20 Mayıs 2006 Sayı: 2006/19 (19)
  Kızıl Bayrak'tan
   Düzen cephesinde iç çatışma sertleşiyor! İşçilerin ve emekçilerin yeri devrimin safıdır!
  28 Şubatlar yeni yöntem ve araçlarla gündemde
  Düzen siyasetinde kriz ve düzen cephesinde yeni arayışlar
  Polis yeni yasal zırhı beklemeden terörünü artırdı
  Sermaye sosyal yıkımda kararlı
  İstanbul İşçi Kurultayı'na giderken...
Ekonomide çöküş işaretleri
Devrimci 1 Mayıs Platformu'nun 1 Mayıs değerlendirmesi
Milletvekili kadın dövüyor, düzen seyrediyor
Ticari Eğitime Karşı Gençlik Kurultayı başarıyla gerçekleşti!
"Ticari Eğitime Karşı Gençlik Kurultayı" ve saçtığı umut
  Ticari Eğitime Karşı Gençlik Kurultayı Sonuç Bildirgesi / (Orta sayfa)
  Kürt sorunu ve AB emperyalizmi
  Bolivya yönetimi toprak reformuna hazırlanıyor
  İstihbarat örgütleri 200 milyon Amerikalı'nın telefonlarını dinliyor
  Rusya "herşeyi yiyen aç kurda" rest çekti
  Paris'te onbinler ırkçı "Göçmen Yasası"nı protesto etti.
  Trabzon'da gençlik çalışması
  TMMOB'da yeni bir döneme girerken
  TMMOB'da yaşananlar
  Öğrenci gençlik
  Bakış açısına ve zamana dayanıklılığa duyulan güven! (Parti değerlendirmelerine önsöz)
  Frankfurt'ta "71 Devrimci Hareketi ve İbrahim Kaypakkaya" sempozyumu
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

İstihbarat örgütleri 200 milyon Amerikalı'nın telefonunu dinliyor!

Sömürü ve kölelik düzeni kapitalizmin savunucuları, “bireyin özgürlüğü”ne büyük bir önem verdiklerini her fırsatta dile getiriyorlar. Bu söylemleri de sermaye iktidarının “demokratik/özgürlükçü” olduğunun kanıtıymış gibi sunmaktan da geri durmuyorlar. Bu düşkün ideolog takımına göre bireyin özgürlüğü “kutsal”, demokratik hak ve özgürlükler uğruna örgütlü mücadele ise “terörizm”dir! Yani tepeden tırnağa örgütlü olan sermaye sınıfı ile devleti, emekçilerin örgütlenmekten uzak tutularak, tek tek bireylerden oluşan bir “yığın” kalması için her yola başvuruyorlar. Bu alanda özellikle şiddet aygıtlarıyla beyin yıkama araçlarına etkin bir rol biçilmektedir.

Hem işçi sınıfı ile emekçilerin, hem de siyasi öncülerinin örgütlü mücadelesini devlet terörüyle ezmeye çalışan gerici rejimler, iddia edilenin aksine, çok yücelttikleri “bireyin özgürlüğü”ne de tahammülsüzdür. En “demokratik” kapitalist ülkeler de dahil olmak üzere, toplumların gözetim altında tutulması, her türden iletişim aracının dinlemeye/izlemeye alınması, tüm muhalif kesimlerin düzenin militarist kurumları tarafından fişlenmesi artık sıradan uygulamalar halini almıştır. Sık sık gündeme gelen “telekulak” skandalları, sadece buzdağının görünen kısmı olmakla birlikte, genelde dinlemenin/gözetlemenin kapitalizmin karakteristik özelliklerinden biri olduğunu göstermeye yetiyor.

Son günlerde yaşanan gelişmeler, ABD'de yüzmilyonlarca kişinin telefon görüşmelerinin kayda alındığının açığa çıkmasını sağladı. USA Today gazetesinin “Mega telekulak skandalı” başlığıyla verdiği bir haberde, ABD'de elektronik haberleşmelerin izlenmesinden sorumlu casusluk örgütü NSA'nın (ABD Ulusal Güvenlik Kurumu) ülke içinde yapılan aramalar dahil, yüzmilyonlarca kişinin telefon görüşme kayıtlarını gizlice depoladığı bildirildi.

Haberde, 200 milyonu aşkın abonenin görüşme kayıtlarının telekomünikasyon şirketlerince NSA'ya verildiği veya konuşmaların dinlendiği, NSA'nın özel olarak dinlediği ya da kaydettiği görüşmelerin ise bu rakama dahil olmadığı ifade edildi. Bir güvenlik kaynağı da, NSA veri tabanını “dünyanın en büyük veri tabanı” olarak nitelendirdi. NSA'nın amacını, “ABD sınırları içinde yapılan her görüşmeyi depolamak” olarak açıklayan aynı kaynak, ülkedeki birçok görüşmenin bizzat Beyaz Saray'ın bilgisi dahilinde kayda alındığını anlattı.

Personel sayısıyla bütçesi gizli tutulan NSA'nın uzun süre başında kalan eski bir general, geçen günlerde Bush tarafından CİA'nın başkanlığına atanmıştı. Bu arada telekulak skandalını savunun savaş çetesinin şefi Bush, istihbarat faaliyetlerinin sadece El Kaide'yi hedef aldığını öne sürdü. Bush'a göre 200 milyon Amerikalı'nın telefon görüşmeleri, El Kaide'yi hedef alan istihbarat faaliyetleri çerçevesinde kayda alınmaktadır.

