En iyi okul mücadeledir!
Kölelik yasasının çıkmasıyla birlikte hemen bütün işyerlerinde yeni hak gaspları gündeme geldi. Fakat patronlar bununla da yetinmediler. Yasanın kendilerine tanıdığı imkanları bir tehdit aracı olarak kullanıp ücretleri ve diğer hakları da iyice budamaya giriştiler.
Geçtiğimiz ay zam ayıydı. Temmuz ayı boyunca işçiler dört gözle maaşlarını alacakları günü beklediler. Ağustosun ilk haftasında bütün işyerlerinde zam oranları belli olmaya başladı. Hemen bütün işyerlerinde yapılan zamlar işçilerin beklentilerinin çok altındaydı.
Aslında bu önden tahmin edilmeyen, bilinmeyen bir şey değildi. Sermaye uşağı AKP hükümeti kamuda çalışan işçilerin maaşlarına yüzde 5-10 civarında zam yapmıştı. Bu orta yerde dururken patronların işçilere daha fazla zam vereceğini beklemek saflık olurdu. Zaten aldığı zammı beğenmeyip itiraz eden işçilerin aldığı yanıt genellikle şöyle oldu; koskoca devlet bile işçisine yüzde 8 veriyor, buna rağmen ben yüzde 10 zam yapıyorum. Daha fazla nasıl vereyim?
Patronların düşük zamma uydurduğu tek bahane hükümetin verdiği zamlar olmadı elbette. Asgari ücrette yeni bir artış olmaması da patronları cesaretlendiren bir diğer etken oldu. Hatırlanacağı gibi geçen seneye kadar asgari ücret 6 ayda bir arttırılıyordu. Patronlar da asgari ücretteki artışa paralel olarak ücretlerimizi yeniden düzenlemek durumunda kalıyorlardı. Bu sene asgari ücret yıllık belirlendiği için patronlar kendilerini daha rahat hissettiler.
Kendi bölgemiz üzerinden şu ana kadar zam oranları açıklanmış işyerlerine baktığımızda, geçen yıllardan çok daha yaygın bir sıfır zam dayatması görüyoruz. İPAŞ, Özdemirler Anten, Aktaş Çiçekçilik örneklerinde olduğu gibi birçok işyerinde çalışanların ücretlerine bir kuruş dahi zam yapılmadı. Zam yapılan işyerlerinde de oranlar yüzde 5-10 civarında oldu. Yüzde 15-20 gibi oranlarda zam veren işyerleri ise parmakla sayılacak kadar az.
Patronlar işsizlik sopasını kullanıyor
Eskiden işçilere az zam veren patronların hepsinin dilinde kriz tekerlemeleri olurdu. Krizden dolayı işyerinin zor durumda olduğu, işçinin de işverenin de fedakarlık yapması gerektiği şeklinde nutuklar atarlardı. Hepimiz bir aileyiz, bu fabrika benim olduğu kadar sizin de, batarsak hepimiz batarız lafları işçilerin kulaklarından eksik olmazdı.
Özellikle son iki yıldır kriz edebiyatının yanı sıra doğrudan doğruya işsizlik sopasının kullanıldığını görüyoruz. Sokakların işsizlerle dolu olmasına güvenen, istediği an istediği sayıda yeni işçi bulabileceğini hesaplayan patronlar, Bizim verebileceğimiz para bu. İşte kapı, beğenen çalışır, beğenmeyen çeker gider deyip işin içinden çıkıyorlar. Patronlar bu sözleri sadece blöf olsun diye de söylemiyorlar. Örgütlü, eylemli bir işçi tepkisiyle karşılaştıklarında eğer tepki yeterince caydırıcı değilse işçi atmaktan da çekinmiyorlar. Herhangi bir iş güvencesi olmayan, patrona geri adım attıracak bir örgütlülüğe sahip olmayan işçiler bu tehdit karşısında çoğu zaman çaresiz kalıyorlar.
Düşük zamma değişik tepkiler
İşçilerden bazıları bireysel girişimlerle durumunu düzeltmeye çalıştı. Patronla ya da patronun adamlarıyla konuşarak verilen zammı biraz daha arttırmaya uğraştı. Doğru dürüst gidip konuşarak dobra dobra benim hakkım bu değil, daha fazlasını istiyorum diyenlere fazla bir sözümüz yok, ama emeğiyle geçinen insanlara yakışmayacak davranışlar sergileyenler de oldu. Patronun gözüne girmeye uğraşanlar, rica edenler, yalvaranlar, ağlayarak acındırmaya çalışanlar ve daha ne numaralar.
