25 Şubat 2006 Sayı: 2006/07 (07)
  Kızıl Bayrak'tan
   Merkezi işçi kurultayı için asgari zemin
yakalanmıştır!
  Türkiye-İsrail ilişkilerinin “derin yara”
aldığı iddiaları temelden yoksundur
  Hamas heyetinin Türkiye ziyareti
  DİSK’in İzmit mitingine binlerce emekçi katıldı
Son eylemler ve gösterdikleri
  “Genel Sağlık Sigortası geri çekilsin!”
“Mezarda emeklilik istemiyoruz!”
Tersanelerde ücret gaspları artıyor...
  “Yeşil” ve çeteleşen devlet gerçeği.
  Devletin “yetkin mühendislik” saldırısı ve
TMMOB’un tutumu
Avrupa sosyal modeli: Bir, iki, üç... Daha fazla Bolkestein Yönergesi!/ Yüksel Akkaya
  Tarihten günümüze kadın ezilmişliği ve
kapitalizm (Orta sayfa)
  Bültenlerden
   8 Mart çalışmalarından...
   Güney’de bölgesel lise kampanyası...
Geleceğimiz ve özgürlüğümüz
için mücadeleye!
   Sanayi İşçileri Derneği Girişimi etkinliği
  Karikatür krizi Müslüman-Hıristiyan
çatışmasını körüklüyor...
  Irak’ta sistematik işkence!
  Almanya’da işçi-emekçi eylemleri
yayılıyor..
  Bir cinayetin ardından...
  Yeni dönem liberallerinin AKP hükümetinden beklentileri
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Sömürü düzeninin en ağır bedelini işçi ve emekçi kadınlar ödüyor!

Kadınız, nasırlı elleriyle herşeyi üreten büyük insanlık ordusunun bir parçasıyız. Kadınız, dünyanın, insanlığın ve yaşamın yarısıyız. Yarısıyız ama, yükün en ağır kısmı bizim omuzlarımızda. Ve yaşam çok daha zordur bizim için. Erkek egemen sistemin, ataerkil aile düzeninin gericiliği ve sömürü düzeni yüzünden, kadın olarak iki kez eziliyor ve sömürülüyoruz.

Kapitalizm öylesine eziyor ki bizleri, neredeyse insan olduğumuzu unutuyoruz. Evde günlük işlerin sorumluluğu bizim üzerimize yıkılır. Adı konulmamış köleliktir bizimkisi. Yaptığımız işlerin büyük bölümü kadının doğal, sıradan vazifesi olarak görülür. Tarımda ve aile içinde ücretsiz çalışırız. Emeğimiz görünmez. İşyerinde ucuz işçi olarak görülürüz. Toplumsal baskıları, yaşamın ağırlığını ve zorluğunu en başta biz çekeriz. Gelenek ve göreneklerin baskısı, en çok yoksul emekçi kadınları ezer. Her geçen gün tenceremizi nasıl kaynatacağımızı düşünürüz. Çocuklarımız için gecemizi gündüzümüze katarız, yemez yedirir, giymez giydiririz. Yetersiz besleniriz. Ev işlerinin kısır döngüsü içinde düşünmeyi, konuşmayı unuturuz, aşağılanır, koca dayağı yer, hor görülürüz. Söylediklerimiz ciddiye alınmaz, çünkü “ciddi” işlerden anlamayız.

Gerici toplumsal baskılar nedeniyle çoğunlukla iş hayatına atılmamız engellenir. İş yaşamına atılanları bekleyen ise çifte sömürü ve katmerli baskılardır.

Düşük ücretler, kolay işten atmalar, sosyal güvenceden yoksunluk ve çalışma yaşamında kadın olmaktan kaynaklı haklarımızın gaspıyla kadın üzerindeki çifte sömürü ve baskılar büyüyor!

