Hükümet bir yandan ABye uyum adı altında ardı ardına göstermelik demokrasi paketleri açarken, diğer yandan demokratik hak ihlalleri, kazanılmış hakların gaspları artarak devam etmekte.
İşkence ve baskılar hiç bitmiyor, işkenceciler aklanmaya, işkence görenler suçlanmaya devam ediliyor. Bir tiyatro sahnesinin dekorlarından bile bölünme paranoyalarına malzeme çıkarabiliyor, oyuncuları hakkında Devlet Güvenlik Mahkemesinde açabiliyorlar.
Daha da vahimi, en temel ve vazgeçilemez hakların başında gelen çalışma ve yaşama hakkını gaspederek, işçi ve emekçileri kitlesel işsizlik ve açlık batağına mahkum edecek yasaları el çabukluğuyla meclisten geçiriyor, yürürlüğe sokuyorlar.
Bu böyle olduğu halde, Avrupa demokrasilerinden hiçbir tepki, hiçbir itiraz duyulmuyor. Nasıl duyulsun ki, zaten onların anladığı, uyguladığı ve üyelik için dayattığı demokrasi işte böyle bir şey. İşçi ve emekçi kitlelere yönelik her türlü hak gaspını onlar da ellerinden geldiğince, sınıf izin verdiği oranda uygulamakta. ABnin merkezindeki metropoller, haftalardır işçi eylemleriyle çalkalanıyor. Sebebi ise buradakiyle aynı; sınıfın kazanılmış haklarını ortadan kaldırma çabaları.
Avrupadaki işçiler kazanılmış haklarını korumak için direniyor. Türkiyede ise tam da şanlı 15-16 Haziran direnişinin yıldönümüne yakın çıkarılan yeni iş yasasına karşı sendikalar tam bir ölü sessizliğine bürünmüş durumda. O derece ki, önceki yıllarda göstermelik/geçiştirmelik de olsa 15-16 Haziran yıldönümleri hatırlanırdı. Bu yıl, böylesine ağır bir saldırı karşısında işçilere direniş sözcüğünü hatırlatmamak için olsa gerek, direnişin yıldönümü adeta unutuldu.