İşçilerin bireysel tavır gösteren bir başka kesimi ise öfkesini içinden patrona kızıp küfrederek dindirmeye çalıştı, ya da daha ileri giderek işten ayrıldı.
Saldırının eylemle yanıtlanması
Bazı fabrikalarda ise saldırılar, dayatmalar eylemle yanıtlandı.
En örgütlü ve kararlı davranabilenler Casttle Blair işçileri oldu. Düşük ücret dayatmasına karşı iş yavaşlatan Casttle Blair işçileri, bazı arkadaşları bundan dolayı işten atılınca birbirlerine daha da kenetlendiler ve üretimi bütünüyle durdurdular. İki günlük direnişin ardından patron attığı bütün işçileri geri almak ve ücretlere de belli bir zam yapmak durumunda kaldı.
Büyükdemirlerde işçilerin hak talepleriyle başlattıkları ilk eylem başarıyla sonuçlandı. Fakat patron aradan iki hafta geçtikten sonra direnişçi işçilerden bazılarını işten attı. Bunun üzerine işçiler direnişe geçince 14 Ağustosta bir grup işçiyi daha attı.
Colins direnişinin akibeti ise biliniyor. Etkin bir iç örgütlenmeye sahip olmayan Colins işçileri düşük zamlara karşı eylemler yaptılar. Patron 300e yakın işçiyi kapı dışarı etti. Atılan işçiler 11 Ağustostan itibaren fabrika önünde direnişe geçtiler. Direniş giderek zayıflayarak ancak 8 gün sürdü ve 19 Ağustosta hiçbir kazanım elde edilmeden bitirildi.
Bunların yanı sıra bölgede başta Beko ve Özdemirler Anten olmak üzere çeşitli işyerlerinde eylemler, eylem girişimleri yaşandı.
Mücadelenin doğurduğu imkanları iyi kullanmalıyız
İşçiler içerisinde örgütlenme ve mücadele etme eğilimi belirgin şekilde artıyor. Sadece Esenyurtta değil, hemen her yerde aynı durum geçerli. Fakat yılların biriktirdiği tortuyu kırmak çok da kolay olmuyor. Özellikle genç kuşaktan işçiler örgütlenme ve mücadele deneyimine sahip değiller. Öncüler neyi nasıl yapacaklarının bilgisinden ve tecrübesinden yoksunlar. Sendikaların işçiyi eğitip örgütlemekten ziyade üye yapmaya çalıştığı, ilerici ve devrimcilerin sınıfın mücadelesine gereken ilgiyi göstermediği koşullarda mücadele için gerekli adımları atmaları daha da zorlaşıyor. Dejenere çevrelerin ve reformist grupların işçilerin geri bilincine oynayan tutumları da meseleye tuz biber ekiyor.
Fakat zorluklar işin sadece bir yanıdır. Öte yandan sermayeye karşı henüz elle tutulur sonuçlar üretmese bile şu an yaşanan parçalı hareketlilik sayesinde pek çok işçi sınıf mücadelesinin okulunda eğitilmiş oluyor. Pek çoğu hayatlarında ilk kez bir şeyler talep ediyorlar, haklarına sahip çıkmanın gururunu yaşıyorlar. Eylemle, direnişle tanışıyorlar. Patronla, sermayenin kolluk güçleriyle bambaşka bir zeminde karşı karşıya geliyor ve pek çok şeyi sorgulama ihtiyacı duyuyorlar. Bazıları taşıdıkları kabukları kırıyor, önemli bilinç sıçramaları yaşıyor. Her vesileyle tekrarladığımız gibi, işçilerin eğitilecekleri en güzel, en büyük okul bizzat sınıf mücadelesinin kendisidir.
Bunlar önemlidir. Yarının sert sınıf mücadelelerinin taşıyıcıları bu sayede ortaya çıkıyor ve yetişiyor. Öyleyse görevimiz, bugünkü mücadele sürecinin kesin kazanımlarla sonuçlanıp sonuçlanmadığına çok da takılmadan ortaya çıkan olanakları değerlendirmek, öne çıkan işçilerden mümkün olduğu kadar fazlasını sınıf bilinciyle donatmak ve partinin kızıl bayrağı altında örgütlemektir.
