- Toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde grev aşamasına nasıl gelindi?
- 12 Eylül sonrasnda TiSlerde izlenen yol konusunda iki farklı yaklaşım sözkonusu. Hava-İş, Deri-İş, TÜMTİS gibi istisna birkaç sendika dışında, Türkiyede toplu iş sözleşmeleri, taraflararası bir müzakereden çok konfederasyon ve hükümet arasında diyalogla kotarılan iş haline geldi. Böyle olunca da hükümetin İMFye verdiği sözler toplu iş sözleşmelerini çok ciddi bir biçimde belirler hale geldi. İMFnin hükümete dayattıklarını hükümet de Türk-İş yönetimine dayattı ve işler bu çerçevede bir sonuca bağlandı. Dolayısıyla toplu iş sözlemeleri, işçilerin eskiden olduğu gibi kendini içinde hisettiği ve politikasını kendinin belirlediği, tartışmalarını kendinin yürüttüğü, yahut taleplerini kendisinin müzakere ettiği bir iş olmaktan ciddi bir biçimde çıktı.Bugünkü TİS, tamamen hükümetle Türk-İş arasında tartışılan ve sonuçta da işçilerin iradesine başvurulmadan taraflar arasında üzerinde anlaşılan bir konu haline geldi.
Gündemdeki görüşmelere gelince. Bilindiği gibi hükümet önce Türk-İşe birinci altı ay zam yok, yani 0 zam gibi bir lafla zam vermeyeceğini deklare etti. Arkasından ikinci altı ay konusunda yüzde 7, bir sonraki yılın ilk ve ikinci altı ayı için yüzde beş önerdi.
Türk-İş ilk etapta hükümetin sıfır zam teklifinin kabul edilebilecek bir şey olmadığını ilan ederek, buna karşı espiritüel denen eylem türlerinden bahsetmeye başladı. Bu eylemlerin gerçekten ne anlama geleceğini, nasıl ifade edileceğini, pratik olarak neye denk düşeceğini bilmek çok mümkün değil. Ama sonuçta bunun altından bekleme politikası çıktı. Ardından hükümet yetkilileri ve Türk-İş yeniden yan yana geldiler. 2 Temmuzda yüzde 4 gibi bir zam telafuz edildi. Türk-İş bunu bir olumluluk saydı. 3 Temmuzda ise başbakan bir puan daha arttırarak yüzde 5 dedi.
İşçilerin reel ücretlerindeki kayıpları ve önümüzdeki yılın enflasyon oranını dikkate aldığımızda, işçilerin hem reel ücretlerinin hem de enflasyon karşısındaki alım güçlerinin çok ciddi bir biçimde gerilediği bir gerçeklik. Bu toplamında yüzde 50-60 oranında bir gerileme. Öte yandan hem yoksulluk sınırını hem de açlık sınırını belirleme konusunda Türk-İşin kendi istatistikleri sözkonusu. Dört kişilik bir ailenin mutfak masraflarının 483 milyon, yoksulluk sınırının ise 1 milyar 300 milyon olduğunu tespit eden bizzat Türk-İş. KİTlerde çalışan işçilerin ortalama maaşlarının 650 milyon olduğunu gözönüne alırsak, işçilerin açlık sınırındaki bir sözleşmeye olumlu gibi yaklaşan bir tutum sözkonusu. Bu kabul edilebilir şey değil elbette.
Bir sendika konfedarasyonun hukuken TİS yapma hakkı ve yetkisi yok. Konfederasyonların sendikaları yönlendirme, sendikalara politikada öncülük etme ve devletle yürütülen siyasi ilişklerde belirleyici olma anlamında bir misyonu sözkonusu. Yoksa birebir, tek tek sendikaların yapacağı TİSlere müdahale edemez. Ama somut uygulamada izlenen çizgi ile bu dayatılmak isteniyor. Tepeden hükümet nezdinde TİS yapma anlayışı, Türkiyede artık giderek resmileştirilmeye çalışılıyor.
Böylece konfederasyonlar bugün tamamen devletle işçiler adına pazarlık yapan bir kurum haline dönüşmüştür. Sendikaların da bundan çok rahatsız olduklarını söylemek mümkün değil. İstisna bir iki sendika dışında.
- Şu an hükümetle yapılan görüşmelerdeki son durum nedir?
