22 Aralık 2006 Sayı: 2006/50 (50)
  Kızıl Bayrak'tan
   Seçimler, rant kavgası ve işçi sınıfını bekleyen seçim...
  İşçi-memur elele, mücadeleye!
  Anayasa Mahkemesi GSS Yasası’nı sadece “kamu görevlileri” yönünden iptal etti…
  Cevahir’deki işkence açığa çıktı, ya diğerleri!..
Porno operasyonlarının asıl hedefi devrimci faaliyettir...
Asgari ücret mi, askeri ücret mi? - Yüksel Akkaya
Gençlikten...
 Erdal Eren anmalarından...
  6. ayında günlük Kızıl Bayrak sitesi...
  19 Aralık katliamı unutulmadı, unutulmayacak!
  Emperyalist/siyonist güçler Filistin’de iç savaşı kışkırtıyor!..
  İran: Emperyalistler arası çekişme arenası
  “Yeni” sendikal anlayış ya da faşist hareketin yeni tuzakları - Yüksel Akkaya
  Türk-İş Başkanı Salih Kılıç patronlarla boy gösteriyor!
  Haklarımızı kazanmak için ölümüne direnmeliyiz!
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

 

Seçimler, rant kavgası ve işçi sınıfını bekleyen seçim...

Sermaye düzeninin sonu gelmez seçim ve rejim krizleri

Yeni yıla günler kala Türkiye, bir kez daha bir “erken seçim” atmosferine girmiş bulunuyor. Bu noktada genel seçimlerin zamanında yapılıp yapılmaması bir önem taşımıyor. Şu andan itibaren seçimler sermayenin, dolayısıyla da toplumun gündemine girmiş bulunuyor.

Bir kez daha diyoruz, zira, “çok partili” parlamenter sisteme geçtiği 1946 yılından bu yana iktisadi ve siyasi krizler nedeniyle Türkiye’de seçimler, hep erken seçimler biçiminde tezahür etmiş, sermaye 60 yılda 59 hükümet eskitmiştir. Parlamentonun askıya alındığı yılları çıkarırsak, yılda bir hükümet demektir bu.

Sorunun bu biçimsel yanı, gerçekte derin toplumsal köklere sahip sorunların dışavurumunun olağan bir sonucu ve görünümünden ibarettir. Bu sonuç, en kestirme ifadeyle, ellerindeki tüm olanaklara rağmen bir avuç asalağın toplumu yönetmesindeki basiretsizliği gözler önüne sermektedir. Böyle olduğu için, gerek sermaye partileri arasındaki iç uyumsuzluk ve çıkar çatışmaları, gerek düzenin “artan iç ve dış tehdit” algılaması ve gerekse toplumsal muhalefetin yükselmesi nedeniyle tırmanan her siyasal krizi atlatmak için ya erken seçimler ya da darbeler gündemden hiç eksik olmamıştır. En olağan koşullarda yapılan seçimler bile rejim tartışmalarını beraberinde getirmiş, rejimin bekasının nasıl sağlanacağı tartışmaları seçimlerin odağı haline gelmiştir. Sermaye, parlamenter maskeyle işin içinden çıkamadığı her durumda çekincesiz bir biçimde orduyu-askeri faşist darbeleri devreye sokarak, rejime balans ayarı çekerek krizlerini aşmaya yeltenmiş ve ancak böylece yola devam edebilmiştir.

Kuşkusuz burada bizim için önemli olan, sermayenin “rejimin bekaasını sağlamak” ya da “istikrar” adı altında yürürlüğe koyduğu uygulamalarla, yeni hükümet arayışlarıyla gerçekte işçi ve emekçilere dönük kapsamlı saldırıların önünü döşemiş olması, sonu gelmez krizlerini ancak ciddi hak gasplarıyla ancak bir süreliğine ve bir nebze olsun hafifletebilmiş olmasıdır.

Bu kez de erken genel seçim tartışmalarının gerisinde henüz yeni yeni uç veren bir “kriz” var. Ve bir kez daha cumhurbaşkanlığı seçimi, erken seçim tartışmaları, darbe söylentileri ve rejimin bekaası tartışmalarıyla birarada, iç içe yürütülmektedir. Nihayetinde söz konusu olan emekçilerin sırtındaki bir deve güreşidir. Bu güreşte egemen sınıfların birbirlerine karşı gösterdikleri sopanın, eninde sonunda işçi ve emekçilerin sırtında patlayacağı ise hiçbir yanılgıya yer vermeyecek denli açıktır. Bu da işçi sınıfının olup bitenleri niçin izlemekle yetinemeyeceğini, niçin bir taraf olması gerektiğini anlatmaktadır.

