Kürt sorununun, Türk devletinin karşısına, farklı bir tarzda da olsa, en yoğun biçimde dikildiği dönemlerden birini yaşıyoruz. Geçtiğimiz 20 yıl boyunca, sorun, esas olarak Kuzey Kürtleri ve onların ulusal devrimci mücadelesi üzerinden uğraştırdı Türk devletini. Ve bu 20 yıl, Kürt halkına karşı yürütülen kirli imha savaşıyla geçti. Şimdilerde, MGK ve gizli görev kararnamesi üzerinden yürüyen psikolojik savaş da, son 20 yılda, ağırlıklı olarak Kürt halkına yöneltildi. Onlarca Kürt aydını, onbinlerce genç bu savaş adına katledildi, gazeteler bombalandı, ormanlar yakıldı, köyler göçertildi
Kürt halkına, saymakla bitmez işkence ve acı yaşatıldı.
Öcalanın Amerikan özel timlerince yakalanıp Türk devletine teslim edilmesiyle derinleşen bir teslimiyet süreci sonrasında KADEK bugün, Kürt halkının özgürlük istemine yanıt verebilecek devrimci bir ideolojik konum ve siyasal tutumdan tümüyle uzaklaşmış olmasına rağmen, gelişmelerin de gösterdiği gibi, Türk devleti hala KADEK kozunu oynamayı sürdürüyor. Çünkü, KADEKi teslim almasının Kürt sorununu çözdüğü anlamına gelmediğini çok iyi biliyor. Bu bilgi, Kürt halkına karşı psikolojik savaşın farklı biçimlerde, farklı araçlarla sürdürülegitmesini de zorunlu kılıyor. Nitekim; bir yandan Irakın işgali vesilesiyle Güney Kürtleri de hedefe oturtulurken, diğer yandan Kuzey Kürtlerine yönelik planlar işletilmeye devam ediliyor. Bu planlara, asla, Kürtleri kendi uusal varlıkları ve kimlikleriyle benimseme-sahiplenme dahil değildir. İnkar, her koşulda A planı olarak devrededir.
Gündemdeki Türkiyelilik kavramının ele alınış ve kullanılış tarzı da inkardaki ısrarın bir başka göstergesi olmuştur. Kürdistan sözcüğünün, siyasal değil coğrafi bir kavram olarak anılması bile devlet için tahammül sınırlarının dışında bir olgudur.
Amerika ile asker gönderme pazarlığının KADEK üzerinden sürdürüldüğü söylense de, sorunun genel olarak Kürtler ve özel olarak Güney Kürdistanda bir Kürt devleti olasılığına kilitlendiği, her geçen gün biraz daha açığa çıkıyor. Amerika, daha Öcalanı teslim ettiğinde, PKK konusundaki niyetini ortaya koymuştu. Bugünkü pazarlıklarda da oldukça açık ve net ifadelerle Türk devletine desteğini ifade ediyor. Ama konu Güney Kürtlerine gelip dayandığında iş karışıyor. Türkiye ile pazarlık masasında başka, Kürtlerle pazarlık masasında başka sözler verildiği, her yeni gelişmeyle açığa çıkıyor.
Türk devleti kendi Kürtlerini inkarda fazla zorlanmazken (kart-kurt tezi komik bulunabilir ama zor olduğu iddia edilemez), Irak Kürtleri söz konusu olduğunda ne yapacağını şaşırıyor. Bir yandan aşiret reisi tabirleriyle aşağılamaya çalıştığı KYB-KDP yöneticilerini, diğer yandan Irak hükümet görevlisi sıfatıyla muhatap almak zorunda kalıyor. Zor faktörü ise kuşkusuz Amerika tarafından devreye sokuluyor.
Gerek Güney Kürtleri ile bu ilişkiler, gerekse de Başbakanın Türkiyelilik kavramını ortaya sürüp tartışmaya açması, Türk devletinin Kürt politikasında herhangi bir değişiklik olduğu anlamına gelmiyor. İnkarın aynen sürdüğü, imhanınsa en küçük bir kıpırdanışta aynı şiddette sürdürüleceği, Irak seferi üzerinden savunulan tezlerce de ortaya konmuş bulunuyor. Türk devleti, ordusu ve hükümetiyle, Iraka asker gönderme konusunda hemfikir durumdadır. Çünkü sınırında bir Kürt devletinin kuruluşunu engellemenin tek imkanını, Irakta asker bulundurmakta görmektedir. Bir Kürt devleti ile sınır komşusu olmak demek de, onun için, Türkiyedeki Kürtlerin bu devlete dahil olmak istemesi, yani misak-ı milli sınırlarının değişmesi ihtimaliyle aynı anlama gelmektedir.
