20 Mayıs 2006 Sayı: 2006/19 (19)
  Kızıl Bayrak'tan
   Düzen cephesinde iç çatışma sertleşiyor! İşçilerin ve emekçilerin yeri devrimin safıdır!
  28 Şubatlar yeni yöntem ve araçlarla gündemde
  Düzen siyasetinde kriz ve düzen cephesinde yeni arayışlar
  Polis yeni yasal zırhı beklemeden terörünü artırdı
  Sermaye sosyal yıkımda kararlı
  İstanbul İşçi Kurultayı'na giderken...
Ekonomide çöküş işaretleri
Devrimci 1 Mayıs Platformu'nun 1 Mayıs değerlendirmesi
Milletvekili kadın dövüyor, düzen seyrediyor
Ticari Eğitime Karşı Gençlik Kurultayı başarıyla gerçekleşti!
"Ticari Eğitime Karşı Gençlik Kurultayı" ve saçtığı umut
  Ticari Eğitime Karşı Gençlik Kurultayı Sonuç Bildirgesi / (Orta sayfa)
  Kürt sorunu ve AB emperyalizmi
  Bolivya yönetimi toprak reformuna hazırlanıyor
  İstihbarat örgütleri 200 milyon Amerikalı'nın telefonlarını dinliyor
  Rusya "herşeyi yiyen aç kurda" rest çekti
  Paris'te onbinler ırkçı "Göçmen Yasası"nı protesto etti.
  Trabzon'da gençlik çalışması
  TMMOB'da yeni bir döneme girerken
  TMMOB'da yaşananlar
  Öğrenci gençlik
  Bakış açısına ve zamana dayanıklılığa duyulan güven! (Parti değerlendirmelerine önsöz)
  Frankfurt'ta "71 Devrimci Hareketi ve İbrahim Kaypakkaya" sempozyumu
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Polis yeni yasal zırhı beklemeden terörünü artırdı...

Bir genç aracında vurularak öldürüldü!

Bir kız çocuğu kısa etek giydiği için dövüldü!

Yeni terör yasasının halihazırdaki uygulamaları yasallaştırmaya dönük olduğunu, hazırlanan maddelerde “yeni” olanın sadece hukuk olduğunu belirtmiştik. Konuya ilişkin yazıp söylediklerimizi onaylarcasına bir “dur emrine uymadı vuruldu” olayı yaşandı.

Bir İstanbul gecesinde araçlarıyla dolaşmaya çıkan 3 gençten biri polis kurşunlarıyla can verdi. Polisten aldığı bilgiyi “haber” yapma geleneğine sahip medyamız da polisin yargısız infazına kurban giden gencin zaten, “çok sayıda suçtan sabıkalı olduğu, Beyoğlu'nda adam yaralama ile bıçaklı gasp suçundan arandığı ve bu nedenle kaçmış olabileceği” bilgileri eşliğinde katil polisi daha baştan aklama, yeni terör yasasını onaylama halka da onaylatma yarışına girdi.

Fakat çok geçmeden görgü tanıklarının ifadeleri ortaya çıkınca işin gerçeğine yaklaşmak zorunda kalan medya da oldu. “Sivil arabalı bomba imha ekibi, trafikte yol vermeyen üç genci kovaladı. Kıstırılan araca ateş açıldı, yeni nişanlı genç öldü” başlığıyla verilen yeni bilgi şöyleydi:

“İstanbul'da önceki gece yarısı eğlenceden dönen üç arkadaş, Unkapanı Köprüsü'nde, sivil plakası nedeniyle polis otosu olduğunu farketmedikleri bir araca yol vermedi. Aracın içindeki iki bomba uzmanı sinirlenip takibe başladı. Yarım saat kovalamacadan sonra polis ekibinin sıkıştırdığı oto, geri kaçarken bir başka araca çarpıp durdu. Görgü tanıklarına göre polisler, silahsız olan gençlere ateş etmeye başladı, o sırada araçtan ölen gencin ‘Vurma abi' çığlığı geliyordu.”

