03 Haziran 2006 Sayı: 2006/21 (21)
  Kızıl Bayrak'tan
  Sınıfın devrimci iradesiyle sürece yüklenelim!
  Eğitim-Sen yetkiyi kaybetti; Devrimci, militan bir kamu emekçileri
hareketi yaratmak için görev başına!
  Yüzümüzü kitlelere dönelim, fiili mücadeleyi yükseltelim!
  Danıştay’a saldırı komplosu kapatılmaya
çalışılıyor
  Savaş aygıtı NATO İran'ı hedef aldı
  “Zafer direnen emekçinin olacak!”
Desan direnişi havzada yeni bir sürecin önünü açtı!
İşçi-emekçi eylemlerinden...
Kartal Belediyesi işçileri GREV kararını
belediyeye astılar!
Muharrem Kılıçlar yeni bir satışa hazırlanıyorlar!.. Castleblair’de "D"İSK
Tekstil ihaneti sürüyor!
“D”İSK’in DİSK’e ihaneti: Sosyal diyalog! / Yüksel Akkaya
  Sosyal yıkım saldırısı ve sendikal ihanet / Orta sayfa
   Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu 1. Toplantısı Sonuç
Bildirgesi
  ODTÜ; Perinçek
ve çetesine gereken yanıt verildi!
  Fransa’da gençler yeniden hareketleniyor!
  L. Amerika:Bolivarcı alternatif güçleniyor
  Filistin’de gergin günler...
  İran’dan sonra Venezüella da
avroya geçişi tartışıyor
  TMMOB Genel Kurulu’ndan
yansıyanlar
  İÜ’de saldırılar devam ediyor!
  Ulus-Devlet üzerine kısa notlar...-1-
  Eylemlerden...
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Ulus-Devlet üzerine kısa notlar...-1-

M. Can Yüce

Ulus-devlet tartışması hep gündemde olageldi. Özellikle Kürt aydın ve siyasetçilerinin gündeminden hiç düşmedi. Bu konu her fırsatta tartışılıyor. Kimileri ulus-devlet gerçekliğinin artık zamanını doldurduğunu, yerini global bir yapıya bıraktığını iddia etmekte; kimileri onu her kötülüğün kaynağı olarak göstermekte; kimileri ise onu yaşanan sorunların biricik çözüm seçeneği olarak görmektedir… A. Öcalan da öteden beri ulusal devlete karşı ısrarlı bir karşı duruşu savunmaktadır. Ulus-devlet karşısındaki bu ısrarlı duruşunun ilkesel bir boyutu yok. Bu karşı duruşu, Kürtler'in ulusal mücadele ve özgürlük bilincini çarpıtmaya ve yok etmeye dönük bir yaklaşım olarak değerlendirmek gerekir. Bu nokta üzerinde çok durduğumuz için yeniden değerlendirme yapma gereğini durmuyoruz.

Tarihsel ve sınıfsal bir olgu olan devlet, her zaman tartışma konusu olmuş ve her ideolojik ve politik çizginin en temel kavramlarından biri olmuştur. Devlet nedir, nasıl ortaya çıktı, tarihsel, toplumsal ve ekonomik temelleri nelerdir? Devletin geleceği ve daha bir dizi soru tartışılmış ve tartışılmaya devam edilmektedir.

Devlet konusu sosyalist ideolojinin en önemli ve temelli kavramlarından biri… Devletin kaynakları ve tanımı, tarihsel ve toplumsal temelleri konusunda yapılan değerlendirmelerin, geliştirilen teorik çerçevenin bugün de geçerli olduğunu düşünüyoruz. Bir sınıfın zor ve baskı aygıtı olması, varlığının tarihsel bir çerçeveyle sınırlı olması, bir öncesinin olduğu ve sonrasının olacağı gerçeği, yani tarihsel göreceliği, yani sınıfsal ve tarihsel bir olgu olduğu konusunda yapılan tanımlar, yaşamın kendisi tarafından doğrulanmıştır.

