Dünya Barış Günü 1 Eylül, emperyalist-kapitalizm koşullarında barışın mümkün olmadığının en önemli göstergesidir. Dünyanın efendileri, barış günü olarak Hitler ordularının Polonyayı işgal ettiği 1 Eylül 1939 tarihini alırken, istemeden bu gerçeği kayda geçtiler. Dünya halkları, insanlığın yeni nesilleri bu sayede, ikinci emperyalist paylaşım savaşını uzak bir anı olarak değil, canlı bir tehlike olarak görüyorlar ve böyle biliyorlar.
Bu savaşın dünya halklarına faturası büyük oldu. 20 milyonu Sovyet yurttaşı olmak üzere 50 milyondan fazla insan yaşamını yitirdi, milyonlarcası yaralandı ya da sakat kaldı. Tarihin en büyük soykırımı bu savaşta gerçekleşti. Bir anda yüzbinlerce insanı yok eden atom bombası ilk bu savaşta kullanıldı. Mayıs 1945te savaş sona erdiğinde, geride enkaz haline gelmiş kentler, köyler, kasabalar; açlık, sefalet ve acıyla boğuşan milyonlarca insan kaldı.
Sonraki 50 küsur yıl, savaşın emperyalist-kapitalizmin karakteristik bir özelliği olduğunu defalarca teyid etti. Sovyetler Birliğinin dağılmasına kadarki tarihsel kesit, soğuk savaş dönemi olarak adlandırıldı. Sovyetler Birliğinin gücü karşısında emperyalistler kolay kolay büyük maceralara girişmediler, ama fırsat buldukları her yerelde ellerini kana bulamaktan geri kalmadılar. Ulusal kurtuluş mücadelelerinin yaygınlaştığı Asya, Afrika, Güney Amerikanın çeşitli ülkelerinde işbirlikçileriyle elele verip ezilen halkları kırmaya devam ettiler. Özellikle emperyalist sistemin jandarması olarak ABDnin tezgahladığı darbeler nedeniyle, dünyada sürekli bir savaş hali yaşandı. İkinci paylaşım savaşından sonraki dönemde yaşanan can kaybı ve yıkım, iki büyük savaştakini geçti.
90ların başında emperyalist saldırganlık dizginlerinden boşalmaya başladı. Artık birbirlerini kollamak dışında onları tutan yok. Emperyalist savaş makinası dünya turuna Körfezden başlamıştı. Somali, Ruanda, Balkanlar, Afganistan duraklarından sonra gelip Irakta konakladı. 64 yıl önce 1 Eylülde işgal edilen Polonya, bugün ABD emperyalizminin taşeronu olarak Irakta işgalcilik yapıyor. O dönemde faşizmin soykırımına maruz kalmış Yahudilerin torunlarının kurduğu siyonist devlet, topraklarını gaspettiği Filistin halkına onlarca yıldır kan kusturuyor. Dünyanın değişik yerlerinde boğazlamalar sürüyor. Hepsinde emperyalizmin parmağı, özellikle de ABDnin rolü var. Keza dünyanın dört bir yanında, hatta demokrasi timsali ülkelerde bile işçi-emekçilere yönelik sömürü ve terörün dozu arttırılıyor...
Bunlar işçi ve emekçilerin görebildiği olgular. Bir de istatistiki açıklamalarda geçiştirilenler var. Mesela 2002 verilerine göre, 1 milyar insanın işsiz ve açıkta yaşadığı, 800 milyon insanın yeterince beslenemediği, 2 buçuk milyardan fazla insanın yoksulluk sınırı altında inlediği dünyamızda, tamamen işçi ve emekçiler tarafından üretilen toplumsal servetlerin 1 trilyon doları askeri harcamalara ayrıldı. Bunun 10 milyar dolarını Türkiye harcadı. Hani açlık sınırının 400 milyon lirayı geçtiği, demek oluyor ki bir işte çalışanlar içinde onlarca milyon insanın açlık sınırı altında yaşadığı, borç faizleri ve hortumcular için Iraka asker gönderme karşılığı 8 buçuk milyar dolar kredi/borç dilenen Türkiye...
Kimse kapitalist egemenlik ilişkilerinin hüküm sürdüğü bir dünyada bundan daha iyisini beklemesin. Emperyalist kapitalizmin insanlığa sunacağı barış, bunlardan ibarettir.
Egemen güçler halkların barış özlemini bir gün üzerinden kötürümleştirmeyi hesap etmiş olabilirler. Onlar sahte nutuklar attıkları ya da barışı bir güne hapsetme hesabı içinde oldukları için, 1 Eylül öneminden bir şey yitirecek değil. Neticede halkların barış özlemini dile getirmesi, bunun için tavır geliştirmesi, tam da emperyalist-kapitalist sistemin yadsınmasıdır. Bugün bunun farkında olmasalar bile, kitleler belli talepleri ileri sürdükleri bir mücadele sürecinden geçerek bunun bilincine varacaklardır. İşçi ve emekçiler, dünyanın ezilen halkları, kapitalizm koşullarında barışın mümkün olmadığını, olamayacağını kendi mücadeleleri içinde öğreneceklerdir. Buna öncülük etmek ve savaşsız bir dünya özlemini sadece sosyalizmin karşılayacağı bilimsel gerçeğini kavratmak ise, en başt komünistlerin sorumluluğudur.
Barış sosyalizmle gelecek!