Yani, medyanın ilk gün yayınladığı emniyet kaynaklı haberlerdeki “zaten suçluydu”, “dur emrine uymadı” türünden masallar bu kez işe yaramadı. Yalancının mumu yatsıdan önce söndü. Tıpkı ortaokul çocuklarına “kısa etek dayağı”nda olduğu gibi.

Bu olaydan birkaç gün önce de, yine İstanbul'da bir polis, karakolun önünden geçmekte olan kız öğrencilere etekleri kısa olduğu gerekçesiyle saldırmıştı. Ailesinin de sahip çıkmasıyla olayın medyaya yansıması, üstelik olayın tam da “dinci” parti hükümetini yıpratma operasyonu sürecine denk gelmesi, saldırgan polis hakkında hemen soruşturma başlatılmasına (en azından emniyetin açıklaması böyle!) yol açtı.

Ne var ki, diğer olay için benzer bir gelişme beklemek mümkün değil.

Yeni terör yasası için bunca diretmeleri bu yüzdendi. Keyfi tutumları için bile “yasal dokunulmazlık zırhı” edinmek istiyorlardı. Tasarının henüz yasalaşmamış olması ise “dokunulabilme” imkanı tanımıyor. En nihayetinde bunlar birer “devlet memuru”dur. Yargılanmaları amirlerinin iznine bağlıdır. Amirlerinin izin vermesini beklemekse abesle iştigal olur. Ancak ola ki olay çok fazla dallanıp budaklandı da yargıya intikal etmek zorunda kaldı; o zaman da yargıdaki “devlet memurları” tarafından korunup-kollanacak, aklanıp-paklanacaklardır.

Tıpkı daha önce yargıya intikal etmiş yargısız infaz ve işkence davalarında olduğu gibi.

------------------------------------------------------------------------------------

Yoksayma harekatı sürüyor

“İç barış, birlik ve beraberlik bütün sorunlardan önce gelir… hep beraber kazanamazsak, hep birlikte kaybederiz”. Bu boş sözler, AKP Diyarbakır İl Kongresi'ne katılan Erdoğan'ın konuşmasının özetidir.

Diyarbakır ziyareti, 28 Mart-1 Nisan tarihleri arasında gerçekleşen ve 5'i çocuk olmak üzere 13 kişinin ölümüyle sonuçlanan olayların ardından Erdoğan'ın bölgeye gerçekleştirdiği ilk gezi olması bakımından önemliydi. Diyarbakır, sokak çatışmaları sürerken ya da asker çocuklara karşı silah kullanırken, “kadın da çocuk da olsa güvenlik güçlerimiz terörün maşaları için gereken her türlü müdahaleyi yapacak… Çocuğunuza sahip çıkın” diye bağıran Erdoğan ve bölge AKP milletvekilleri için aklanma yeri olarak düşünülmüştü. Erdoğan bu nedenle konuşmasının önemli bir bölümünü çocuk sevgisine ayırmıştı.

Çocuklar için sarfettiği sözlerinin yanlış anlaşıldığını söyleyen Erdoğan, hiçbir siyasi parti liderinin çocukları kendisi kadar sevemeyeceğinin altını özellikle çizdi. O bu cümleleri dillendirirken, olaylar sırasında gözaltına alınan 94 çocuk birbuçuk aydır cezaevinde yatıyor ve 24 yıl hapis istemiyle yargılanmaları sürüyordu. Çocukların terörist olarak görülüp öldürülmesi bu toprakların yabancısı olduğu ve salt Erdoğan tarafından onaylanan tekil bir olay değil. Mardin Kızıltepe'de öldürülen 12 yaşındaki Uğur Kaymaz için de, çocuğun da terörist olabileceği, her teröriste hak ettiği şekilde muamele yapılması gerektiğini ifade edenler olmuştu.

Kürt sorunu yok!

