26 Nisan '03
Sayı: 16 (106)


  Kızıl Bayrak'tan
  İşçi sınıfının ve ezilen halkların birlik, mücadele ve dayanışma ihtiyacı!
  Yağmacılar işbaşında!
  Bu katliamın, yağmanın ve talanın hesabı sorulacak!
  Irak halkının "güvenliği"ni ABD'nin kiralık katilleri sağlayacak!
  Emperyalistler arasında savaş ganimeti üzerinden derinleşen çatışmalar!
  Filistin halkıyla dayanışmayı yükseltelim!
  Irak halkı emperyalist işgale boyun eğmeyecek!
  İMF-TÜSİAD programları iptal edilsin!
  TEKEL'in özelleştirilmesi süreci başladı
  KESK 1. Olağan Danışma Kurulu Toplantısı...
  Demokratik hak ve özgürlükler için 1 Mayıs'ta alanlara!
  Atina Zirvesi ve AB emperyalizminin ikiyüzlü Irak politikası
  1 Mayı mücadele geleneğimizde elden ele taşınan kızıl bir bayraktır!
  1 Mayıs çalışmalarından...
  İşçi ve emekçilerden 1 Mayıs çağrısı...
  Emperyalist savaşa ve işgale karşı SÖZ ÜNİVERSİTE'DE!
  Şimdi namlunun ucunda diğer Ortadoğu ve dünya halkları var!
  Hatice Yürekli: Sarsılmaz bir irade ve inanç
  Hatice Yürekli yoldaşa....
  II. BİR-KAR Gençlik Kampı başarıyla gerçekleşti..
  Fransa'da "İşçilerin birliği, halkların kardeşliği" etkinliği
  Basında emperyalist işgal!
  Güney ve devrimci yurtsever görevler
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
1 Mayıs mücadele geleneğimizde
elden ele taşınan kızıl bir bayraktır!

Kan ve can bedeli kazanılan bir mevzi!

1 Mayıs işçi sınıfının mücadele tarihinin 117 yıllık mirasıdır. 1886 yılında ABD’nin Baltimor kentinde toplanan İşçi Sendikaları Kongresi’nin 8 saatlik işgünü talebi için mücadeleyi yükselttiği ilk gündür 1 Mayıs. O gün İşçi Sendikaları Kongresi’nin kararı doğrultusunda Amerika çapında yüzbinlerce işçi iş bırakarak alanları zaptetti. 8 saatlik işgünü talebine militan bir şekilde sahip çıktı.

Amerika’da giderek yükselen işçi sınıfı mücadelesinin 1 Mayıs 1886’da ulaştığı bu düzey, burjuva sınıfında panik yarattı. İşçi hareketi provokasyonlar ve şiddet yoluyla bastırılmaya çalışıldı, devlet terörü iyice yoğunlaştırıldı. 1 Mayıs’ı takip eden günlerde polisin yoğun saldırıları yaşandı. 3 Mayıs günü işçilerin düzenlediği bir gösteriye saldıran polis bir göstericiyi katletti.

Ancak işçiler bilenen öfkelerini ertesi gün daha kitlesel ve güçlü bir protesto gösterisiyle ortaya koydular. Haymarket Alanı’nda yağmura rağmen binlerce işçinin katıldığı bir miting gerçekleştirildi. Mitingin dağılmasına az bir zaman kala bir patlama sesi duyuldu. Dağılmaya başlayan kitleye saldırmaya hazırlanan polis taburunun önüne bir bomba düşmüştü. Bu devletin düzenlediği açık bir provokasyondu. Gözü dönmüş polisler gösterici kitlenin üzerine rastgele kurşun sıktılar. Alan kan gölüne dönmüştü.

Bu olayın ardından çok sayıda sendikacı ve işçi önderi tutuklandı. Düzmece iddialara dayanan bir fezleke hazırlandı. Verilen siyasi karar sonucu birçok işçi ağır cezalara çarptırıldı. Albert Persons, Adolph Fischer, George Engel ve August Spies isimli 4 işçi önderi ise idama mahkum edildi. Bu karar 11 Kasım 1887’de infaz edildi. Louis Lingg ise idamına birkaç gün kala yüzünün yarısı patlayıcılarla yokedilmiş bir halde hücresinde ölü bulundu.

ABD burjuvazisi bu uygulamaları ile yükselen işçi mücadelesini durdurabileceğini düşünüyordu. Ancak buna en net yanıt darağacında gözünü kırpmadan ölüme giden işçi önderlerinden geldi. August Spies ölmeden önce “Mezardaki sessizliğimiz, hayattaki konuşmalarımızdan daha etkili olacaktır” diyordu. Nitekim burjuvazinin tüm baskı ve tehditlerine, yoğunlaştırdığı terörüne rağmen 1 Mayıs sadece Amerika’da değil tüm dünya işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma sembolü oldu.