Yine devlet ile en geniş özgürlük arasındaki karşıtlık ve bağdaşmazlık bir dizi tartışmanın ana konusu olmaya devam ediyor. Var olan devlet aygıtının parçalanması, dağıtılması ve tasfiyesi ile onun yerine neyin konulacağı, konulacak “şeyin” ne olacağı soruları ise tartışmanın en can alıcı yanını oluşturmaktadır. Yani sosyalizmde iktidar ve devlet sorunu, bunun alacağı biçim ve ne olacağı konusu “devlet teorisi”nin kilit yanını oluşturmaktadır. Yaşanan deneyimler ışığında bu konunun daha çok tartışılacağı, tartışmanın gerekli olacağı çok açıktır. Bunları şunun için hatırlatma gereğini duyuyoruz:

Devlet ve iktidarın kötülüğü, bunun özgürlükle olan karşıtlığı gibi bir doğrudan yola çıkarak, bu doğrunun bilinçlerde ve bilinçaltlarında yarattığı etkileri düşünerek iktidarlaşmayan, kaderi başkaları tarafından belirlenen bir halkın mücadele bilincini çarpıtma ve baltalama operasyonu sürdürülüyor. Öncelikle bunun bilinmesi gerekiyor. Bu kısa hatırlatmalardan sonra ulus-devlet üzerine bazı notların altını çizebiliriz…

Ulus-devlet ya da ulusal devlet kapitalizmin temel bir ihtiyacı olarak şekillendi ve en “radikal” biçimini Fransa'da buldu. Ulusun kendisi de kapitalizmin geliştirdiği bir olgu… Merkezi iktidar, onun ekonomik, siyasal, kültürel ve sosyal alanlara ilişkin geliştirdiği politikalar ve kurumlaşmalar ulusal gelişmeyi, ulusu mantıki sonucuna vardırdı. Başka bir ifadeyle ulusal bilinç, ulusal hareket, ulusal kurumlar ve ulus-devlet gelişme sürecine giren ulusu olgunlaştırdı ve gelişiminin zirvesine çıkardı. Dilin gelişimi, bölgesel-yerel parçalanmışlıkların aşılması, tek para birimi ve diğer ortak “değer ölçüleri”, oluşan ve dışa karşı korunan gümrük duvarları, ulusal çitler, bunların güvencesi ve istikrarı merkezi bir iktidar, bütün kurumlarıyla ulus-devlet sayesinde olmuştur. Kısacası ulus-devlet, uluslaşmada, ulusun nihai biçimini almasında temel bir çerçeve ve platformdur. Bu, yükselmekte olan kapitalizmin ve burjuvazinin temel bir ihtiyacıdır. Batı Avrupa'da genel olarak kapitalizmin gelişmesi, uluslaşma ve ulus-devlet şekillenmesi aynı tarihsel sürece denk gelmiştir.

Avrupa'da merkezi ulus-devleti geliştiren Batı Avrupa gelişen kapitalizmin ihtiyacı olarak sömürge fetih hareketlerini de başlatır. 15. yüzyılda başlayan bu kanlı ve vahşi sömürgecilik dönemi, Afrika, Latin Amerika ve Asya halklarının birçoğuna yıkım getirirken, Avrupa “uygarlığına” kan ve can taşıyordu. Başka bir deyişle bu dönem sömürgeciliği Avrupa ulus-devletlerinin tam anlamıyla oturmasına, sınıfsal çelişkilerin yumuşatılmasına, ırkçı-milliyetçi eğilimlerin güç kazanmasına hatır sayılır bir temel oluşturmuştur.

Doğu Avrupa'da uluslaşma süreci ve ulusal çatışmalar farklı bir tarihsel seyir izler. Rusya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları, onlarca halkı egemenlik altında tutmakta ve onların ulusal gelişimleri önünde aşılması gereken engel haline getirmekteydi. “Ulusal sorun”, “Ulusların kendi kaderlerini tayın hakkı” kavramları ve bu kavramlar eksenindeki tartışmalar gündeme geldi ve önemli bir ideolojik ayrım noktası halini aldı. Anılan imparatorlukların ezdiği ezilen ulusların sorunu, kendi kaderini belirleme, aynı anlama gelmek üzere kendi bağımsız ulus-devletini kurma sorunuydu. Bu, burjuva uluslaşma sorunu demekti, aynı zamanda gelişmenin, büyümenin ve diğer burjuvalarla rekabet edebilmenin temel aracına, kaldıracına, yanı ulus-devlete sahip olma sorunuydu. Burjuva pazar, bu pazara egemen olma, bu egemenliği bir devlet olarak biçimlendirme, bunu gelişmenin temel platformu olarak algılama gibi temel ihtiyaç ve istemlerin döküldüğü ideolojik kalıp milliyetçilik ideolojisinden başkası değildir. Farklı biçimlerde ve ideolojik renklerde karşımıza çıkan bu ezilen ulus milliyetçiliği için temel hedef, ulus-devletine sahip olmaktır! Bu, bağımsızlık, kendi kaderini belirleme hakkı olarak bir ifadeye kavuşur.