Fabrikalarda, atölyelerde, en zor işlerde ve en ağır koşullarda çalıştırılan hep biz oluyoruz. Çalışma yaşamına atıldıktan sonra ikincil olmaktan dolayı ayrımcılığa uğruyoruz. İşsizlik oranımız erkeklerden daha yüksek. Türkiye'de resmi rakamlara göre genel işsizlik oranı % 10-12 civarında iken, kadınların işsizlik oranı % 18'lerdedir. Ekonomik krizlerde işten ilk önce kadınlar atılıyor. Bazen kadın olmamız bile işten atılmamız için yeterli neden olabiliyor. Aileyi, evliliği kutsal ilan eden sermaye düzeninde, hamile kalmak işten atılma nedenidir hala. Çünkü vasıfsızız ve yerimiz kolay doldurulabilir.

Krizin olmadığı dönemlerde ise aynı işi yaptığımız erkek işçilerden daha az ücret alırız. Bütün işkollarında kadınların ortalama ücreti, erkeklerden % 12 daha azdır. Sigortamız, sosyal haklarımız elimizden alınır. Tekstil atölyelerinde sabahlara kadar çalıştığımız halde bırakalım mesai ücretimizi, aylık ücretimizi dahi alamayız.

Kadın sağlığını ve emeğini gözeten koruyucu önlemler alınmaz. Kreş, emzirme saatleri ve odaları yoktur. Doğumdan sonra da çalışıyorsak eğer, bir süre sonra işten atılmaktan kurtulamayız. Hafif işlerde çalışmamız, doğum öncesi ve sonrası izinlerimiz, çocuk bakımı, ev işleriyle ilgili sorumluluklarımız kapıya konulmamıza yetecek nedenlerdir. Çünkü patronlar için çocuğumuza, evimize ayıracağımız bir saatlik zaman bile kayıp demektir. Tüm zamanımızı onların denetiminde kârlarını arttırmamız için kullanmamızı isterler. Bu yüzden ilk olarak çocuklu kadınlar işten atılır. BEKO Fabrikası buna örnektir. Kreşte çocuğu olan anneler birer birer işten atılıyor.

Kağıt üstünde tanınan göstermelik haklardan bile mahrumuz!

Birçok yasal haklardan yoksunuz. Dişimizle tırnağımızla kazandığımız oy kullanma hakkının, seçime-seçilme hakkının tanınması bile şunun şurasında 80-90 yılı bulmuyor. 1900'lü yılların başında hamilelik izni ve çamaşırhane gibi taleplerle greve çıkan tekstil işçisi kardeşlerimiz, mücadeleyle elde ettikleri bu kazanımları bize miras bıraktılar. Ancak çoğumuz bu yasal haklardan mahrumuz. Çoğunlukla niteliksiz işgücü olarak tekstil ve gıda sektörlerinde çalışıyoruz. Sosyal güvenceden yoksunuz. Karınca sürüsü gibi çalışarak büyük mağazaların vitrinlerini biz süslüyoruz. Ancak varlığımız bile bilinmiyor. Çünkü istatistiklere yansımıyoruz, yani kayıt dışıyız. Çalışabilir (15 yaş üstü) kadın nüfusun % 50.3'ü ekonomik faaliyette bulunmaktadır. Fakat yüzde 72'mizin sigortası ve sosyal güvencesi yok. Çünkü sömürü düzeni kadın emeğine, kadın sorununa karşı alabildiğine kayıtsız.

Toplumsal yaşamda ikinci plandayız!

Geleneksel değer yargılarının olumsuz etkileri kâr hırsıyla da birleşince çalışma yaşamında ikincil planda kalıyoruz. Geri planda kalmak, buradan başlayarak tüm toplumsal yaşamda sürüyor. Kapitalist üretim ilişkileri içerisinde kadın işçiler erkek işçilere oranla daha olumsuz ve eşitsiz şartta çalıştırılıyor. İş yaşamında yükselemiyoruz. Geçici-part-time ve güvencesiz işlerde istihdam ediliyoruz. Üst düzey yöneticiler, hukuk ve yönetim kademelerinde kadınların oranı % 8'i geçmiyor. kadınların parlamentoda temsil oranı % 2.6'dır. Sendikaların yönetim kademelerindeki kadınların oranı çok düşüktür.Yani siyasette, mecliste, hatta sendikada bile adımız neredeyse geçmiyor.

