21 Haziran'03
Sayı: 24 (114)


  Kızıl Bayrak'tan
  Kuşatmayı yarmak için öncü ve devrimci işçiler bir adım öne çıkmalıdır!
  Kamu TİS'leri sürüyor...
  Uğur Ziyal'ın ABD ziyareti ve ötesi...
  ÇEAŞ ve Kepez elektrik operasyonu
  Özelleştirme yağma ve talandır!
  KESK bölge mitingleri...
  Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu araştırmasını bitirdi...
  Irak'ta işgal karşıtı direniş büyüyor...
  "Yol haritası" şimdiden iflas etti!
  Savaş kundakçılarının yeni hedefi İran!
  İran: İç dinamikler ve emperyalist hesaplar
  İşçi hareketinin sorunları ve müdahale sorumluluğu
  Ünifil'de sendikalaşmaya karşı işten atmalar ve işçilerin iş bırakma eylemi
  İşçi ve emekçi eylemlerinden...
  Teslimiyetçi bir liberalin "genel af" hayali ve kuyrukçu argümanları
  Burjuvazi sömürü ve saldırıda tatil yapmıyor...
  Geleceğine sahip çık!
  Fransa'daki büyük kitle hareketliliği hız kesiyor...
  ABD, Ortadoğu ve Filistin...
  Etkinlik ve faaliyetten...
  Fantezi fabrikaları
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu araştırmasını bitirdi...

Ortada yine kocaman bir hiç!

Meclis Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu’nun çalışmalarını tamamladığı ve rapor yazımına başladığı duyuruldu. Komisyonun CHP’li üyelerinden İstanbul milletvekili Ahmet Güryüz Ketenci, komisyon çalışmalarına ilişkin açıklamasında; “Meclis bu sefer yolsuzlukların hesabını sormakta kararlıdır. Kimse bu komisyondan geçen dönemlerde yaşandığı gibi bir aklama-paklama beklemesin” diyor. Ama sözünü ettiği komisyon, yolsuzlukların -daha önce açığa çıkarılmış olanların bile- binde birini ele almış değil. Haberlere yansıdığı kadarıyla, komisyon, esas olarak ANAP eski başkanı Mesut Yılmaz’la bağlantılı konularla ilgilenmiş görünüyor. Onca yolsuzluk iddiası ve davası bulunmasına rağmen, AKP’li başbakan ve çevresine ise yanaşmadılar bile.

Yakınlarına bile yanaşılmayan iki küçük örnek: Gümrük ve Maliye müfettişleri, Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun hakkında “evrakta sahtecilik” ve “kaçakçılık” savıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Bakana isnat edilen suç İhlas Bisanlar Sanayi ve Ticaret AŞ’nin üst düzey yöneticiliğini yaptığı döneme ait.

Maliye Bakanı Kemal Unakıtan kendisine bağlı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü, Gelirler Genel Müdürlüğü, Milli Emlak Genel Müdürlüğü ve Hazine’nin İç Ödemeler Saymanlığı’nın denetlenmesine 30 Mayıs ‘03 tarihinde onay verdi. Bir hafta sonra herhangi bir gerekçe göstermeden kendisine ve hazineye bağlı kurumları denetim programından çıkardı. Biri hakkında suç duyurusu da bulunan dönemin bu iki bakanı ve faaliyetleri komisyonun ilgi alanı dışında kalıyor doğal olarak!

Diğer yandan, artık herkes biliyor ki, böyle büyük yolsuzlukların üç temel ayağı var. Kapitalist-politikacı (bürokrat)-güvenlikçi (polis, MİT ya da asker). Biri iş bitiriyor, diğeri göz yumuyor (MİT’in kullandığı belirtilen Çakıcı’nın büyük ihalelerde üstlendiği role bakılırsa iş göz yummanın çok ötesine geçiyor), işadamı parsayı topluyor. Tabii, buna destek veren her kişi veya birimi de fazlasıyla “görmesi” gerekiyor. Bu böyle olduğu halde, başbakan kalkıp, işadamlarının yolsuzluklar konusunda pek hassas davranmadığından yakınıyor. İşadamları adına Erdoğan’ı yanıtlayan Koç da, başbakanın kısmen haklı olduğunu, daha hassas davranmaları gerektiğini söylüyor.

Burada önemli olan herhangi bir yolsuzluk soruşturmasında Koç adının geçip geçmemesi değil. Çünkü ne Erdoğan Koç’tan söz ediyor, ne de Koç kendi adına yanıt veriyor. Her iki taraf da “işadamı” genellemesiyle konuşuyor.

Bu durumda CHP’li komisyon üyesinin sözleri kimi kandırabilir ki? Yolsuzlukların üzerine gitmekte kararlılarmış, kimse aklama-paklama beklemesinmiş!.. Bu bakışla, bu zihniyetle yolsuzlukların üzerine gidilmeyeceği artık herkes tarafından biliniyor.



Karşılıklı suçlamalar!

Dönemin Mali Şube Müdürü Şerafettin Bural (Balina operasyonunun yürütüldüğü İzmir’de Mali Şube Müdürü, Örümcek Ağı operasyonu sırasında Ankara Mali Şube Müdürü iken görevden alındı) komisyona verdiği ifadede; “687 firmanın yaptığı hayali ihracatta 56 milyar doların hortumlandığını, ancak 5 milyar dolarlık 2 olayın çözüldüğünü, 38 teşekkülün henüz tam olarak ortaya çıkarılmadığını; bu işin tepesindeki siyasetçiye de siyasetçinin kardeşine de ulaştıklarını” söyledi. Siyasetçi Yılmaz, kardeşi de Turgut Yılmaz oluyor. Bural ayrıca, “T. Yılmaz ekibimizi dağıttı, soruşturmanın önünü kesti” diyerek, açıktan isim de veriyor.