Sosyalistler, Doğu Avrupa'daki ulusal sorunları ve ulusal hareketleri tartışır ve çözüm perspektiflerini ortaya koyarlarken tarihsel gelişme eğilimine bakmışlar, baskıya karşı eşitlik ve özgürlük ilkelerini esas almışlardır. Lenin, ulusların kendi kaderini belirleme hakkını, ulusların kendi bağımsız devletlerini kurma ve buna sahip olma hakkı olarak değerlendirirken son derece haklıydı. Bununla hem tarihsel gelişme eğilimini hesaba katıyor, hem ezen ve egemen ulus gerçeğine net tavır alıyor, hem de ulusların özgürlük ve tam hak eşitliği ilkelerini esas alıyordu. Bu, ezen ulus milliyetçiliğine, şovenizm ve sosyal-şovenizme karşı da net ve ödünsüz bir tavırdı. Ulusların kendi kaderlerini belirleme hakkını, bağımsız devlet kurma hakkı biçiminde yorumlarken, kurulacak bu yeni devletlerin esas olarak burjuva devletler olacağı, bunların da önceki örnekleri gibi baskıcı, diktatoryal olacağı, güçleri yeterse yayılmacı olabileceği konusunda en küçük bir kuşku duymuyordu. Ama bu ulusların egemenlik ve baskı altında kalmaları anlamına gelecek her türlü seçeneğin de kurulu düzenlerin devamı anlamına geleceğini, bunun bu ulusların işçi ve emekçilerin çıkarına da olmadığını biliyordu. Konu başka açılardan ve başka boyutlarıyla tartışılabilir, ancak çizdiğimiz çerçeve açısından bakıldığında sosyalistler açısından esas nokta şu: Ulus-devlet, uluslaşmada ve ulusal sorunu çözmede tarihsel gelişmenin temel eğilimlerinden biridir. Bu eğilim atlanarak uluslar gerçeğini kavramak, ulusal sorunu sağlıklı çözüm perspektiflerine bağlamak mümkün değildi. Hem bu eğilimin bir ifadesi olarak, hem de özgürlük ve eşitlik ilkelerinin kaçınılmaz bir gereği olarak Lenin, ulusal sorunun çözümünü ulusların kendi kaderlerini belirleme hakkı, bu hakkı da bağımsız devlet kurma hakkı olarak ortaya koymuştur. Ekim Devrimi'nden sonra ulusların, halkların, ulusal toplulukların, etkin grupların özgür gelişme yolunun açılması bu samimi yaklaşımın bir gereğidir. Örneğin Sovyetler Birliği dağıldığında onaltı cumhuriyet, birer ulus-devlet olarak hazır olarak vardılar…

Tek tek ulusların ve ulusal hareketlerin incelenmesi, tartışılması ve değerlendirilmesi ayrı bir konudur, ama genel tarihsel bir eğilimi, hem de yüzyıllara damgasını vuran ve vurmaya devam eden bir eğilimi saptamak, bunu nedenleri, sonuçları ve özüyle anlamaya çalışmak ayrı bir konudur. Tartışmaya çalıştığımız bu ana eğilimdir!

Sömürgecilik, emperyalizm, dünya savaşları, başta Ekim Devrimi olmak üzere devrimler ulusal soruna, ulusal kurtuluş hareketlerine yeni boyutlar getirdi. Ama bir eğilim olarak ulus-devlet gerçeği varlığını sürdürdü…

Küreselleşme ulus-devleti geçersiz kılıyor mu? Bugüne dek gerçekleşen ulus-devlet olgusu ve gerçekleşen ulus-devlet modelleri nelerdir? Günümüzde ulusal sorun ve milliyetçiliğin anlamı nedir? Kürtler açısından ulus-devletin anlamı nedir? Ulusal sorunun devrimci çözüm perspektifleri nelerdir?

Bu soruları ve bunları tamamlayan sorunları devam edecek yazılarımızda tartışacağız.

(Sürecek…)

30 Mayıs 2006