Diğerlerinden farklı olarak halihazırda uç veren kriz, patlak veren bir ekonomik çöküntü, ya da hükümetin icraatlarından kaynaklı bir açık başarısızlıktan kaynaklanmıyor. Aksine, sermaye AKP’li yıllarda kasasını alabildiğine doldurmuştur ve doldurmayı sürdürmektedir. Bu yüzden de gerek meclisteki sayısal çoğunluğu elinde bulundurması, gerekse sermaye adına sayısız başarılı icraatın altına imza atması açısından bakıldığında, sermaye adına mevcut hükümeti zamanından önce değiştirmeyi gerekli kılacak bir neden bulunmuyor. Ne kadar yıpranmış olursa olsun AKP, hala da gücünü ve itibarını korumaktadır. Sermaye adına AKP’nin hala da bir kredibilitesi mevcuttur. Bu konumunu ise herşeyden önce yol açtığı onca yıkıma rağmen işçi ve emekçiler cephesinden ciddi bir toplumsal muhalefetle karşılaşmamış olmasına borçludur. Cumhuriyet tarihinin en uzun süre iş başında kalan hükümeti olma rekorunu kırmak üzere olan AKP bunun farkındadır ve gerçekte erken bir genel seçime gitmek gibi bir niyeti de yoktur. Fakat yine de kriz alametleri çoğalmakta, kriz tartışmaları gelip seçimlere dayanmaktadır. Zira AKP, en başından beri bir sorun olan dinsel eğilimlerini sürdürmesinden de öte, elindeki parlamenter çoğunluğa dayanarak Çankaya’ya çıkmaya yeltenmektedir. Rejimin bekasını sağlamakla birinci elden sorumlu olan iktidarın gerçek sahipleri ise bu eğiliminden geri adım atmadığı koşullarda AKP ile iplerin koparılması için düğmeye basmaya hazırlanmaktadır. Çünkü Çankaya, bir simge olmanın ötesinde, kendilerinin ifadesiyle, rejimin bekasının en temel güvencelerinin başında gelen bir kurumdur. Hiç kimse gerçek iktidar sahiplerinin oluru ve izni olmadan bu kaleye çıkamaz. Nitekim ordu kurmayları en başından itibaren Erdoğan’ın ya da yalnızca AKP tarafından belirlenmiş bir başka adayın Çankaya’ya çıkmasını, bir istikrar sorunu olarak da değil, doğrudan bir rejim sorunu olarak gördüğünü ve buna yeltenenlerin gardını buna göre alması gerektiğini ortaya koydu. “Son kale”, egemenlerin içlerine sinmeyen, fakat katlanmak zorunda oldukları hizmetkarlarına gösterdikleri tahammülün bittiği sınırı işaret etmektedir.

“Son kale”yi koruma savaşları ve AKP’nin seçimi

Bu açık tutuma rağmen AKP, geçen aylarda gerçekleştirdiği kongrede başbakan Erdoğan’ı, o da olmazsa belirlediği bir başka adayı Çankaya’ya çıkarmak istek ve eğilimini açık biçimde dışavurarak, Çankaya savaşını başlatmış oldu. Kıbrıs konusunda ilgili kurumların görüşlerini almadan son anda yaptığı açılımla beraber (Türkiye’nin bir havaalanı ve limanını Rumlara açma önerisi) öteden beri sürmekte olan bu gerilim, bir anda açık bir çatışmaya dönüştü. Böylece gerçek iktidar sahipleri ve onların arkasında saf tutan çevreler, AKP’nin bu eğilim ve isteğini kırmak için harekete geçtiler. Şimdi egemen sınıfların ve temsilcilerinin önünde bir an önce bu sorunu çözmek gibi temel bir sorun ve gündem var. Çözülmediği koşullarda bu krizin kendileri için faturaya dönüşeceğini söylemeye gerek bile yok.

Tümü de AKP’ye Çankaya yolunu kapamaya dönük bir dizi öneri arasında şunlar yer almaktadır: Erken seçime gidilmesi ve cumhurbaşkanının yeni hükümet tarafından seçilmesi; Cumhurbaşkanı Sezer’in görevinin Kasım seçimlerinin sonrasına kadar uzatılması; cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi; Erdoğan’ın başbakan olarak kalması ve cumhurbaşkanlığı için makul bir aday üzerinde uzlaşılması... Dillendirilen diğer seçenekler ise cumhurbaşkanının meclisi fesih yetkisini kullanması, muhalefet partilerinin meclisten topluca istifa ederek AKP’yi seçime zorlamasıdır.

Göründüğü kadarıyla sermaye ve ordu için en makul çözüm, kendilerinin de onay verdiği bir aday üzerinde uzlaşmaktır. Bunun Erdoğan olmayacağı ise açıktır. TÜSİAD, son birkaç gündür Erdoğan’a bu yönde telkinlerde bulunmakta, ancak bu koşulda kendisine olan desteklerinin süreceğini belirtmektedir. Keza cumhurbaşkanlığının görev süresinin uzatılması da makul bir çözüm gibi görünmektedir.

