25 Şubat 2006 Sayı: 2006/07 (07)
  Kızıl Bayrak'tan
   Merkezi işçi kurultayı için asgari zemin
yakalanmıştır!
  Türkiye-İsrail ilişkilerinin “derin yara”
aldığı iddiaları temelden yoksundur
  Hamas heyetinin Türkiye ziyareti
  DİSK’in İzmit mitingine binlerce emekçi katıldı
Son eylemler ve gösterdikleri
  “Genel Sağlık Sigortası geri çekilsin!”
“Mezarda emeklilik istemiyoruz!”
Tersanelerde ücret gaspları artıyor...
  “Yeşil” ve çeteleşen devlet gerçeği.
  Devletin “yetkin mühendislik” saldırısı ve
TMMOB’un tutumu
Avrupa sosyal modeli: Bir, iki, üç... Daha fazla Bolkestein Yönergesi!/ Yüksel Akkaya
  Tarihten günümüze kadın ezilmişliği ve
kapitalizm (Orta sayfa)
  Bültenlerden
   8 Mart çalışmalarından...
   Güney’de bölgesel lise kampanyası...
Geleceğimiz ve özgürlüğümüz
için mücadeleye!
   Sanayi İşçileri Derneği Girişimi etkinliği
  Karikatür krizi Müslüman-Hıristiyan
çatışmasını körüklüyor...
  Irak’ta sistematik işkence!
  Almanya’da işçi-emekçi eylemleri
yayılıyor..
  Bir cinayetin ardından...
  Yeni dönem liberallerinin AKP hükümetinden beklentileri
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Bir cinayetin ardından...

M. Can Yüce

Kani Yılmaz ve Sabri Tori cinayetinden sonra bir dizi kınama yazısı, bildirisi yayınlandı, görüşler belirtildi, tavırlar sergilendi. Bu kınama ve tavır yazılarının bazılarında doğrularla yanlışlar birbirine karıştırıldı. Kimilerinde ise doğruların dile getirilişinde zemin, zaman ve politik hedefler gözardı edildi, bunlar, “doğrular çorbası” görüntüsünü verdi... Bunların içinde iki örnek yazı üzerinde durmakta yarar var. Bu, hem politik açıdan, hem de etik açıdan gereklidir. Bu, bir döneme doğru ve nesnel, ama aynı zamanda sorumlu yaklaşım açısından da “vicdani” bir sorumluluktur. Devrimci sosyalistlerin toplumumuzun vicdanları olduklarına da inanıyor ve bu inanç da beni böyle bir değerlendirme yapmaya götüren etkenlerden biri oluyor...

Kani cinayetinin, kendisinin kişiliğini aşan boyutları var. Bu, politik bir cinayet, politik hedefleri olan ve devam edegelen bir siyaset yapma ve iktidar tarzıdır. Bunun bugüne olduğu kadar geleceğe de uzanan boyutları vardır... Cinayetin politik hedefleri kısa ve öz olarak 14 Şubat 2006 tarihli, Sosyalist-Şoreşger imzalı, 15 Şubat ve Çöküş adlı değerlendirmede konulmaktadır. Bu değerlendirmeden kısa bir aktarma:

“İlk görüşme notlarını hatırlayanlar bilir. Öcalan, avukatlara, ‘bu çizgiyi, değişim dönüşümü firesiz ve topyekûn gerçekleştirirsek devlet de bizi ciddiye alır, kimi adımlar atabilir' demişti...

Bu nedenle soru soranlara, farklı düşünenlere, dahası İmralı ihanetine tavır alanlara ve bunu politik bir duruş olarak sergileyenlere karşı İmralı'dan ölüm fermanları gönderdi... Bununla hem iktidarını ve otoritesini sağlama almak, hem de devlete hizmetin gereğini yapmak istedi… Silahlı mücadelenin zamanını doldurduğunu, artık silahlara veda ettiklerini açıklamalarına, teorik olarak silahlı mücadeleyi mahkum etmelerine rağmen Kandil'de kontrgerilla örgütlenmesini model alan ‘özel kuvvetler' örgütlenmesini geliştirmeleri, içe dönük istihbarat örgütlenmelerini yaratmaları boşuna değildi. Bunun tek bir hedefi vardı: Farklı sesleri susturmak, bastırmak ve korku ile itaati sürdürmekti, zor ve şiddet örgütlenmelerinin yüzü içe dönüktü, içi biçiyordu...

