22 Aralık 2006 Sayı: 2006/50 (50)
  Kızıl Bayrak'tan
   Seçimler, rant kavgası ve işçi sınıfını bekleyen seçim...
  İşçi-memur elele, mücadeleye!
  Anayasa Mahkemesi GSS Yasası’nı sadece “kamu görevlileri” yönünden iptal etti…
  Cevahir’deki işkence açığa çıktı, ya diğerleri!..
Porno operasyonlarının asıl hedefi devrimci faaliyettir...
Asgari ücret mi, askeri ücret mi? - Yüksel Akkaya
Gençlikten...
 Erdal Eren anmalarından...
  6. ayında günlük Kızıl Bayrak sitesi...
  19 Aralık katliamı unutulmadı, unutulmayacak!
  Emperyalist/siyonist güçler Filistin’de iç savaşı kışkırtıyor!..
  İran: Emperyalistler arası çekişme arenası
  “Yeni” sendikal anlayış ya da faşist hareketin yeni tuzakları - Yüksel Akkaya
  Türk-İş Başkanı Salih Kılıç patronlarla boy gösteriyor!
  Haklarımızı kazanmak için ölümüne direnmeliyiz!
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

 

Anayasa Mahkemesi GSS Yasası’nı sadece “kamu görevlileri” yönünden iptal etti…

Sermayenin saldırı cephesine karşı
işçi ve emekçilerin mücadele cephesi örülmelidir!

1 Ocak 2007 tarihinde yürürlüğe girecek olan Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun bazı hükümleri, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Mahkemenin iptal kararının içeriğine geçmeden önce, kısaca yasanın içeriğine ve yasanın bu sürece kadar izlediği yola dair kısa bazı hatırlatmalarda bulunmak yararlı olacaktır.

Bilindiği gibi bu yasa, işçi ve emekçiler üzerindeki sigorta prim yükünü artırıp emekli olmalarını güçleştirirken (doğrusu mezara havale ederken), sağlık haklarından yararlanmalarının önüne oldukça ciddi engeller koymakta ve sağlık hizmetlerine parasız ulaşma hakkını büyük ölçüde gaspetmekteydi. Bu gasp ve soygun yasası, düzen güçleri tarafından herkese sağlık hakkı verilecek, istenilen yerden sağlık hizmeti alınacak gibi yalanlar aracılığıyla cilalanarak işçi ve emekçilere yutturulmuştu. İşçi ve emekçilerin sınırlı ama giderek büyüyen muhalefeti dışında, herhangi ciddi bir engelle karşılaşmayan hükümet yasayı meclisten geçirmişti. Fakat Cumhurbaşkanı’nın vetosuyla yasanın önü geçici olarak kesilmişti. Cumhurbaşkanı vetosuna gerekçe olarak, yasanın sosyal adalet ve sosyal devlet ilkeleriyle bağdaşmamasını göstermişti. Bunun üzerine hükümet yasada (İMF’nin kendi patentini taşıyan bu yasa üzerindeki ısrarıyla da birlikte) veto engelini aşmak amacıyla herhangi bir değişiklik yapmadan yeniden meclisten geçirmişti. Ancak Cumhurbaşkanı ve CHP yasanın bazı maddelerinin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurarak sürecin bu biçimde devam etmesini sağladılar. Anayasa Mahkemesi de bu başvurular üzerine iptal kararı vermiş bulunuyor.

Mahkeme, yasanın bazı maddelerini usülden bozdu, milyonlarca insanın ölüm fermanını onayladı!

Anayasa Mahkemesi’nin açıklanan iptal kararları ilk anda işçi ve emekçiler tarafından büyük bir rahatlama duygusuyla karşılandı. Fakat, mahkeme kararlarının içeriğine bakıldığında görüldü ki, ortada işçiler lehine herhangi bir durum sözkonusu değil. Mahkeme yasayı, memurların diğer çalışanlarla aynı yasa kapsamına alınması yönünden iptal etmiştir. Ama bu, iptal kararının memur statüsündeki kamu çalışanları yararına bir sonuç doğuracağı anlamına gelmemektedir. Zira mahkemenin itirazı sadece kapsama ilişkindir, yoksa emeklilik yaşı ve diğer işlemler yönünde herhangi bir itirazı bulunmamaktadır. Durumu açıklamaya yardımcı olması bakımından eklemek gerekirse, Mahkeme Başkanı Haşim Kılıç’ın karara ilişkin açıklamasında; “Kuruldaki çoğunlukta bulunan arkadaşlarımız, kamu görevlilerinin emeklilik sürecinin ve emeklilikle ilgili işlemlerinin ayrı bir yasa konusu olduğunu ve bunun diğer sigortalardan farklı bir şekilde ayrı düzenlenmesi gerektiğini ifade ettiler. İptal kararı bu gerekçeye dayanıyor” demektedir.

Demek ki, Anayasa Mahkemesi’nin sorunu, yasanın sosyal yıkım, soygun ve gaspçı niteliğiyle ilgili değildir. Mahkeme’nin sorunu statüdür; kamuda memur statüsünde çalışanların (kamu işçileri değil) devlet görevlileri olmasından kaynaklanan farklılıklarının belirsizleştirilmesine yönelik bir itirazdır. Yani bu itiraz, kamu çalışanlarının, emeklilik ve diğer haklar bakımından diğer çalışanlarla aynı düzeyde olmasına ilişkin bir itiraz olmayıp sadece usule ilişkindir. Daha önemlisi, medyada yasanın iptal edildiği biçiminde kopartılan yaygaranın gürültüsü altında milyonlarca işçinin, onların bakmakla yükümlü oldukları çocuklarının ve dahası gelecek nesillerin sağlık ve sigorta hakkının gasp edildiği ve emeklilik hakkının mezara gömüldüğü gerçeği saklanmıştır. Çünkü Anayasa Mahkemesi yasayı “kamu görevlileri” yönünden bozarken, milyonlarca işçi ve emekçi yönünden onaylamıştır.

