Kızıl Bayrak'tan...
Haziran ayı sınıf kültürümüzün üç büyük değeri, Nazım Hikmet, Ahmed Arif ve Orhan Kemal'in ölüm yıldönümleriyle başlıyor. Ama biz onların ardından ağıt yakmadık, yakmıyoruz. Tüm değerlerimizi olduğu gibi, kültürümüzün bu üç büyük değerini de mücadelemizde yaşatıyoruz. Üstelik onların üretimi öylesine güçlü ki, sağlıklarında her türlü yıldırma hareketini gerçekleştirmiş olan sermaye düzeni tarafından bile anılmalarını sağlıyor. Elbette sınıfsal-siyasal kimlikleriyle birlikte yapmıyorlar bunu, bundan bağımsız bir üretim mümkün olabilirmiş gibi, kültür sınıflardan, sınıf mücadelelerinden bağımsız olabilirmiş gibi ele alıyor, bu şekilde sunuyorlar. Ama olsun, her halükarda büyüklüklerini teslim etmiş oluyorlar.
Bizlerse, O'nları, eserlerini, mücadelelerini işçi sınıfımızın yeni nesline tanıtmak, sınıf kültürümüzün O'nların da katkılarıyla oluşturmak/geliştirmek/yaygınlaştırmak için çabalıyoruz ve çabalamaya devam edeceğiz. İşçi Kültür Evleri esas olarak bunun için var. Bir yandan ve esas olarak nihai kurtuluş mücadelesini yürütürken, diğer yandan ve biraz da bu mücadelenin zeminini güçlendirmek için, düzen tarafından her türlü yozlaştırma ve çürütme saldırısına konu edilen sınıf kültürümüzü koruyup geliştirmemiz gerekiyor.
Haziran, bu büyük değerlerimizi kaybetme hüznüyle başlasa da, ardından 15-16 Haziran gibi, mücadele tarihimizin önemli birkaç köşe taşından birinin yıldönümüne tanıklık ederek mücadele azmimizin bilenmesini sağlıyor.
Ancak, içinden geçtiğimiz süreç ve bu sürecin toplumumuzu hızla sürüklediği uçurum, sadece devrimcilerin mücadele azminin güçlenmesiyle doldurulabilir derinlikte değil. Sermaye sınıfı ve onların devlet yönetimine atadığı hainler, emperyalizmle işbirliği halinde, halkımızı bölgesel bir savaşın kucağına atmaya hazırlanıyor. ABD emperyalizminin İncirlik'i nükleer silah deposu haline getirmesine izin veriyor, bunu da bu ülkenin gerçek sahiplerinden, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerden, emekçi halklarımızdan gizli yapıyorlar. Ve bu nükleer hazırlık da gösteriyor ki, ABD, İran'a yönelik bir saldırıyı Irak'taki kolaylıkla yürütemeyeceğini anlamış ve bölgesel bir savaşa hazırlanmaktadır.
Bu savaşta emperyalizmin piyonluğunu, gönüllü askerliğini, tetikçiliğini yapmaya çoktan karar verdiği görülen devletin tepesindeki ihanet ve cinayet şebekesi, kontra çetelerini yeniden harekete geçirmek suretiyle provokasyon yaratma, savaş hazırlığını bu kaos ortamında daha rahat sürdürme planlarını uygulamaya başladı. Önce Cumhuriyet gazetesine ardardına 3 kez bomba atıldı. Ardından Danıştay binasında silahlı bir baskınla ortalık kana bulandı. Bu olaylarla bağlantılı olduğu açıklanan bir dernek, yeni faşist koalisyonun ulusalcı derneği, kurduklarını iddia ettikleri motosikletli-silahlı timleri savundu. Bu açık savunuya ve yürürlükteki dernekler yasasına rağmen dernek de yöneticileri de faaliyetlerinisürdürmekte. Faşistlerin faaliyeti sadece bu dernek kapsamında sürmüyor, “ulusal” faşist koalisyonun önemli bileşenlerinden biri olan ordu yalakası İP çetesi, geleneği gereği ve koalisyon ortağı geleneksel faşistlerin silahlı çetelerinden aldığı cesaretle açık saldırılarını yeniden başlatmış bulunuyor. Fakat ODTÜ öğrencileri, jandarmanın da desteğiyle saldıran İP'in karanlık güçlerine, faşist ortaklarından aldıkları cesaretin ne kadar kof olduğunu göstermiş oldu. Devlet-üniversite-İP çetelerinin ortaklaşa yürüttüğü saldırıya yiğitçe karşı koyan öğrencilerin direnişi sonucu, Perinçek ve güruhu okulu jandarma korumasında terketmek (kaçmak) zorunda kaldılar.
Tüm bu yaşananlar ve bunların yakın geleceğe ilişkin göstergeleri, devrim cephesinde güçlü eylem birliklerinin oluşturulması kadar, sınıf ve emekçi kitlelerin uyanık tutulması, mücadele için hızla örgütlenmesi zorunluluğunu da ortaya koyuyor.
Böyle bir görevse, doğal olarak sınıf devrimcilerinin önünde duruyor. |