmayan, her sözünün arkasında hinlik olduğu bilinen bir bakan. Dolayısıyla insanın “gelir dağılımında açık bir iyileşme var” sözüne inanması için çok saf olması gerekiyor.

Zaten birkaç gün önce Birleşik Metal-İş Sendikası’nın yayınladığı bir çalışma da Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ı yalanlar nitelikte. Bu çalışma, asgari ücretin alım gücünün son iki yılda yüzde 14 oranında gerilediğini kanıtlarıyla birlikte ortaya koyuyor.

Resmi rakamlara göre 4 milyona yakın işçi asgari ücretle çalışıyor. Kayıt dışı çalıştırılanları da hesapladığımızda gerçek rakamın bunun çok üzerinde olduğunu, Kemal Unakıtan’ın “en alt yüzde 20’lik gelir dilimi” diye sınıflandırdığı insanların çok büyük bir bölümünün geçim şartlarının asgari ücretteki değişikliklere endeksli olduğunu söyleyebiliriz.

O halde sormak gerekiyor; asgari ücret, son iki yıldır yüzde 14 eridiyse, bu insanların ulusal gelirden aldıkları pay nasıl oldu da arttı?

Elbette böyle bir şey yok. Asgari ücretle geçinenlerin ulusal gelirden aldıkları pay artmamış, tam tersine ücretlerindeki erimeye paralel olarak azalmıştır. Rakamların çarpıklığının nedeni ise sermaye sınıfının elde ettiği gelirin daha büyük bir kısmının kayıtdışına çıkmış olmasıdır. Sermaye sınıfı, kendine tanınan imkanlar sayesinde mali işlemlerinin çok büyük bir kısmını kayıtdışı olarak yürütmektedir. Patronlar vergi kaçırmak için gelirlerinin sadece bir kısmını kayıtlı hale getirmektedir. İşçi ve emekçiler için ise böyle bir şey söz konusu dahi değildir. Her vergi beyanı döneminde gazetelerde görmeye alıştığımız “işçisinden az kazanan patronlar” şeklindeki haberler bunun ifadesidir. Dolayısıyla Maliye Bakanı’nın iftiharla söylediği “gelir dağılımında açık bir iyileşme var” sözlerini, sermaye gelirlerinin daha büyük bir kısmının kayıtdışına kaçtığı biçiminde yorumlamak gerekmektedir. Doğrusu da budur.

Sonuç olarak Kemal Unakıtan yalan söylemektedir. Fakat aynı zamanda yoksulluk ve sefalet içinde yaşamaya çalışan milyonlarca işçi ve emekçi ile açıkça alay etmektedir. Elbet bir gün yalanları yüzüne vurulacak ve hesabı işçi ve emekçiler tarafından sorulacaktır.