İran, değişik faktörlerin çakışması sonucu, hızla uluslararası gündemin merkezine oturmaya başladı. Bir yandan ABD emperyalizmi bir dizi gerekçe göstererek tehditler savuruyor, sataşmalarını sürdürebilmek için fırsat kolluyor, basına saldırı planları sızdırarak gerginliği tırmandırıyor. Öte yandan, ABD yönetiminin İran halkına isyan davetiyeleri çıkardığı bir dönemde, ülkede bir öğrenci hareketi patlak vermiş bulunuyor. Geçtiğimiz hafta başında Tahran Üniversitesi kampüslerinde başlayan öğrenci gençlik eylemleri günler boyunca dinsel gerici rejimi sıkıntıya soktu. Gösteriler hızla ülkenin başkent dışındaki üniversitelerine yayıldı. İktidarın en ileri düzeydeki temsilcilerini hedef alan, teşhir eden, devlet başkanı Hatemiyi istifaya çağıran şiarların atıldığı öğrenci gösterilerinin anında kitlelein desteğini gördüğüne tanık olundu.
Geçmiş örneklerin de kanıtladığı gibi, İranda öğrenci gençlik sadece kendi talepleri uğruna harekete geçmemekte, toplumun sürekli bastırılmış derin talep ve özlemlerini dile getirmektedir. Bu nedenle, tehlikenin kazanacağı boyutu saptamakta zorluk çekmeyen iktidar, öğrenci hareketini doğmadan susturma yolunu seçti, şiddet estirerek yaygınlaşmasını engellemeye çalıştı. İran üniversitelerinde patlak veren öğrenci eylemleri 9 Temmuz 99da kana boğulan bir diğer öğrenci hareketinin yıldönümünün arifesine denk geldi. İktidarın milisleri aracılığıyla şiddet estirerek, Vatan hainleri!, ABDnin kiralık katilleri! türünden nakaratları tekrarlayarak dizginlediği hareket önümüzdeki günlerde yeniden alevlenme riski taşımaktadır.
Ancak ABD emperyalizminin sürdürdüğü sataşma politikası, İran toplumunun ertelenmiş mücadele dinamiklerinin bir kez daha geri plana atılmasına neden olabilir. Çünkü Washington İran emekçi sınıf ve katmanlarının meşru ve haklı taleplerini kendi emperyalist emellerine dayanak, saldırganlığına argüman etmeye çalışmaktadır. Hatta, ABD İranda patlak veren öğrenci eylemlerinden kendisine pay çıkarmaya çalışmakta, sataşmaları sonucunda İran halkının rejime karşı ayaklanma refleksi gösterdiğini iddia etmektedir. Ancak herşeyden önce şunu vurgulamak gerekir ki, İran öğrenci gençliği ABD emperyalizminin çıkardığı isyan davetiyesi sonucu harekete geçmiş, eyleme başlamış değildir.
Dinsel gerici rejim yıllardan beri İran toplumunu saymakla bitmez bir sıkıntı yumağına dönüştürdü. Mollalar zamanla elde ettikleri iktidar deneyimi sayesinde, değişik etkenlere dayanarak, bugüne kadar büyük ölçekli bir sosyal patlamayı engelleyebildiler. Esas olarak emperyalist entrikalar sonucu patlak veren ve on yıl süren İran-Irak savaşı yobaz iktidarın palazlanmasına olanak sağladı, zaman tanıdı. Mollalar iktidarı savaş politikasına, dış düşman tehlikesine dayanarak sağlamlaştırdığı mevzilerden hareketle topluma hükmetmeyi, emekçi sınıfların en temel taleplerini bastırmayı, en mütevazi muhalefet odaklarının doğmasını bile engellemeyi başarabildi. Gerici rejim, petrol rantını kullanarak, yeri geldiğinde bazı temel toplumsal dengeleri kısmen gözeterek, zorlandığında terör estirerek, toplumun ulusal ve dini duygularını istismar ederek varlığını bugüne kadar suuml;rdürebildi. Eğer İran ABD emperyalizminin politikası sonucu devrimden bu yana karantinada tutulmamış olsaydı belki de gelişmeler bir başka seyir izleyebilir, mollalar iktidarı bu kadar uzun ömürlü olma olanaklarından mahrum kalabilirdi.
ABD emperyalizminin Irakta karşılaştığı güçlüklerin artmasına paralel olarak sıkıntılarından sorumlu tutacağı, saldıracağı başka hedefler araması ve bu hedeflerinin başında da İranın yer alması bir rastlantı değildir. İranın hedef seçilmesi ile Washington birbirini tamamlayan iki amaç gütmektedir. Birincisi, Irakı bir arpalığa dönüştürerek doğrudan Körfeze yerleşmeye çalışan ABD bölgede kendisinin dümen suyunda olmayan rejimlerin elenmesini hedefliyor. ABD yöneticileri bu planlarının kapsamını gizleme gereği bile duymuyor, bölgeyi ABDnin stratejik çıkarlarına göre yeniden biçimlendirmeyi, kara listeye almış oldukları rejimleri devirmeyi amaçladıklarını açıklamakta bir sakınca görmüyorlar. Iraktan sonra sırada İran ve Suriye bulunuyordu. Fakat İranın önemi ve bölgedeki rolü Suiyeyi tali konuma düşürdü.
