22 Nisan 2006 Sayı: 2006/15 (15)
  Kızıl Bayrak'tan
   Sermaye ve uşaklarına karşı birlik, mücadele ve dayanışma!
  Sosyal yıkım saldırısına 1 Mayıs alanlarında yanıt verelim!
  TMY'ye geçit verme!
  Enerjide özelleştirme ve Latin Amerika örneği
  SSGSS Yasa tasarısı karşıtı eylemler
  İstanbul liseli gençlik çalışmasında yeni dönem
Güney Lise Kurultayı başarıyla gerçekleşti...
Bilmekten korkmak ya da praksis / Yüksel Akkaya
GOP'da başarılı 1 Mayıs etkinliği
1 Mayıs: Hazırlık çalışmaları ve çağrılar
  1 Mayıs devrimci sınıf mücadelesini yükseltmek için tarihsel bir çağrıdır! / (Orta sayfa)
  TKİP'nin işçi sınıfına ve emekçilere 1 Mayıs çağrısı; 1 Mayıs'ta mücadele alanlarına!
  TKİP İstanbul İl Komitesi'nin 1 Mayıs çağrısı
  Filistin halkına boyun eğdiremeyecekler!
  İran direnme kararlılığında!
  Endonezya, Bolivya ve Kore'de işçi eylemleri
  SCT Filtre işçilerinin grevi kararlılıkla sürüyor
  Gençlik çalışmalarından...
  YTÜ Toplumcu Mühendislik-Mimarlık Öğrencileri çalışması
  Özel savaş, ırkçı şoven hareket ve devrimci görevler / M. Can Yüce
  Üniversitelerde faşist saldırılar
  Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri Diyarbakır'da
  Evrim (bilim) ve akıllı tasarım (din)
  Ben Avukat Behiç Aşçı; Ölüm Orucuna başlıyorum
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Devlet “terörle mücadele” adı altında terör estirmeye hazırlanıyor...

TMY'ye geçit verme!

Terörle Mücadele Yasası'nda değişiklikler yapan tasarı meclis gündeminde. Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in “Terörle mücadele, kanun ve ceza hukuku meselesi değildir. Böyle bir iyimserliğe Türkiye'yi sokmak doğru değildir. Güvenlik güçlerimizin çalışmalarında mevzuattan kaynaklanan boşlukları gidermek gerekir” sözleri, bu değişikliklere neden ihtiyaç duyulduğunu anlatmaya yetiyor. Uzun zamandır, “elimiz kolumuz bağlı” diye yakınan güvenlik güçlerinin eli kolu, bu yeni düzenlemelerle tümden serbest bırakılmak isteniyor.

Aslında güvenlik güçlerinin eli-kolu (hatta dili) hep serbest oldu, onlara kısıtlama getirebilecek, onlardan üstün bir güç hiçbir zaman olmadı. Türkiye'de, yasalarda ne yazarsa yazsın, güvenlik güçleri her zaman bildiğini okudu, “dur emri-vur emri” demeden kurşun sıktı. İşkence sözde anayasal suçken, en kenar mahalle karakollarında bile işkencehaneler kuruldu, işkencecilerin teşhis ve dava edilebildiği durumlarda da mahkeme kararlarıyla korunup aklandı. Buna rağmen, durmaksızın yetkilerinin genişletilmesini istemeleri dikkate değer. İşte en sonunda, Anayasa Mahkemesi'nin 1999'da iptal ettiği “teröriste karşı teslim ol çağrısından sonra silah kullanma” yetkisini geri alıyorlar. Anayasa Mahkemesi, söz konusu iptal kararının gerekçeleri arasında, “herhangi bir ölçü ve orantı bulunmaması”nı da saymıştı. Bu kez iptal ihtimalini ortadan kaldırmak için değişiklik maddesine “silahın ölçülü ve orantılı kullanılması” şartı eklenmiş.