ABD jandarmalığına soyunanlara Irak halkının yanıtı:
Sermaye iktidarı, Iraka asker göndermenin uygun siyasi ve askeri koşullarını oluşturmak için yoğun bir çaba gösteriyor. Ülke içerisinde savaş karşıtı muhalefetin önünü alacak bir dezenformasyon kampanyası yürütüyor. Komşudaki yangına kayıtsız kalamayız, Müslüman kardeşlerimize insani yardım amacıyla gidiyoruz, Irakın istikrarı bizim yararımıza vb. gerekçelerle işgalci suç ortaklığına kılıf oluşturulmaya çalışılıyor. Öte yandan buna uygun bir zemin hazırlamak için MİT ve ordu mensupları, yanı sıra meclis heyetleri de Iraka gönderiliyor. Böylelikle askeri bir hazırlık yanında Iraktaki çeşitli güçlerin Türk ordusuna karşı yaklaşımı ve karşılaşacakları riskler tespit edilmeye çalışılıyor. Irak halkının öfkesi bir parça yumuşatılarak ABD askerlerinin düştüğü duumdan kaçınılmaya çalışılıyor.
Ama bu mümkün değil. Irak halkı topraklarına emperyalizmin gerici çıkarlarının bekçiliği için giren, kendilerine kurşun sıkan ordulara da ABD askerlerine nasıl davranıyorlarsa öyle davranacaklardır. Irak topraklarına basan işgalci her güç gibi çiçeklerle değil silahlarla karşılayacaklardır.
Türk askerinin Iraka girmesi, işgalcilerin çıkarları ve ihtiyaçları için jandarmalık yapmaktan ibarettir. Irak işgalinde ABD maşalığına soyunmak, kardeş bir halkı arkadan hançerlemektir. Böylesine soysuz bir role soyunan Türk devletinin bu onursuzluğu bağışlanamaz. Iraktaki işgal karşıtı direnişçiler de Iraka gelecek her askeri kuvvetin işgalci muamelesi göreceğini şimdiden ilan ediyorlar. Medyaya yansıyan verilere göre direnişin en önemli merkezlerinden biri durumunda bulunan Fellucede halkın verdiği tepki açık ve nettir: Iraka gelecek her yabancı güç işgal kuvveti muamelesi görür. Irak halkının büyük çoğunluğunun da aynı tutumu gösterdiği kesindir.
Türk ordusunun Iraka gönderilmesi, ABDnin Irak halkının direnişi karşısında düştüğü açmazdan dolayıdır. Bu açmazdan kurtulmanın yolu olarak ABD askeri güçlerine kalkan olmak için başka ülkelerden asker talep edilmektedir. Sermaye iktidarının Irakta işgalciliğe soyunmasının arkasında başka bir neden yoktur. Çünkü sermaye iktidarı elini kolunu, beynini tümüyle ABDye kaptırmıştır. Türk askeri güçleri sadece ABDnin çıkarları söz konusu olduğu için işgalcilere karşı haklı ve meşru bir direnişi ezmek üzere öne sürülmektedir.
Asker göndermeye gerekçe yapılan istikrarsızlık, işgalci güçlerin Irak halkını teslim alamamaları gerçeğini ifade etmektedir. Irakta bir istikrarsızlık ve kaos varsa, bunun nedeni ABDnin işbirlikçileriyle birlikte bir halkı teslim almak ve egemenliğini sağlamak üzere zorbalığa başvurmuş olmasından dolayıdır. Irak halkı hiçbir meşruluğu ve kabul edilebilirliği olmayan bu işgalci egemenliğe karşı elbette tüm imkanlarıyla direnecektir. Elbette işgalcilerin hiçbir meşruluğu olmayan otoritesine ve düzenine tabi olmayacaktır. ABDnin Irakta aradığı istikrar, bu ülke üzerinde tam hakimiyetine ulaşmak ve mevcut direnişin köklerinin kazımaktır. İşte Türk askerine biçilen görev budur. Bu görev ABD jandarmalığıdır.
Türk askerinin gönderilmesi planlanan Irak toprağı bugün direnişin en yoğun biçimde yaşandığı bölgedir. Bu bölgede işgalci güçler hemen hemen her gün direnişçilerin saldırılarıyla karşılaşmakta, önemli can kayıpları vermektedirler. Hatta bu bölgede bulunan Felluce kasabası halkı direnişleriyle ABD askerlerini kasabadan kaçmak zorunda bırakmıştır. Türk askeri ABD askerlerinin giremediği bu bölgelere sokulacak, direnişi ezmek için Irak halkının üzerine kurşun sıkacak, katliamlar düzenleyecektir.
ABD uşaklarının asker göndermeyi meşrulaştırmak için kullandıkları diğer bir söylem de, komşudaki yangına seyirci kalamayız biçimindedir. Bu söylem ikiyüzlü olduğu kadar alçakçadır. Komşu bir halkın sadece ve sadece emperyalistlerin kirli çıkarları uğruna kırılmasında görev almak, destek vermek ihanet dışında başka türlü adlandırılamaz. Komşudaki yangın emperyalistler tarafından çıkarılmıştır, Irak halkı ise bu kundakçılara karşı direniş ateşini yayarak yanıt vermektedir.
Irakta yaşanan basit ama keskin ikilem şudur.
Bir tarafta emperyalist işgal orduları bulunmaktadır. Diğer tarafta ise bu emperyalist işgale karşı özgürlükleri için direnen Irak halkı. Öyleyse ya bu direnişin yanında olunur, ya da karşısında! Bir üçüncü yol yoktur. Iraka asker gönderenler de taraflarını seçmiş, işgalcilerin yanında Irak halkının direnişini ezmek için saf tutmuş olacaklardır. Böyle olduğu için komşuluk ya da müslümanlık kendileri lehine hiçbir anlam taşımayacaktır. Tersine, işgalci bir güç olarak Irak topraklarında bulunan müslüman ya da komşular, hain ve uşak damgasını taşıyarak, Irak halkının haklı öfkesine hedef olacaklardır.