1 Mayıs 1886’dan üç yıl sonra, 14-21 Temmuz 1889’da Paris’te toplanan II. Enternasyonal I. Kongresi 1 Mayıs 1890’da tüm ülkelerde gösteriler yapılmasını kararlaştırdı. Gerek 8 saatlik işgünü talebi için, gerekse de 1887’de katledilen dört işçi önderinin anısına birçok ülkede görkemli gösteriler düzenlendi. Dünya işçileri birlik ve dayanışma içerisinde militan bir ruhla alanlara çıktılar. 1891’de Brüksel’de toplanan II. Enternasyonal 2. Kongresi ise 1890 gösterilerinin başarısı üzerine 1 Mayıs gösterilerinin her yıl geleneksel olarak kutlanması kararını aldı.

İşçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günü olan 1 Mayıs böylesine zorlu ve can bedeli bir mücadelenin ürünüdür. Tüm dünya işçilerinin bir sınıf olarak burjuvaziye karşı kazandıkları bir mevzidir 1 Mayıs.

Birlik, mücadele ve dayanışma bayrağı
elden düşmedi, düşmeyecek!

Türkiye işçi sınıfı daha ilk gelişim evresinden itibaren 1 Mayıslar’a sahip çıkmış, onu mücadele geleneğinin vazgeçilmez bir parçası haline getirmiştir. Öyle ki, kutlandığından bu yana neredeyse her 1 Mayıs sermaye düzeni ile işçi ve emekçiler arasında ciddi bir çatışmaya dönüşmüş, şimdiye kadar 1 Mayıs gösterilerinde onlarca şehit verilmiştir.

Türkiye’de ilk 1 Mayıs kutlamaları 1900’lü yılların başlarına dayanır. 1909, 1911, 1912 yıllarında çeşitli gösterilerle kutlamalar yapılır. Araya emperyalist savaş girer, gösteriler bir süre ertelenir.

1920’li yıllarda 1 Mayıs kutlamaları kitleselleşmeye, etkinleşmeye başlar. Gösterilerin temel hedefi emperyalist işgal, temel talep bağımsızlıktır. 1921 1 Mayıs’ında özellikle taşımacılık sektöründe (vapur işletmeleri, tramvay şirketi vb.) gerçekleşen iş bırakmalar İstanbul’da günlük yaşamı etkilemiştir.

1922 gösterilerinde ise işçiler kitlesel gösteriler ve iş bırakmalarla alanlara çıktılar. Enternasyonal Marşı’nı söyleyerek yürüyen işçiler kızıl bayraklar taşıdılar. 1917 Ekim Devrimi’nin de etkisiyle yükselen sosyalist hareket ve Bolşevizm korkusu Türk egemen sınıflarını baskı ve terör aygıtlarına sarılmaya zorladı. ‘20’li yıllarda gitgide politikleşen 1 Mayıs kutlamaları 1922 gösterilerinden sonra burjuva Kemalist rejim tarafından yasaklandı.

1 Mayıs’a yönelik saldırılar bu kadarla da sınırlı kalmadı. Onun sınıfsal içeriğini boşaltmak, “birlik, dayanışma ve mücadele” kimliğini ortadan kaldırmak için çeşitli oyunlara başvuruldu. Hazırlanan bir kanunla 1 Mayıs “bahar ve çiçek bayramı” ilan edildi. İşçi bayramı olarak kutlanması için ortaya 24 Temmuz tarihi atıldı. Ancak bunların hiçbiri başarılı olmadı. 1 Mayıs devrimci geleneği, militan ruhu ve sınıf kimliği hep korundu ve geliştirildi.

‘60-70’li yıllarda yasaklara ve baskıya rağmen 1 Mayıs tekrar gösterilerle ve direnişlerle kutlanmaya başlandı. DİSK’in kurulmasının ardından militan grev ve direnişlerle dişediş bir mücadeleye girişen işçiler 1 Mayıslar’a da kendi sınıf rengini vermeye başladılar. ‘71 faşist darbesi sınıf ve kitle hareketini kırma yönünde fazla bir başarı sağlayamamıştı. Genç devrimci önderleri katleden sermaye devleti çok geçmeden militan bir sınıf ve kitle hareketiyle karşılaştı. Gençliğin reformizmden kopuşu ve ortaya koyduğu fedekarca tutum Türkiye’nin dört bir yanında kitleleri ayağa kaldırmıştı.

Bu atmosfer içinde 1976 yılında ilk merkezi ve kitlesel 1 Mayıs gösterisi Taksim’de kutlandı. Bu gösteriden itibaren Taksim 1 Mayıslar’ın düzenlendiği bir alan olarak belirlendi. ‘76 1 Mayıs’ının kitleselliği ve görkemi bir kez daha egemenleri korkutmuş ve onları kanlı plan ve hesapların içine sokmuştu.