Bu gerçekleştirilen cinayetlerle perçinleniyor, yine öteden beri teşvik edilen kendini yakma eylemleriyle korku ve itaat dinsel bir perdeye, otorite kutsallık zırhına büründürülüyor, bu doğrultuda yapılan törenler “iman tazeleme ayinlerine” dönüştürülüyor... Bu ikisi, cinayetler ve kendisini yakma eylemleri ve ardından geliştirilen psikolojik savaş demagojisi korku imparatorluğunu daha da güçlendiriyor… Karşılarında etkin bir politik gücün ve hareketin gelişmemesi gerçeği de daha rahat ve fütursuz davranmalarına yol açıyor...

Hunharca katledilen Kani Yılmaz ve Sabri Tori cinayetleri de kısaca özetlenen çerçeveye oturuyor. Bu cinayetin, devletin farklılıkları susturma, Kürtler'i teslim alma ve aynı zamanda bu cinayet vesilesiyle genel olarak ulusal mücadeleyi gözden düşürme politikasıyla bağlantıları olduğu gibi, İmralı merkezli Öcalan iktidar sistemini sürdürme hedefleri de çok açıktır. Bu cinayetin öncelikli mesajı, içe dönüktür! Soru sormanın, farklı düşünmenin, hele ayrılmanın, başka zeminlerde siyaset yapmanın, kafa tutmanın karşılığı en vahşi ve hunharca yöntemlerle yokedilmektir! Korku ve itaati mutlak kılmak, iç denetimi bu iki ayak üzerinden sürdürmek bu cinayetlerin esas amacıdır, çöküşü ve çözülmeyi durdurmanın en etkili yolu olarak bu kullanılıyor! Bu, en gerici ve çürümüş diktatörlüklerden daha geri ve vahşi bir konumu anlatmaktadır. İkincisi, bu cinayetlerle farklı zeminlerde duran, İmralı teslimiyetine tavır alan ve onu kendi güçleri ve anlayışları ölçüsünde teşhir etmeye çalışan bütün ‘muhalifleri' susturma ve bastırmayı, etkisiz kılmayı hedeflemektedirler. Üçüncüsü, bunların toplam bir sonucu olarak bütün Kürt halkını teslim almayı, denetim altında tutmayı, dinamikleri ve potansiyelleri üzerinde kurulan ipoteği sürdürmeyi amaçlamaktadırlar...

Bunlardan dolayı Kaniler'in cinayetleri çok daha geniş bir politik çerçeveye oturuyor, onları aşan kontra bir çerçevedir bu. Bu kadar vahşi ve gözü dönmüş bir kontra güce karşı devrimci direnişçi bir çizgiyi adım adım örmekten ve politik bir güç olarak gündeme dayatmaktan başka bir seçenek yoktur. Kürdistan'da namuslu ve onurlu aydın, devrimci yurtsever kalmanın başka bir yolu yoktur! Bunu yaparken en geniş aydınlatma çalışmalarıyla bilinci doğranan, ruhu korku tarafından teslim alınan, iradesi çalınan ve gerçek anlamda yığınlara dönüştürülmeye çalışanlara gerçekleri inatla anlatmak, bunun araçlarını çoğaltmak da kaçınılmazdır!”

Daha doğru ve tam anlaşılması için aktarmayı geniş tuttuk. Açılması gereken bir nokta var. O da şu: TC, İmralı partisi eliyle gerçekleşen cinayetleri üç yönüyle istiyordu: Biri, kadro kıyımını gerçekleştirmek, onlar üzerinden bir dönemin rövanşını almak, Kürt halkı içinde yaraları gelecek on yıllara uzanacak bir travma yaratmak, bu bastırma hareketiyle Kürt halkını seçeneksiz ve çaresiz bırakmak ve sonuçta teslim almak istiyordu. İkincisi, PKK cinayetleriyle PKK üzerinden ulusal mücadeleyi ve onun dinamiklerini gözden düşürmek istiyordu. Üçüncüsü, Öcalan iktidar sisteminin seçeneksiz devam etmesini, onun eliyle Kürt halkı, mücadele dinamikleri ve potansiyelleri kontrol altında tutmak istiyordu. Bunun böyle ve seçeneksiz devam etmesi ile elbette vicdani kirlenme ve “vicdan buharlaşması” süreci de derinleşir...

Sorulması gereken soru şu: “Düşman ve denetimindeki unsurlar, işlerini yapıyorlar ve sonuç da alıyorlar. Ya mevcut durumdan ve gidişten hoşnut olmayan sizler, bizler ne yapıyoruz? Bu “vicdani buharlaşma”da bizim payımız, sorumluluğumuz nedir?

Bunu bir soru olarak bırakarak esas değerlendirmemizin ana konusuna gelelim!