Vahşi sömürü ile servetlerine servet katan kapitalist sınıfların korkusu da, aynı oranda büyümektedir. Bu korkudan dolayı alanları, caddeleri, okulları, işletmeleri, fabrikaları gözetleme altına alıyor, iletişim araçlarını kontrol ediyorlar. Bu kirli yola başvuran kapitalist/emperyalist düzenin egemenleri kentleri, ülkeleri, giderek de dünyayı emekçiler için bir cezaevine dönüştürme çabası içindeler. Bu şartlarda egemenler adına demokrasi veya özgürlükler adına edilen her söz, ancak riyakarlığın kaba bir dışavurumu olabilir.

En basit demokratik haktan, sömürü ve kölelikten arınmış sosyalist bir dünya kurulana kadar her kazanım için kararlı bir mücadele şarttır.

---------------------------------------------------------------------------------------

D-8'in Bali Zirvesi sönük geçti

Uzun yıllar dinsel gerici akımın liderliğini yapan eski başbakanlardan Necmettin Erbakan'ın da oluşturulmasında etkin rol oynadığı D-8'e, Türkiye'nin yanısıra İran, Mısır, Pakistan, Nijerya, Malezya, Endonezya, Bangladeş katılıyor.

D-8'in Endonezya'nın Bali adasında gerçekleşen 5. zirvesinde Türkiye'yi Tayyip Erdoğan temsil etti. Diğer ülkelerin devlet ve hükümet başkanları veya bakanlar düzeyinde temsil edildiği zirveden kayda değer bir karar çıkmadı. İran üzerindeki emperyalist ablukanın giderek yoğunlaştığı bir dönemde gerçekleşen zirvede, ABD-İsrail öncülüğünde devam eden küstah saldırganlığa karşı herhangi bir tepki ortaya konulmadı. Zirveye katılan İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad'ın çabaları da durumu değiştirmeye yetmedi. Yayımlanan bildiride konuyla ilgili tek ifade, liderlerin “barışçıl amaçlı nükleer enerjiye destek verdiği” vurgusundan ibaret kaldı.

Ahmedinecad ise, hem emperyalist güçlere meydan okudu, hem de saldırganlıktan vazgeçmesi durumunda ABD ile görüşmeye hazır olduklarını dile getirdi. Ahmedinecad, “İran, İsrail hariç tüm ülkelerle diyaloga hazır” mesajı verdi. Tayyip Erdoğan ise, G-8 Genel Sekreterliği'nin İran'a verilmesini engellemek için çaba harcadı.

İran Cumhurbaşkanı'nın Genel Sekreterlik için yaptığı girişimler, Pakistan başbakanının desteğini alan Erdoğan'ın çabasıyla boşa düşürüldü. Yeni düzenlemeyle ilgili olarak açıklama yapan Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen, “Türkiye'nin isteği doğrultusunda Genel Sekreterlik Endonezya, Direktörlük İran, Ekonomi Sekretaryası Türkiye'ye verildi” dedi. D-8'in genel sekreterlik merkezi ise İstanbul'da olacak.

Zirveden çıktığı söylenen tek somut karar, “Gümrük Konularında Karşılıklı İdari Yardımlaşma” ve “Tercihli Ticaret Düzenlemeleri” anlaşmalarının imzalanması oldu.

----------------------------------------------------------------------------------------

Suriye'de “muhalefet” AKP'yi örnek alıyor!

Kuzey Afrika'dan Afganistan'a uzanan kuşakta bulunan ülkelerde kukla rejimleri işbaşına getirme hedefi olduğu bilinen ABD emperyalizmi, bu kirli amacına ulaşmak için hem dinci/gerici, hem siyonistlerle iyi geçinen, hem de Amerikancı bir akım olarak AKP'yi model seçmişti. “Ilımlı islam” diye etiketlenen bu Amerikancı modelin numunesi AKP'nin hükümet olması sağlandı.

AKP hükümetinin üç yılı aşkın gerçekleştirdiği icraatlar, işbirlikçi burjuvazinin yanısıra emperyalistleri de memnun etmiştir. Tabanına mesaj iletmek amacıyla kimi zaman demagojiye başvurmak durumunda kalması emperyalist-siyonist merkezlerde rahatsızlıklar yaratsa da, sözkonusu sıkıntılar kısa sürede aşılmıştır.

İngiltere'de sürgünde yaşayan Filistinliler'in Arapça yayınladığı El Kuds al Arabi gazetesinin bildirdiğine göre, Suriye “muhalefeti” de AKP'yi model alan bir hareket başlatmaya karar vermiş. Gazeteye konuşan hareketin sözcüsü Unsi Al Abdah, kurulan hareketin Müslüman Kardeşler ya da eski devlet başkan yardımcısı Abdülhalim Haddam ile bağlantılı olmadığını açıklıyor.

Al Abdah, United Press International ajansına verdiği demeçte de, “Suriye muhalefetinde ülke düzeyinde bir eksiklik var. Biz ona ‘üçüncü yol' diyoruz. Bu daha çok Türkiye'de iktidardaki AKP gibi, resmi sistemle halkın kimliği arasında pratik ve başarılı bir denklem kuran bir model” diyor. Sözcü, AKP düşüncesinden etkilendiklerini ve Suriye'deki şartların Türkiye'den farklı olmasına rağmen bu modelin Suriye'ye uygulanabileceğini ve AKP ile diyalog kuracaklarını belirtiyor.

Programını geçen hafta Londra'da açıklayan “muhalefet” grubu, AKP ismini de örnek alarak, Hareket el Adale ve el Bina -Adalet ve Kalkınma Hareketi- adını aldığını ilan etti.

Bu model Suriye iklimine uyar mı uymaz mı bilinmez ama, “ılımlı islam”ın temsilcisi AKP'nin, saldırganlık ve savaş politikasını ezilen halklara dayatan savaş çetesine büyük bir hizmette bulunmayı başardığı kesin.