Hükümet, cumhurbaşkanı, mahkeme ve sendika bürokratları elbirliğiyle işçi ve emekçileri aldattı!

Diğer taraftan dikkat edilirse, Mahkeme’nin iptal ettiği maddeler ve gerekçeleri ile Cumhurbaşkanı’nın veto ettiği maddeler ve gerekçeleri birbirinden farklıdır.

Cumhurbaşkanı yasayı, sosyal adalet, sosyal devlet ve hatta kamu hizmetlerinin parasız niteliği gibi yönlerden veto etmişti. Oysa Mahkeme Cumhurbaşkanı’nın açtığı davada başka bir yöne sapmakta ve verdiği kararda veto gerekçeleriyle yakından uzaktan herhangi bir ilişki kurmamaktadır.

Bu durum, Cumhurbaşkanı ve CHP’nin sahtekarlığını ortaya koymaktadır. Zira, sonradan anlaşılmıştır ki, Cumhurbaşkanı ve CHP daha önce kamuoyu önünde açıkladıkları gibi sosyal adalet ve sosyal haklar bakımından değil, sadece “kamu görevlileri” yönünden dava açmışlardır. Dolayısıyla Mahkeme’nin kararına Cumhurbaşkanı’nın bu tutumu temel oluşturmuştur. Demek ki, Cumhurbaşkanı Sezer’in vetosu, işçi ve emekçiler nezdinde Sezer’in işçi-emekçi dostu imajını güçlendirmek ve özellikle de yasa karşısındaki mücadeleyi baltalamak amacına hizmet etmek üzere hazırlanmış bilinçli bir oyundan başka bir şey değildir. Öyle ki, bu oyun sayesinde yasa karşısında giderek büyüyen işçi-emekçi mücadelesi güçten düşürülmüş, işçi ve emekçiler yasaya karşı mücadele yönündeki ilgilerini yitirmişlerdir. Böylelikle Cumhurbaşkanı düzene bir kez daha soluklanma ve manevra yapabilme imkanı sağlamış ve milyonlarca insanın yaşamını ve geleceğini ilgilendiren bu kapsamlı yıkım yasasının önü sonuna kadar açılmıştır.

Gelinen yerde Cumhurbaşkanı’nın başrolü oynadığı bu oyun artık tüm boyutlarıyla anlaşılmış olmalıdır. İşçi sınıfı ve emekçilerin bu noktada çıkaracağı en büyük ders şudur: Düzen güçleri, kendi aralarındaki iç çelişki ve çatışmalar ne olursa olsun, düzenin bekası ve işçi-emekçilere dönük saldırılar sözkonusu olduğunda, tam bir ittifak ve uyum içerisinde hareket etmektedirler. Dahası, çelişki ve çatışmalarının oluşturduğu görüntüden bu amaçları doğrultusunda sonuna kadar yararlanmaktadırlar.

Bu noktada, mücadele alanlarını terkederek soluğu Çankaya Köşkü’nde alan ve Sezer’in sözde mücadelesine seyirci olan, işçi ve emekçileri de bu tutuma ortak eden sendika bürokratlarını anmak gerekiyor. Sendika bürokratları da düzen cephesinin temel unsurlarından biri olarak bu oyuna etkin bir şekilde katılarak saldırı yasasının geçirilmesinde büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Böylelikle hain ve sermaye uşağı kimliklerini tescillemişlerdir. Öyle ki, sendika bürokratlarının bu durumda “mücadele ettik ama başaramadık” gibi bir mazeretleri sözkonusu olamaz, çünkü ortada göz göre göre oynanan bir oyun ve aldatma vardır. İşçi ve emekçiler bu ihanet ve aldatılmanın hesabını sormak durumundadır.

Bu ferman mücadele yoluyla yırtılıp çöpe atılmalıdır!

İşçi sınıfı ve emekçiler açısından tüm bu gerçekler iyi anlaşılmalı ve gereken dersler çıkarılmalıdır. Açık ki bu derslerin en büyüğü; işçi sınıfı çözümü kendinde değil başkalarında ve dahası düzen kurumlarından aradığı ölçüde, yenilmeye ve daha büyük hak gasplarına uğramaya mahkum olacağıdır.

Bugün yapılması gereken, mücadeleyi yeniden örgütlemenin sorunlarına eğilmek ve bu doğrultuda gerekli adımları atabilmektir. Zira, yasa bu biçimde kesinleşmiş olmakla birlikte işçi ve emekçilerin onu kabul edip etmemek gibi bir seçenekleri her zaman vardır. Bu saldırı yasası sermaye sınıfının ve devletinin çıkarlarının bir ifadesi olarak işçi ve emekçiler nezdinde herhangi bir meşruluğa sahip değildir. Dolayısıyla, her kim onaylamışsa onaylamış olsun, işçi ve emekçiler mücadele ettikçe bu yasanın bir kağıt parçası olarak buruşturulup çöpe atılması işten değildir.

Günün görevi açık ve nettir: İşçi ve emekçilerin bundan sonraki mücadelesi, bu ölüm fermanının yırtılarak çöpe atılması yönünde geliştirilmeli, sermayenin saldırı cephesine karşı işçi-emekçilerin mücadele cephesi açılmalıdır.