Kaniler'in cinayetinin politik hedefi ve oturduğu genel çerçeve, bunun kısa ve uzun vadeli sonuçları çok açıktır. Dolayısıyla eğer devrimcilik, demokratlık, yurtseverlik ve insanlık adına, değerler ve vicdan adına bir tavır alınacaksa, bir kınama tutumu sergilenecekse, cinayetin anılan boyutlarını esas almak, bütün dikkatleri ve ilgiyi bu noktalara yöneltmek, bunu zayıflatacak ve gölgeleyecek yaklaşımlardan uzak durmak politik yaklaşımın bir gereği olduğu kadar, bu, doğru ve sağlıklı bilinç ve bakışaçısı geliştirmek açısından da gereklidir. Kısacası, cinayeti kınamak, bunun arkasındaki güçleri ve politikaları teşhir etmek, bu güçlere ve politikaya karşı etkin bir kamuoyu oluşturmaya çalışmak, bunun araçlarını ve yöntemlerini geliştirmek cinayet sonrasında yapılması gereken görevlerin özünü anlatmaktadır. Ama bunlar yapılırken dikkatleri dağıtıcı, anılan hedefe uygun olmayan unsurları tartışmaya çalışmak, en azından kınama ile beklenen hedefi zayıflatır ve gölgeler…

Gerçekten Kani'nin kişiliği tartışılacaksa, bunun yeri, zamanı, yöntemi ve platformu vardır. Bu tartışmanın yeri, zamanı ve platformu doğru seçilmediğinde doğru sonuçlar doğurmak bir yana söz konusu cinayette olduğu gibi, yanlış tartışma, tersi bir işlev de görür...

S. Çürükkaya, “Özeleştiri Veriyorum” adıyla yazdığı yazıda, Kani Yılmaz ve onun PWD ile ilişkileri konusundaki düşüncelerinde yanıldığını, bundan dolayı özeleştiri vermek istediğini belirtiyor ve ardından Öcalan sistemi, onun cinayetleri ve kirli işlerinin yürütülmesi konusunda Kani'nin durumu hakkında kendisinin doğrudan tanık olduğu olayları aktarıyor. Selim, yazısının ana mesajını, “Lanet olsun o sisteme ki; Kani`nin eliyle kendi arkadaşlarını asitte yok ederken, Kani`nin arkadaşları eliyle Kani`yi toz edip havaya savuruyor!” sözüyle özetliyor. Bir cinayeti kınama yazısında ve dikkatlerin cinayetler üzerinde odaklaştığı bir dönemde “Öcalan sisteminde dünün katilleri, bugünün kurbanı olabiliyor” gibi bir mesaj verilirse, bu, yazarın amacını aşan “müstahakını buldu” gibi bir imayı bilinçlere ve bilinçaltlarına empoze etmez mi? Çok açık ki, hiçbir gerekçe ve gerçeklik, bu cinayeti ve ardındaki politikayı meşrulaştıramaz! O halde cinayeti meşrulaştırmayı ima edecek, bilinçaltlarında bunu çağrıştıracak yaklaşımlardan uzak durmak bir gereklilik değil mi, bulunduğumuz nokta bakımından bu böyle değil mi? Selim, “Öcalan iktidar sistemi, katiller, kurbanlar ve bir dönem politikacıların trajedisi” başlığı altında, başka bir platformda ve uygun bir zamanda değindiği konuyu işleseydi, çok daha amacına uygun davranmış olurdu.

Üzerinde durmak istediğimiz diğer bir yazı da Cemil Gündoğan'ın “Vicdanı Buharlaşan Toplum” yazısıdır! Bu yazının başlığının içerdiği kaygı ile yazının içeriği, kurulan bağlantılar ve genel çerçevesi önemli çelişkiler içermektedir.

Şu soru insanın aklına geliyor: Gerçekten “Vicdanı Buharlaşan Toplum”u, bunun nedenlerini mi anlatıyorsun, bunu protesto eden bir duruşu mu dillendiriyorsun, yoksa Kani'nin kişiliğini ve bunun “Vicdanı Buharlaşan Toplum” ile olan ilişkisini mi? Peki, bu yazı, “Vicdanı Buharlaşan Toplum”un bu sorununa neşter vurmada belli bir işlevi, etkisi ve katkısı oldu mu? Gerçekten bu yazı, “Vicdanı Buharlaşan Toplum”u mu, yoksa “kişilik çözümlemesini mi” konu alıyor?