(Esenyurt İşçi Bülteninin Eylül 03
tarihli son sayısından...)
Irakta Amerikan jandarmalığına hayır!
Kolay bir zafer kazanacağını zanneden ABD emperyalizmi Irak halkının onurlu direnişi karşısında şaşkına döndü. Bitti denilen savaşın henüz yeni başladığı her gün biraz daha görülüyor. Irak halkı diz çökmüyor, boyun eğmiyor. Direniş gün geçtikçe yayılıp güçleniyor. İşgalci askerler Irak halkı tarafından birer birer kurşunlanıyor.
Zor durumda kalan Amerika, Irakta para karşılığı ölecek asker aramaya başladı. Diğer ülkelerden Iraka asker göndermelerini istedi. Almanya, Fransa ve Rusya gibi ülkelerin ise bu bataklığa girmeye pek niyetleri yok. Sadece Amerikaya muhtaç durumda olan bağımlı ülkeler Iraka asker göndermeyi kabul ettiler. Onlar da 50-100 kişilik göstermelik birlikler gönderiyorlar. Fakat Amerikanın on binlerce kiralık askere ihtiyacı var.
İşte Türkiyenin Iraka asker göndermesi tam da bu ihtiyaç üzerinden gündeme geldi. Amerika, daha önce tezkere meclisten geçmediği için Türkiyedeki uşaklarına kırgındı. AKP hükümetinin ve Genelkurmayın Amerikaya hizmette işi ellerine yüzlerine bulaştırdığını düşünüyordu. O nedenle her fırsatta hükümeti ve Genelkurmayı aşağılıyor, hakaret ediyor, onur kırıcı davranışlarda bulunarak onları hizaya getirmeye çalışıyordu. 10 Türk askerinin Süleymaniyede kafalarına çuval geçirilerek sorgulanmaları bu hizaya getirme işinin son perdesi oldu.
ABD şimdi de Türk askerinin kendi emrinde savaşmasını istiyor. Başbakan Erdoğan ise Amerikanın asker talebini hiç utanıp sıkılmadan müjde verir gibi açıklıyor. Bunu Amerikayla bozulan stratejik ilişkilerin yeniden onarılması için bir imkan olarak görüyor. Şu ana kadar yaşananlar, yapılan MGK toplantıları ve zirveler hükümetinden generallerine ve Cumhurbaşkanına kadar tüm devlet büyüklerinin Amerika asker istedi diye çok sevindiğini gösteriyor. Öyle ya; kızdırılan efendinin gönlünü almak için bir fırsat var. Bunu iyi değerlendirmek lazım! İçlerinde hiç kimse asker göndermeye karşı çıkmıyor. Tek dert ettikleri şey, halkın buna razı olup olmayacağı. O nedenle de durmadan açıklamalar yapıyor, halkı kandırmaya çalışıyorlar. Gazete ve televizyonlar da savaş borazanına dönmüş durumda.
Her şey çok açık. İMF politikalarıyla bizleri açlığa ve yoksulluğa mahkum edenler şimdi de işçi ve emekçi çocuklarını ABDnin hizmetinde savaşa sürmeye hazırlanıyorlar. Üç kuruş İMF kredisi için, dört beş tane Türk şirketinin Iraktan ihale alması için ve ABDnin gönlünü yapmak için askerlerin, daha doğrusu bizim çocuklarımızın kanını pazarlıyorlar. Gözü paradan başka bir şey görmeyen sermayenin uşak ruhlu hükümetine ve Genelkurmayına da doğrusu bu yakışır.
Bize düşen görev ise Irak halkıyla dayanışmayı yükseltmektir. İşçiler, emekçiler ve halklar emperyalist kan emicilerin müttefiki, suç ortağı olamaz. Biz Irak halkının ve diğer ezilen halkların müttefikiyiz. Bu mücadelede yerimiz onların yanıdır. Onların ABD emperyalizmine karşı savaşı bizim savaşımızdır.
Irakta ABD jandarmalığına hayır!
Amerika için atacak kurşunumuz,
dökecek kanımız yok!
Kahrolsun emperyalizm!
Yaşasın işçilerin birliği halkların kardeşliği!
(Esenyurt İşçi Bülteninin Eylül 03
tarihli son sayısından...)
|