İşsizlik dışında eğitimsizliği de ortaçağ karanlığını aratmayan koşullarda yaşıyoruz. Fırsat eşitliği deniyor ama, eğitim hakkından mahrum bırakılan, okur-yazar oranı en düşük olan yine ilk biziz. Ülkemizde de okur-yazar olmayanların % 66'sı kadın. Bu oran doğu illerinde çok daha fazla.

Dinsel gericiliğin sopası sırtımızda patlamaya devam ediyor! Çürüyen düzen kadını çürütüyor, şiddet en çok kadınları vuruyor!

“Kadınların sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin” egemen anlayışı bir pranga gibi adeta boynumuza takılmış. “Namus” yükünü biz taşıyoruz. Namus adına, kurbanlık koyunlar gibi boğazlanıyoruz. Törelere karşı gelmemek adına namus cinayetlerine kurban gidiyor ya da intihara sürükleniyoruz. Her yıl yüzlerce kadın bu şekilde cinayetlere kurban gidiyor ya da intihar etmek zorunda bırakılıyor. Batman ve Diyarbakır başta olma üzere pek çok yerde, namus cinayetleri artık sıradan olaylar sayılıyor. Birimiz tecavüze uğradıysak, “vardır mutlaka bir sebebi”, “ailemizin adını kirletiyoruz”dur ve ölümümüz ile tüm pislikleri temizlenmiş oluyor. Töre cinayetlerinin mantığı da kadını ailenin malı olarak gören zihniyetin yansımasıdır. Aşiret ilişkilerinin ve önyargıların gericiliği altında sistemin günah keçisi ve namus bekçisiyiz. Her türlü aşağılanmaya tabiyiz.

Yaşamın her alanında ayrımcılığa, aşağılanmaya, şiddete ve tacize maruz kalıyor kadınlar. Sömürü düzeni her yerde, şiddeti, ayrımcılığı ve eşitsizliği körüklüyor. Medyası, gelenekleri, yasaları ve günlük uygulamaları her yerde aynı gericiliği pompalıyor. Yerli dizilerden yabancı dizilere, reklamlardan magazin programlarına kadar tüketimi artırmak için kadın bedeni-kadının cinselliği bir araç olarak kullanılıyor. Ortaya çıkan kaba rakamlar bile ürkütücüdür. Milyonlarca kadın cinsel meta olarak kullanılıyor ve pazarlanıyor. Dünyada her 3 kadından biri şiddete maruz kalıyor. Bu yalnızca geri kalmış, az gelişmiş ülkelerde değil, en gelişmiş, sözde en demokratik ve çağdaş ülkelerde de böyle. Dünyada en fazla tecavüz olayı Amerika'da yaşanıyor; her 90 saniyede bir kadın tecavüze uğruyor. Fransa'da her dört günde bir, bir kadın şiddet sonucu hayatını kaybediyor.

Nijerya'da taşa tutuluyor, Tayvan'da fuhuşa zorlanıyor, dünyanın dört bir yanında seks tacirlerinin eline düşerek seks kölesi olarak pazarlanıyor, Hindistan'da yakılıyor kadınlar. Kenya'da 17 yaşından küçük kızlar zorla sünnet ediliyor. Gerçek bir kölelik hüküm sürüyor. Alınıyoruz, satılıyoruz ve mal gibi kullanılıyoruz. İş bulma vaadiyle kandırılan binlerce Tacikistanlı kadının fahişe ya da hizmetçi olarak emperyalist metropollerde pazarlandığı Uluslararası Göç Örgütünün raporunda bile yer alıyor.

Sömürü düzeni en vahşi yüzünü savaşlarda gösteriyor!