İranın saptanan hedefler arasında ilk sırada yer alması ABD emperyalizminin bölgedeki hesaplarına birçok bakımdan denk düşmektedir. İlkin sorunun güncel bir boyutu mevcut. ABDnin İranı ısrarla hedef göstermesinin gerisinde Irakta karşılaştığı çıkmazlarına bir çıkış yolu araması var. Irakta işgal güçlerine karşı direniş eylemlerinin artmasıyla orantılı olarak, ABD İranı tehdit etmekte, onun sorumluluğunu vurgulamakta ve hatta sorunu daha genel bir düzleme oturtarak kitle imha silahlarından, nükleer tehditten, El Kaide ile ilişkilerden, uluslararası terörizme destekten bahsetmektedir. Böylece ABD İran üzerinde yoğunlaştırdığı baskı ve tehditlerden Iraktaki konumu açısından ivedi bir sonuç beklemektedir. Yani Washington İrana sataşarak, Irak Şiilerini etkisizleştirip susturmaya çalışmaktadır. Kimi haberlerde, son günlerde Iraklı Şii &oml;nderlerin ABD güçlerine karşı daha anlayışlı bir tutum takındıkları ve ılımlı bir yaklaşımdan yana oldukları iddia edilmektedir.
ABD emperyalizminin İrana sataşmasının bir de, yukarıda da belirtildiği gibi, uzun vadeli bir boyutu mevcut. Ancak, ABD bu politikasını ikili ilişkiler çerçevesinde icra edemez. Sorun uluslararası ve çok taraflı bir nitelik kazanmak zorundadır. Çünkü İran dış saldırılara kolay yem olacak bir ülke olmadığı gibi emperyalist güçler arası stratejik çıkar çatışmalarının kendini çok daha ileri boyutlarda ifade ettiği bir alan. İran dünyanın en önemli petrol ve doğal gaz üreticilerinden birisi, kritik bir jeostatejik konuma sahip, büyük bir iç pazarı var. Ve bu pazarda Rusya, Çin ve Almanya gibi güçler önemli mevziler tutmaktadır. Hatta Rusya Tahranla iktisadi alanda stratejik anlaşmalar imzalamakta, ABDnin tüm uyarılarına karşın nükleer teknoloji transfer etmekte sakınca görmemektedir. Dolayısıyla, ABD emperyalizminin sataşmaarını ileri boyutlara vardırması ve tehditlerini fiili bir saldırıya dönüştürmesi durumunda, sorun Irak örneğinden daha da karmaşık bir biçim kazanacaktır.
İran sorununun hızla uluslararasılaşma risklerinin ilk işaretlerinden birisi Fransanın tavrı. 17 Haziran sabahı 1300 polis ve jandarmanın seferber edilmesi sonucu Paris civarında yaşayan Halkın Mücahitleri örgütü yönetici ve taraftarlarına yönelik bir operasyon gerçekleştirildi. Bu operasyonun gerisinde ciddi politik hesaplar var. Zira sözkonusu olan sadece büyük ölçekli bir polis operasyonu değil, Tahran rejimine verilmiş bir mesaj, politik bir jesttir. Yaklaşık 160 kişinin gözaltına alındığı operasyon başta Paris olmak üzere Avrupanın birçok kentinde şiddetli protestolara yol açtı. Pariste Fransız istihbarat örgütü DSTnin binasının önünde, Fransanın Londra, Roma ve Bern elçilik binaları önünde sokakta kendilerini ateşe verenler, hatta ölenler oldu. Bu tavrı ile Fransa bir yandan terörizme karşı mücadele etti&crren;ini, ABD emperyalizmi ile aynı eksende bulunduğunu kanıtlamak istemekte, ama öte yandan bunu ABDnin kıskaca almaya çalıştığı İran rejimine göz kırpma operasyonuna dönüştürmektedir.
Washington ile Paris arasında benzer bir uyumsuzluk Evian Zirvesinde de ortaya çıkmıştı. Zirve sırasında Bush İranın nükleer programından rahatsız olduğunu tekrarlamıştı. Ancak Chirac Bushun Evianı terk etmesi ile birlikte yapılan ortak açıklamaya şerh koyarcasına, Bushu yalanlarcasına, hem Rusya ve hem de İranı aklar bir tavırla, Tarhanın nükleer programından rahatsız olmadığını ve endişe duyulacak bir neden bulunmadığını belirtti. Tüm bu gelişmeler, İran sorununun karmaşık niteliğini ortaya koyuyor.