Polisin bu suçlamasına karşı Mesut Yılmaz komisyona verdiği ifadesinde; “Bu yasalar düzeninde Emniyet ve MİT’in bu yapısıyla çetelerle mücadele mümkün değil. Anında her türlü bilgiyi alıyorlar. Kolları devletin içine sızmıştı çetelerin. Devletin kurumları, çetelerle mücadelede bana yardımcı olmadı. Ben de bu nedenle Emniyet ve MİT içinde özel birim kurulmasını sağladım ve o zaman başarılı olduk. Bu özel birimlere örtülü ödenekten para verdim. Villa tahsis ettim, her türlü imkanı sağladım” diyerek, suçu aynen emniyete havale etmiş oldu.

Her iki tarafın ifadelerinde de kendilerini temize çıkarmaya yönelik kısımları geçersek, ortada aynı çıplak gerçek kalıyor: Kimi zaman elele kimi zaman birbirinden bağımsız biçimde emniyet de siyaset de yolsuzluk konusunun öznesi konumundalar. Dün DYP, ANAP, DSP... Bugün ise AKP. Partilerin hükümet nöbeti değişiyor, ama durum değişmiyor. Emniyet’te ise işler daha çetrefil. Orada nöbet değişikliği de söz konusu değil. Sadece çok fazla deşifre olduğunda görev yeri değişebilir. Bu da durumu esastan etkilemez.

Komisyona, görevine ve iddiasına dönersek; hiçbir taşı yerinden oynatmadan yolsuzlukları ortaya çıkarmayı iddia etmenin ne kadar büyük bir yalan ve oyalamaca olduğu ortadadır. Bu oyunu son yıllarda hemen her hükümetin birer kez oynamış olmasına rağmen ortada kocaman bir hiçten başka bir şey bulunmuyor. Ki, iddianın en ateşli savunucularından biri olan M.Yılmaz bugün hedefteki adam konumuna düşmüş durumdadır. Onun nöbetinde açılmış olan yolsuzluk dosyalarının da sadece kendi suçlarını aklama amacıyla kullanıldığı hafızalardadır.

Şimdi “yolsuzlukları soruşturma” adı altında kendi yolsuzluklarının üstünü örtme sırası AKP hükümetine ve onun hakkında en fazla yolsuzluk iddiası/davası bulunan başkanı Erdoğan’a gelmiş bulunuyor.

Biraz da biz oyalarız, bu da böylece sürer gider, diyorlar. Bir yere kadar da “haklı”lar. O “bir yer” yolsuzlukların tek mağduru konumundaki işçi ve emekçi kitlelerin “artık yeter!” diyeceği yerdir. Bu ise, yolsuzluklarla birlikte bu soygun ve sömürü düzeninin de sonu olacaktır.



Sicili bozuk “demokratik” devlet!

Gün geçmiyor ki yeni bir işkence veya yeni bir hak ihlali ile karşılaşmayalım. Devlet, yapısı gereği bunu hiç aksatmıyor. Tüm kesimleri bu korku batağında ezmek, sermayenin önündeki tüm engelleri kaldırmak istiyor. Bunu yaparken de toplumun tüm ilerici, mücadeleye eğilimli kesimlerine gözdağı vermek istiyor.

Sinop’ta 1 Mayıs’a katılan 46 işçi, kamu emekçisi ve öğrenci hakkında soruşturma açıldı. Valilik “suçlular”ın bundan sonraki hareketlerini yakından izleyecekmiş. Yani yasal 1 Mayıs eylemine katılmak bile potansiyel birer “suçlu” olarak izlenmeye yeterli bir gerekçe.

Diyarbakır’da öğretmene Kürtçe laf attıkları gerekçesi ile 2 öğrenciye işkence yapıldı. İşkence sırasında çocukların suratına insan dışkısı sürüldü. Ayrıca ‘ibret-i alem olsun’ diye çocuklar kent merkezinde dolaştırıldı.

İstediğini yapmakta ve yaptırmakta özgür olan polis bu sefer de İstanbul Laleli’de bir seyyar satıcıya zorla çiğ balık yedirdi. İşsizlikten dolayı en çok tercih edilen iş, işportacılık ya da küçük bir yemek tezgahı açmaktır. Hayatın zorlukları yetmezmiş gibi polislerle de uğraşır bu alanda çalışanlar. Laleli’de balıkçılık yapan M. Kakız tezgahındaki çiğ balıkları zorla yemek zorunda kaldı. Ayrıca kuruyemiş satan M. Gümüş fıstıkları kabuğu ile, tatlı satan S. Çakmak tatlıların tümünü polis zoruyla yediler.

DEHAP İstanbul Kadın Kolları yöneticisi Gülbahar Gündüz kaçırılarak işkence gördü, taciz ve tecavüze uğradı. Birçok yerinde darp ve kesik var. Aynı zamanda suratında sigara söndürülmüş.

Sicili bozuk Erdoğan’ın bir konuşması sırasında iki genç gerçekleri haykırdılar. Ardından demokrasi gereği yaka paça salondan çıkartılarak tuvalete kilitlendiler. Erdoğan da “zaten sicilleri de bozuk” diyerek esasta büyük bir gaf yaptı.