Anlaşılan o ki, Türk ordusu ve polisi gerçekten de “AB kriterlerini” pek benimsemiş! Türkiye'nin ‘en nihayet' bir hukuk devleti olabilmesi için çaba gösteriyor, işledikleri ve işleyecekleri insanlık suçlarını “kanunlar çerçevesine” oturtmak istiyorlar. İlgili yasalardaki bunca değişiklik yeterli olmaz da işledikleri suçlar yine de “suç” kapsamında sayılırsa diye, suçlarının infazı için bir de özel madde düzenleniyor. Suç işleyen güvenlik görevlileri, istenen cezanın üst sınırı ne olursa olsun, “adli kontrol hükümleri”nden yararlanabilecek. Bu üç sözcük, örneğin Şemdinli bombacılarını hapisten kurtarmaya yetecek. Bu madde hiç kuşkusuz sadece Ali Kaya ve ekibi için konulmuş olamaz. Türk ordusu ve Jitem'inde (esas olarak kontrgerillasında) kim bilir daha ne Ali Kayalar var, ve bu suç örgütü kim bilir daha ne kanlı/kirli işler planlıyor ki, şimdiden yasal önlemlerini aldırıyorlar.

Bunca karanlık iş planlanır da hiç basın unutulur mu? Suç işlemeyi planlayan, elbette suçunu halktan gizlemenin de yolunu hazırlayacaktır. Düzen medyası genel olarak emre amade olmakla birlikte, bunun devrimci basını var, özel radyoları var. Yeni düzenleme ile basın suçlarına hapis cezası geri getiriliyor, para cezaları ödenemez boyutlara çıkarılıyor, savcılara bile gazete kapatma yetkisi veriliyor. Susturma ihtiyacı sadece basına yönelik de değil, sendikalar, dernekler, vakıflar, partiler, kamu çalışanları, öğrenciler TMY saldırısının hedefinde. “Sıralanan suçların dernek, vakıf, siyasi parti, işçi ve meslek kuruluşlarına veya bunların yan kuruluşlarına ait bina, lokal, büro veya eklentilerinde veya öğretim kurumlarında veya öğrenci yurtlarında veya bunların eklentilerinde işlenmesi halinde cezalar iki katı hükmolunacak (1.5 yıldan 4.5 yıla)” deniyor tasarıda.

Elbette bu işler yasa çıkarmakla olmuyor. Güvenlik güçleri nasıl, “yasalar ne derse desin” bildiğini okuyorsa, hak arayanlar da ellerinde TMY kitapçığıyla sokağa çıkmayacaklardır. Son tahlilde bir hakkın kullanılıp/kullanılamayacağını sokağın gücü belirleyecektir. Sermaye düzeni ve devletini geriletecek tek güç, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin eylemli gücüdür. Yasalar ya sokaklarda yazılacak, ya da sokakları kana bulamasına izin verilecektir. Düzen sahiplerinin bu değişikliklere bugün cüret edebilmeleri, biraz da sokaklardaki sessizlik sayesindedir. Bu suskunluğun bozulması, hak ve özgürlük taleplerinin daha örgütlü, daha güçlü seslendirilmesi zorunludur. Türkiye halkları, burjuva demokratik çerçevede dahi olsa bir nebze nefes alabilmek için bile, işçi sınıfının mücadelesine muhtaç durumdadır.

---------------------------------------------------------------------------------------

Ankara'daki Amerikan işbirlikçileri emperyalist saldırganlarla suç ortaklığına pekiştiriyor…

Halkların katili ABD ordusuna Akdeniz ve Ege'de üs kurma izni verildi!

Mart ayının sonlarında doğru Amerikan ordusuna bağlı bir ekibin İskenderun Körfezi'nde ölçümler yaptığı bilgisi basına yansımış, Dışişleri Bakanlığı sözkonusu araştırma izninin Genelkurmay tarafından verildiğini açıklamıştı. ABD'nin Ankara Büyükelçiliği tarafından da doğrulanan sözkonusu araştırmayla ilgili ayrıntılı bilgi verilmemişti. Haber üzerine Beyaz Saray tarafından yapılan “üs talebimiz yoktur” şeklindeki açıklama ise bir sözcük oyunundan ibarettir. Zira anlaşmalarda askeri üslere “tesis” deniyor ve ABD de “tesis” kurmak istiyor.