Konuyla ilgili kritik sorulardan ilki; Irakta Türk askerinin varlığı Kürt devleti kurulmasına engel olabilir mi, olmalıdır. Bu sorunun yanıtı, Iraka ne için, nasıl ve hangi koşullarda gidildiğinde yatıyor. Halka yönelik propaganda malzemelerinin başında, kendi çıkarımız için argümanı yer almakla birlikte, sadece Türkiye halkları değil, tüm dünyanın malumu olduğu üzere, Türk ordusu Iraka Amerikan jandarmalığı için gidiyor. Hatta, karşılığında 8,5 milyar dolarlık kredi sözü bile almış durumda. Buna bir de, Türk müteahhitlere Irak enkazını kaldırmada taşeronluk verme sözünü de ekleyebiliriz. Bu durumda, jandarmalığına soyunduğu Amerikan emperyalizminin çıkarları neyi gerektiriyorsa, Irakta o görevin üstlenileceği açıktır. Bu çıkarlar Irakın bölünmesi, güneyd Amerikan mandası bir Kürt devletinin kurulması yönünde geliştiği taktirde bu kuruluşa bekçilik yapmak da dahil olmak üzere.
Buradan ikinci kritik soruya geçebiliriz. Kendi topraklarında dahi aksi bir tutum geliştiremeyen Türk devleti ve ordusunun, Amerikan jandarmalığı için bulunduğu Irakta Amerikaya rağmen (ve ona karşı) bir tavır içine girmesi mümkün müdür? Daha açık bir ifade ile; Amerikanın çıkarları Irakın bölünmesi, Güneyde bir Kürt devletinin kurulması yönünde geliştiği taktirde, Türk devleti ve Türk ordusunun bunu engelleme niyet ve cüretini göstermesi mümkün müdür? Türk-Amerikan ilişkilerine az-buçuk tarafsız bakabilen her göz, bunun mümkün olmadığını/olamayacağını görecektir. Türk-Amerikan ilişkilerinin düzeyi, Amerikan çıkarlarının her zaman önde ve üstte tutulduğu bir evreye çoktan girmiş bulunmaktadır. Pentagondakiler bizim ğlanlar tabirini laf olsun diye kullanmamışlardı.
Tarafsızlık bile şart değil. Bunun böyle olduğu bizzat taraflarca da biliniyor. Gerek Irakın sözde dışişleri bakanı Zebarinin gelmeyin mesajı, gerekse Bushun ulusa seslenişinde dile getirdiği Kuzey Irakın kendi kendini yönetme yolunda ilerlediği ifadeleri, işlerin bu yönde ve hızla geliştiğini göstermekte.
Tayyip Erdoğanın tam da bu süreçte Türkiyelilik kavramını tartışmaya açması da bu gelişmeler çerçevesinde bir anlam ifade ediyor. Böylece, her türden gelişmeye hazır bir siyasal ortam yaratılmaya çalışılıyor. İkili görüşmeler kamuoyundan gizlendiği için pazarlıklara tam olarak nelerin dahil edildiğini bilmek mümkün olmasa da, gelişmelerin ortaya koyduğu tablodan belirli sonuçlar çıkarmak mümkün. Bu sonuçlardan biri, PKK (KADEK), dolayısıyla Kuzey Kürtleri konusunda ez ve çöz formülünde hemfikir olunduğudur. Amerika, Güneydeki KADEK yöneticilerini teslim etmeye hazırdır. Türk ordusu sınırı geçmeye başladığında, Amerika da vaadini yerine getirmek için harekete geçecektir. Türkiyeden isteği yerine getirildiğine göre, PKK de koz olmaktan ¸ıkacaktır çünkü. Bu vesileyle, Güney Kürtlerinden sonra bir kez de Kuzey Kürtleri emperyalizmin vaatlerine kanmamak gerektiğini kendi deneyimleriyle öğrenmiş olacaklar.
Asıl mesele, iş o noktaya gelmeden, öğrenmek için acı deneyimler yaşamayı beklemeden, kendi ihtiyaç ve taleplerimiz için kendi gücümüze güvenerek hareket etmeyi öğrenmekte. Kürt ve Türk halklarının çıkarı, bölgedeki ve dünyadaki diğer halklar gibi, emperyalizmden bağımsız, devrimci-sosyalist bir geleceği birlikte kurmaktadır. Emperyalist işgal devam ettiği sürece, Irakta ne bütünlüğün korunması nede bölünme halkların yararına olacaktır. Kürt halkının kurtuluşu, işgal edilmiş, yakılıp-yıkılmış bir Irakta Amerikan mandası bir kukla yönetimle değil, Iraktaki ve bölgedeki diğer halklarla birlikte emperyalist işgal ve sömürüye karşı, özgürlük ve bağımsızlık için mücadeleyle gerçekleşecek. Kuzey Kürtlerine karşı Amerikan destekli inkar ve imha arekatı da sadece bu yolla boşa çıkarılabilecektir.