- Bugün hükümet, tam şark kurnazlığı denebilecek bir şekilde, bir önceki TİSin enflasyon farkının 2003 yılının başındaki ücretlere yansıtılmış olmasından hareketle, yeni yapılacak TİSlerin birinci 6 aylık zammını gaspetmek istiyor. 6.2 oranında zam verdik deniliyor. Bu yılın enflasyonu da muhtemelen ilk 6 ayda yüzde 13e tekabül edecek. Yüzde 11-12lerde Türk-İş bu sözleşmeleri bağıtlar diye düşünüyorum. Yani bir önceki dönemde vermediklerini yeni dönemde veriyormuş gibi gösterip ve bu yılın enflasyonunu yüzde 13 olduğunu varsayarsak enflasyonun yarısına bir ücretle işçiler yeniden satılacak diye düşünmek mümkün. Buradan daha farklı bir sonuç çıkacağını sanmıyorum.
Biz yukarıdaki gibi bir politikaya onay vermesek de, kendimizi bunun dışında tutsak da kaçınılmaz olarak 457 bin kamu işçisi içerisinde 10 bin işçiyi çok olumsuz bir noktada etkileyeceğini biliyoruz. Artı işkolumuzun özelliklerinden dolayı, örneğin turizm mevsiminde olmamızdan dolayı, greve yönelik bir girişimimiz anında hükümet yasağı ile karşılaşır. Bu ülkede hukuksal olmayan grev ertelemelerinin gerekçeleri teorik olarak belki anlaşılır. Ama Türkiye koşullarında bugün değerlendirdiğimizde THY grevi ne genel sağlığı tehdit eden bir unsurdur, ne de genel güvenliği tehlikeye sokacak bir durumdadır. O yüzden her iki gerekçe de geçersizdir. Böyle olmakla beraber hükümet, böyle bir grev kararını erteleyeceğini bazı bakanlarının ağzından şimdiden deklare etmiş durumda. Bu aba altından sopa göstermektir.
- Ciddi bir gerekçe de olması gerekmiyor. Lastik grevini, şişe cam grevini de bu yolla bitirebildiler...
- Belediye grevlerini de aynı şekilde bitirdiler.
- Bu durumda süreç çıkmaza girmiş gibi görünüyor hukuki olarak. Peki, THY işçisi TİS saldırısını, işçi sınıfının tüm kesimleri ise özelleştirme ve kölelik yasası saldırılarını nasıl püskürtecek?
- Biz sendika olarak işçi sınıfının yüzyüze bulunduğu durumun çok içaçıcı olmadığına inanıyoruz. Örgütlülük olarak yeterli olmadığını görüyoruz. Artı Türkiyedeki sendikaların anlayışı, sınıfı hareket ettirebilecek, sınıfı bir noktaya götürebilecek bir enerjiden de yoksun. Bundan dolayı da bugünden yarına sistemin bu topyekün saldırısı karşısında bir direnç sergileyebilme olanağı yok. Ama dünyadaki sınıf hareketindeki gelişmeler bizden farklı. Genelde ciddi bir kabarış, bir radikalleşme ve tepki var. Eğer o rüzgar ciddi anlamda bu taraflarda hissedilir noktaya gelebilirse Türkiyede de bir canlanmaya neden olabilir.
Türkiye işçi sınıfı mücedelesinde TİS dönemleri çok belirleyicidir. Ekonomik-demokratik kazanımları çoğu durumda bu dönemlere denk düşmüştür. Ama içinde bulunduğumuz dönemi hükümetle Türk-İş arasındaki pazarlıkla sönümlendirirlerse bence bir anlamda bir kabarışı zayıflatan, tepkiyi yatıştıran ve işçilerin direncini kıran bir faktör olur.
İşveren artık iç rahatlığıyla, kölelik yasasını da arkasına alarak, sömürüsünü katbekat artırma olanağı bulacak.
- Yükselen uluslararası işçi hareketinin Türkiyedeki sınıf hareketini etkileyebileceğinden bahsediyorsunuz. Peki böylesi bir sendikal örgütlülüğün olduğu bir yerde işçi sınıfı hangi kanallardan harekete geçebilir?
- Ben artık Türkiyedeki örgütlü işçi kesiminin sayısal ve niteliksel anlamda, tek başına yeni bir dalga yaratabileceği kanaatinde değilim. O yüzden, daha çok da örgütsüz duran ve sendikasız olan çok ciddi anlamda da sömürüye açık kesimlerde, devrimci-demokrat kesimlerin ve sınıftan yana olan sendikaların ciddi anlamda kalıcı uzun vadeli bir çalışmasıyla yeniden bir kabarışı, yeniden bir uyanışı ve ayaklanışı yaratmak mümkün olabilir. Bu da dediğim gibi uzun vadeli, gayretli bir çalışmayla olabilir. Yoksa sendikaların bugünkü halleriyle bir yaptırımı sözkonusu bile değildir.