C. Gündoğan, anılan yazısında tepkilerin yetersizliğini tespit ettikten sonra şu soruyu soruyor: “Sebep acaba Kani'nin kişiliğinden mi kaynaklanıyor?” Tepkisizlik, “Vicdanı Buharlaşan Toplum” gerçekliği ve bunun çok yönlü nedenleri tartışılabilir. Bu tartışmanın kapsamlı tarihsel, güncel politik, toplumsal ve psikolojik boyutları olduğu da açık… Ancak söz konusu cinayet karşısındaki tepkisizliği Kani'nin kişiliği ile bağlantılandırmak, bunu cinayeti kınamanın esas hedef olması gereken bir dönemde gündemleştirmek politik (kınamanın hedefi) açıdan yanlış, gerçekliğin tümünü kavramak açısından içinde yanlışları barındıran bir bağlantıdır! Toplumumuzun vicdanı neden buharlaşıyor? İşlenen cinayetlere karşı neden caydırıcı nitelikte tok protesto sesleri yükselmiyor? Bu soruların yanıtları çok kapsamlıdır. Şimdilik kısaca şu söylenebilir:

Yıllara dayanan ve uzun bir süreçte beslenen, kaynakları ve beslenme damarları geniş olan bir siyaset yapma ve iktidar kültürü var; despotik, farklılıkları bastıran, bu bastırmayı meşrulaştıran, muhataplarını sürüleştiren, giderek tapınma ayinlerine dönüştürülen, dönüşen bir kültür ve davranış tarzı var. Bu, egemen ve bu halkın istemleri ve değerleriyle kendisini perdeleyen, meşrulaştıran bir kültür! Buna çok yönlü çürüme de denilebilir... Ancak buna karşılık seçenek olamayan, cılız seslerden öteye geçmeyen, bireysel, aynı düzeyde etkisiz bir “geniş muhalefet” cephesi var. Bu böyle olduğu sürece egemen olan her zaman saltanat borusunu öttürür. Diğerlerine de sızlanmaktan başka bir şey kalır mı? Bu genel tablo, yaşanan sorunların ana çerçevesidir. Bu görüldüğünde, onun öğeleri ve ayrıntıları bir anlam kazanabilir, doğru değerlendirmelere konu olabilir! Çözüm ve çıkış da aslında bu genel çerçevenin içinde, çelişik dinamiklerinde gizli…

Kani cinayeti işlenirken elbette “zayıf halka” teorisinden yararlanmışlardır. Özel olarak en az tepki çekebilecek kişilikleri seçmeye özen göstermişlerdir. Bu, aynı zamanda bir “alıştırma”, kanıksatma ve politik hedeflerini adım adım gerçekleştirme çizgisidir! Bu gerçeklik, cinayetin politik hedeflerine dolaylı katkı sunabilecek yaklaşımlardan uzak durmayı gerekli kılmıyor mu? Bu özeni göstermek çok mu zor? Ne yazık C. Gündoğan bu özeni göstermemiş, tepkisizliği eleştirirken, dolaylı olarak da olsa tepkisizliği meşrulaştıran bir yaklaşım sergilemiştir.

Bir kez daha vurgulamak istiyoruz. Kani cinayetinden sonra sorun ve gündem, Kani'nin kişiliğinin, onunla bağlantılı başka sorunların tartışılması değil, cinayetin kınanması, bunun ardındaki güç ve politikaların teşhir edilmesi, buna karşı alınması gereken tavrın vurgulanmasıdır! Elbette bu konuyla bağlantılı başka noktalar tartışılabilir. Ancak güncel hedef gözden kaçırıldığında yapılan tartışmanın da pek bir anlamı olmaz!

Bir nokta daha: Toplumdaki suskunluk, tepkisizlik, vicdani kirlenme ile kimi kişiliklerin durumuyla ilişki, sadece bir ayrıntıdır! H. Fidan cinayetinden sonra gösterilen tepkiler çok mu güçlüydü ve bu, gerçekte H. Fidan'ın kişiliğiyle mi bağlantılıydı? Bu tepkilerin görece fazlalığı konjonktür ile ilgiliydi, egemen medya ve bilinen köşe yazarlarının yazıları hatırlansın!

Sonuç olarak, “Vicdanı Buharlaşan Toplum”dan çıkış, egemen despotik ve sürüleştirici siyaset kültürüne karşı seçenek olabilecek bir duruş ve çalışmadan geçer! Egemen olan güçtür; güç olmayı hedeflemeden, bu doğrultuda çalışmadan söylenecek söz, söz olarak kalmaya mahkumdur! Tabii o söz, kendi içinde bir “söz gücü” taşıyorsa...