Ziyaret öncesi merak edilen önemli konulardan biri Erdoğan'ın bir önceki Diyarbakır gezisinde kullandığı “Kürt sorunu“ kavramını kullanıp kullanmayacağıydı. Diyarbakır olayları sırasında yaşananlar, Erdoğan'ın göstermiş olduğu tutum aslında bu sorunun cevabını verir nitelikteydi, bunun için kongreyi beklemeye gerek yoktu. Ancak kavramın kullanıldığı yerde unutturulması geriyordu, Erdoğan da bunu yaptı. Kürt kelimesini, inkarcıların yıllardır dillerinden düşürmedikleri “Türk'üyle, Kürt'üyle, Laz'ıyla, Çerkez'iyle, Gürcüsüyle...” cümlesine sıkıştırıverdi.

Erdoğan'ın konuşmasında dikkati çeken bir noktada da sorunlara çözüm olarak gösterdiği yerdi. Herkesin sokakta değil işbaşında olduğu bir Diyarbakır özlemi çekiyor Erdoğan. Sadece çalışan, başkalarının yararına çalışan insan yığını görmek istiyor karşısında. Hayatları ekmek etrafında dönen, gerici ideolojilerin etkisiyle suskunlaşan kitlelerin özlemini çekiyor. Batıyı kuşatmış suskunluğun tüm ülkeye yaygınlaşmasını istiyor. Bu nedenle sürekli paradan bahsediyor, KÖY-Des kapsamında ayrılan 2 milyar YTL'nin 58 milyon YTL'lik bölümünün Diyarbakır'a ayrıldığını söylüyor. Ne zaman yapılacağı belli olmayan yatırımlardan...

Özgürlük nerede!

8 Mayıs'ta gerçekleştirilen kongrede salonda çalan müzik ise ilginç. “Keçe kurdan”, Kürt kızlarını mücadeleye çağırdığı için televizyon ve radyolarda çalınması yasaklanan, Diyarbakır savcılığı tarafından yayınlandığı kaset hakkında toplatma kararı verilen şarkı. Sözlerinin bir bölümü şöyle:

“Serê xwe rake keça kurdan

Ka niştiman ka azadî”

(başını kaldır Kürt kızı

nerde yurdumuz nerde özgürlük)

Evet, özgürlük nerede!

------------------------------------------------------------------------------------

Tuzla'da devrimci faaliyet ve gözaltı terörü...

 

Son dönemde Tuzla tersaneler havzasında faaliyet yürüten güçler ve özelde de sınıf devrimcileri, sermayenin kolluk güçlerinın baskı ve saldırılarına maruz kalıyorlar. İşçi sınıfı hareketinin devrimci kanallarla buluşmasından doğan bu korku kendisini somutta, en ufak bir hak alma mücadelesine ve genel olarak devrimci çalışmaya karşı tahammülsüzlük olarak gösteriyor.

13 Mayıs günü saat 11.00 sularında Tuzla İçmeler Köprüsü civarında iki yoldaşımız ‘Sömürüden ve zincirden kurtulmak için Sınıfa Karşı Sınıf!' şiarlı ve İstanbul İşçi Kurultayı Hazırlık Komitesi imzalı kurultay afişlerini yaparken sivil ve resmi polisleri tarafından keyfi bir şekilde gözaltına alındılar. 3 resmi ve 1 sivil otoyla bölgeyi abluka altına alan kolluk güçleriyle karakolda da devam eden bir gerginlik yaşandı.

Karakola götürüldüklerinde Tuzla Emniyet Amiri'nin ve sivil polislerin çeşitli tehditleriyle karşı karşıya kalan yoldaşlarımız sorguya alındılar. Yapılan tehditlere tok bir şekilde yanıt verilerek sermayenin kolluk güçlerinin bu çabaları sonuçsuz bırakıldı. Akşam saat 22.00'a kadar karakolda tutulan yoldaşlarımız karakoldan çıkarken bile ‘Sizinle mutlaka daha sonra görüşeceğiz!' vb. tehditlerle karşılaştılar. Alınan tutum karşısında kuduran sermayenin kolluk güçlerine gerekli yanıt yine anında verildi.

Bu ve buna benzer baskılarla devrimcileri engelleyebileceklerini sananlara verilecek en tok yanıt, devrimci faaliyetimizi büyütüp güçlendirmek olacaktır.

Baskılar bizi yıldıramaz!

Devrimci faaliyet engellenemez!

Kızıl Bayrak/Kartal