Basında yeni çıkan haberler, emperyalist orduların hizmetine sunulan alanların İskenderun Limanı ile sınırlı olmadığını gözler önüne serdi. 17 Nisan tarihli Cumhuriyet gazetesinde yeralan “ABD'ye 3 deniz üssü” başlıklı manşet haberde ifade edildiği üzere, ABD askeri heyeti Akdeniz ve Ege denizi kıyılarında taramalar yapmış, İskenderun ve Urla'da askeri üs kurmaya karar vermiştir. İzmir yakınlarındaki Mordoğan ile Karaburun Yarımadası'nın çevresindeki kıyıların da derinlik açısından ABD ordusunun istemlerine uygun olduğu, adı geçen bölgelerden birinde üçüncü bir Amerikan üssünün kurulabileceği ifade ediliyor.

İran etrafındaki kıskacı daraltma sürecini hızlandıran savaş kundakçıları, Karadeniz'i de işgal ordularının yatağı haline getirmek istiyor. ABD emperyalizminin gündeme getirdiği bu küstahça dayatma, boğazlarla ilgili Montrö Antlaşması'nın delinmesi anlamına geliyor. Bu yönde atılacak adımların Rusya'nın sert tepkisiyle karşılaşacağı bilindiği için, Ankara'daki işbirlikçiler bu riske girmek istemiyor. Ancak Washington'daki efendilerini kızdırmaktan çekindikleri için (zira başlarına geçirilen çuvalı unutmuş olmaları mümkün değil) diğer dayatmaları kabul ediyorlar. Bu dayatmalar, sermaye devleti sözcülerinin sık sık vurguladığı gibi Türkiye'nin ABD'nin “stratejik ortağı” değil, fakat “stratejik uşağı” olduğunu tekrar tekrar ortaya koymaktadır.

Halen geçerli olan Montrö Antlaşması'na göre, Karadeniz'e boğazlardan giren bir savaş gemisi Karadeniz'de kıyısı olmayan bir ülkeye aitse, bölgeyi üç haftada terketmek zorundadır. ABD emperyalizminin istediği ise, Türkiye'nin Karadeniz kıyılarında askeri üs kurmak, yani bu bölgede kalıcılaşmaktır. Sermaye devletinin, ABD'nin sözkonusu dayatmasını kabul ettiğine dair bir bilgi henüz kamuoyuna yansımış değil. Buna karşın kibirli efendilerin uşaklarını hor gördüğü, onlara olmadık dayatmalarda bulunduğu da bilinmektedir. Dolayısıyla 60 yıldır Amerikan emperyalizmine hizmet edenlerin, dahası bu utanç verici misyonla övünenlerin, ABD'nin Karadeniz'le ilgili dayatmalarına karşı ciddi bir direnç göstermeleri olası değil.

Komşu İran halklarını hedef alacak emperyalist-siyonist saldırıya dair planların ayyuka çıktığı günlerde, işbirlikçi sermaye iktidarı tarafından ABD'ye verilen bu tavizler, Türkiye'yi baştan sona emperyalist orduların saldırı üssü haline getirecek cinstendir. Bu ise, bölge halklarına karşı işlenen ağır bir suç olacağı gibi, Türkiye işçi sınıfının, gençliğin, emekçilerin ve ezilen halkların geleceğini karartma yönünde atılan vahim bir adımdır aynı zamanda.

Egemen güçlerin kardeş halklara karşı işlediği bu ağır suçun mahiyetini işçi sınıfı ve emekçilere anlatmak, ülkenin emperyalist güçlerin saldırı üssü haline gelmesinin yaratacağı sonuçlar konusunda bilinçlendirmek ve buna karşı harekete geçirmek komünistlerin, devrimcilerin ve tüm ilerici güçlerin görevidir.