Amerika'nın Vietnam'ı işgalinden sonra 5 milyon kadın nüfusunun 400.000'i fahişeydi ve 12 ile 14 yaş arasındaki genç kızların çoğuna tecavüz edilmişti. Özellikle Güney Vietnam'da kadınlar Amerika'nın varlığını, yalnızca okullardaki çocukların üzerine düşen bombalardan, ayrım yapmaksızın gerçekleştirilen toplu kıyımlardan değil; aynı zamanda doku yapısını bozan, yüksek oranlarda düşüklere, ölü ve sakat doğumlara, çocukların büyük kafalı küçük beyinli doğumlarına neden olan zehirli gazlardan öğrenmiştir.

Evet, savaşlarda fuhuş sektörünün köleleri olarak işgalci askerlere pazarlanıyor kadınlar. Örneğin İkinci Dünya Savaşı sırasında barış anlaşması düzenlendiği iddiasıyla Japon Ordusu için kurulan genelevlerde 200 bin civarında Asyalı kadın, zorla seks kölesi olarak çalıştırılmıştı. Şimdi de Irak'ta Amerikan askerleri için inşa edilen genelevlerde satılıyorlar. Tacize ve tecavüze uğrayanların sayısı, savaşlarda pazarlananlardan hiç de az değildir.

Kadına yönelik şiddetin en vahşi yöntemlerinden biri tecavüzdür. Irak'ta, Vietnam'da, Afganistan'da, Şili'de, Bosna'da, Somali'de, İran'da ve dünyanın birçok ülkesinde egemenler aynı yönteme başvurmuşlardır. Örneğin, ülkelerindeki açlık ve savaştan kaçan Somalili kadınların Kenya'daki mülteci kamplarında tecavüze uğraması, Filistinli kadınların İsrail askerleri, Iraklı kadınların Amerikan askerleri, Afganlı kadınların işgalci askerler ve kökten dinciler tarafından tecavüze uğraması güncel örneklerdir.

Savaş her anlamda kadına şiddeti ve yıkımı getiriyor. Başta Irak, Afganistan ve Filistin olmak üzere birçok Ortadoğu halkından kadınlar ölümü ve korkuyu enselerinde hissederek yaşıyorlar. Pakistan'da mülteci kamplarında ilaçsızlıktan, sıcaktan kadınlar ölüyor. Afgan kadınları çocuklarını yoksulluktan dolayı satmak zorunda kalıyor. Irak'ta kadınlar açlık ve hastalıkla uğraşıyor. Bebek ölüm hızı binde 98 (iki kat), doğumda ölen anne sayısı binde 291 (üç kat) artmış. Sekiz çocuktan biri 5 yaşına ulaşamıyor, üç bebekten biri hastalıklarla doğuyor. Özellikle savaş sırasındaki doğumlar, işgal askerlerinin tecavüzü, işkencesi, kaçırması ya da kendi gerici rejimlerinin zorla evlendirmesi gibi saldırılar kadınları intihara ya da cehennem gibi bir yaşama sürüklüyor. Savaş esiri olunca kamplarda büyüyor çocuklar.

Kurtuluş kavgada, özgürlük mücadelede!

Kadın sorunu bir düzen sorunudur. Bu düzene mahkum değiliz. Bu düzenin bizi mahkum ettiği sefalete, çifte sömürüye, eşitsizliğe, aşağılanmaya, şiddet ve baskıya boyun eğmeyeceğiz.

Özgürlük, her alanda eşitlik, insanca yaşam, savaşsız ve sömürüsüz bir dünya bize bahşedilecek bir armağan değil! Yüzyıllardır en çok ezilen, çifte sömürüye maruz kalan işçi ve kadın emekçi kadınlar olarak, tüm sınıf kardeşlerimizle el ele vererek haklarımızı dişimizle tırnağımızla kazıyıp alacağız, bedel ödeyerek kazanacağız! Devrim ve sosyalizm mücadelesinin en ön safında yerimizi alacağız. Ancak böyle özgürleşiriz.

Sınıfsal, ulusal, cinsel sömürüye hayır!

Kadın-erkek elele örgütlü mücadeleye!

Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü!

Özgürlük, devrim, sosyalizm!

(Esenyurt İşçi Bülteni'nin Şubat 2006 tarihli son sayısından alınmıştır...)