Fakat her durumda cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kazasız belasız atlatılması, ancak AKP’ye geri adım attırılmasıyla mümkündür. Zira, meclis aritmetiğine ve verili yasalara göre AKP’nin tek başına cumhurbaşkanlığını seçme hakkını kullanmasının önünde herhangi bir engel bulunmuyor. AKP döne döne elindeki bu yasal kozları öne çıkararak üzerindeki basıncı azaltmaya çalışıyor. Oysa ordu ve sermaye, şimdiden AKP’nin bu eğiliminde ısrar etmesi durumunda ellerindeki son kozlarını devreye sokmaktan geri kalmayacaklarının işaretlerini vererek AKP’ye ciddi bir basınç uygulayarak onu makul bir çözüme zorluyor. Bu, kozların devreye girmesi, AKP’ye karşı düzenin hukuk sınırlarını çiğnemeyi de göze alarak, açık bir yıpratma savaşı, bir meydan savaşı yürütmesi demektir.

Elindeki kozlar (yasal hak ve olanaklar, uşaklık yolunda daha fazla hizmet karşılığında emperyalist çevrelerden alması muhtemel destek vb.) ne kadar önemli olursa olsun, AKP’nin böylesi bir meydan savaşını kazanma şansı bulunmuyor. Dahası şimdiye kadarki siyasal tutumu, genel seçimler üzerinden yaptığı hesap ve beklentiler, böyle bir çatışmaya girmeyi göze alamayacağını göstermektedir. Bir dizi konuda (Kürt sorunu, türban, bazı kritik atamalar, yeni genelkurmay başkanının atamasının onaylanması vb.) yaşanan gerilimlerin açık bir çatışmaya dönüştüğü noktada hep geri adım atması, bu konuda da alacağı tutum konusunda yeterli bir fikir vermektedir.

Öte taraftan Çankaya’ya çıkması demek, bir anlamda genel seçimleri kaybetmeyi de göze alması demektir. AKP daha şimdiden bir blok olarak karşısına çıkmaya hazırlanan sermayeyi aşarak seçimleri kazanacak bir toplumsal dayanaktan yoksundur. Çankaya sevdası uğruna seçimleri kaybetmeyi göze alması ya da en azından iyice zora sokması demek, temsil ettiği islami sermaye kesimlerinin desteğini de riske atması demektir. Seçimi kaybetmesi demek ise, en başta Erdoğan ve “ağabey” dediği Unakıtan olmak üzere 60 kadar AKP milletvekili için raflarda bekletilen yolsuzluk dosyalarının bir bir açılması demektir. Erdoğan’ın Çankaya’da ısrar etmesi demek, AKP’li gerici güruhun tüm bu faturaları ödemeye hazır olması demektir. Celal Bayar ve Turgut Özal örnekleri, bu faturanın bununla da sınırlı kalmayacağının canlı örnekleridir. Derin devletle bağlantıları olan gazeteci sıfatlı bir şahıs, Çankaya’da ısrar etmesi durumunda başına gelecekler konusunda Erdoğan’ı şu cümlelerle uyarmakta, daha doğrusu tehdit etmektedir: “Hiç kimsenin başına gelmeyenler başına gelir diyorum. Özal’a yapılanlarla karşılaştırılamaz bile...” (Tuncay Özkan, 18 Aralık 2006, Vatan)

İşçi ve emekçileri bekleyen seçim:
Sınıfa karşı sınıf, düzene karşı devrim!

Sermaye iktidarının seçimi bellidir. Son kalesini kurtarmak için gerekirse AKP’yi tümden harcamayı göze alacak, bunun için gerekirse bir süre de olsa istikrasızlığa katlanacaktır. Çankaya’ya çıkmak için çırpınan AKP de bir seçim yapmak zorundadır. Görünen o ki, AKP cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerinden eninde sonunda makul bir çözüme ikna olacak, fakat bu arada yapacağı manevralarla, erken ya da zamanında, yapılacak genel seçimlere kadar elini güçlendirmeye çalışacaktır.

Sonuçta, söz konusu olan, egemenlerin işçi ve emekçilerin sırtında yaptıkları bir deve güreşidir. Kimin düşeceğinin, düşenin yerine kimin geçeceğinin hiçbir önemi yoktur. Zira sonuçta düşenlerin yerini başkaları almakta, bu oyun böylece sürüp gitmektedir. Taraflardan birinden yana olmak demek, bu oyuna ortak olmak, sömürüye ve soyguna destek vermek demektir. Eğer ortada taraf olunması gereken bir kavga varsa, bu, ezenle ezilen, sömürenle sömürülen, yani biz aşağıdakiler ile tepemizde rant kavgasına tutuşanlar arasındaki kavgadır. Saldırıları püskürtmenin biricik yolu budur.