Gitgide yükselen kitle hareketi ‘77 1 Mayıs’ında bir patlamaya yol açacaktı. Egemen sınıflar böylesine bir kitlesel eylemi aylar öncesinden tezgahladıkları kanlı ve kirli bir tertiple karşıladılar. O gün 500 bin işçi ve emekçi 1 Mayıs coşkusuyla Taksim’de buluşmak için cadde ve sokakları doldurmuştu. Gösteri öncesinde İntercontinental Oteli’nin alana bakan odalarına yerleştirilmiş CİA ve MİT ajanları, kontr-gerilla tetikçileri gösterici kitlenin üzerine ateş açmaya başladı. Bu kanlı tertibin bir parçası olarak alana bakan sokakları tutan kolluk güçleri izdiham ve karmaşayı artırdı, alana giren onlarca panzer insanların ezilerek katledilmesine neden oldu. Toplam 36 emekçi hayatını kaybetti. Binlerce başka örnekte olduğu gibi bu kanlı kontr-gerilla operasyonu da bugün hala aydınlatılabilmiş değil.

Sermaye devleti ‘77 1 Mayıs katliamını bahane ederek Taksim Meydanı’nı ‘78 yılında 1 Mayıs’a kapattı. Fakat buna rağmen Türkiye’nin pekçok yerinde 1 Mayıslar kutlandı.

‘79 yılında da sıkıyönetim gerekçe gösterilerek Taksim Meydanı bir kez daha emekçilere kapatıldı.

12 Eylül 1980 cuntasının ilk işlerinden biri, pek çok demokratik hak ve özgürlüğün yanı sıra, 1 Mayıs kutlamalarını da yeniden yasaklamak oldu. Ağır baskı koşulları altında geçen ‘80’li yılların ilk yarısından sonra 1 Mayıslar 1990’lı yıllara yaklaşırken tekrar canlanmaya başladı. Bunda ‘87’den itibaren canlanan ve ‘89’daki Bahar Eylemleri ile doruğa ulaşan işçi eylemlerinin büyük bir payı vardı.

1989 1 Mayıs’ında Mehmet Akif Dalcı polis kurşunuyla 1 Mayıs şehitleri kervanına katıldı. 1990 1 Mayıs’ında ise Gülay Beceren yine polisin açtığı ateş nedeniyle felç oldu. Tüm bu azgın saldırı ve baskılara rağmen 1 Mayıslar’ın Türkiye’de her yıl daha kitlesel ve coşkulu bir tarzda kutlanmasının önüne geçilemedi. Sermaye devleti yasakladığı 1 Mayıs’lara izin vermek zorunda kaldı. Fakat bu yasal izin hiç de devletin 1 Mayıs düşmanlığına son vereceği anlamına gelmedi, gelmiyor.

Gazi katliamı kitlelerde sermaye devletine karşı duydukları öfkenin daha da artmasına neden oldu. Bu öfke ‘95 1 Mayıs gösterilerinde de yankısını buldu.

‘96 yılında Kadıköy Meydanı’nda toplanmak üzere devrimci örgütlerin oluşturduğu kortejlere açılan ateş sonucunda 3 emekçi yaşamını yitirdi. Fakat bu saldırı yüzbini aşkın kitlenin Kadıköy Meydanı’nı zaptetmesine engel olamadı. Sermaye devletinin provokasyon ve saldırıları alanda ve gösteri bitiminin sonrasında da devam etti. Gösterici kitle o gün Kadıköy meydanını çatışma alanına dönüştürerek sermaye devletinin 1 Mayıs’ı terörize ederek boğma heveslerini boşa çıkardı.

Dünya proletaryası 1 Mayıs’ı ağır bedeller ödeyerek kazandı. Türkiye işçi sınıfı ise bu geleneği yaşatmak için bedeller ödemekten kaçınmadı. 1 Mayıs her yıl yeniden kazanılacak. Gün gelecek 1 Mayıs’ın kızıllığı tüm dünyayı saracak.



Son sözleriyle 1 Mayıs geleneğimizin öncüleri!

August Spies, Adolf Fischer, Louis Lingg, Albert Parsons, George Engel, Samuel Fielden, Michael Schwab ve Oscar Neebe’nin mahkeme önündeki son sözleri:

August Spies: “Öyle bir zaman gelecek ki; bizim suskunluğumuz, sizin bugün ipe çektiğiniz seslerden daha güçlü olacaktır!”

“(...) Bu mahkemenin önünde ve devletin temsil etmesi gereken halkın önünde, Eyalet Başsavcısını ve Chicago Polis Müdürünü uydurma bir dava tezgahlamakla suçluyorum...”

Fischer: “(...) Ölüme mahkum edilmemi protesto ediyorum, çünkü cinayet işlemedim. Ancak fikirlerimden dolayı öleceksem, bir sözüm yok...”

Lingg: “(...) Sizi tanımıyorum! Sizin yasalarınızı, nizamınızı, kuvvete dayanan yetkinizi tanımıyorum! Bu yüzden asın beni!”

Parsons: “(...) Bu ülkenin yasalarına karşı gelmedim. Ne ben, ne de arkadaşlarım Amerikan vatandaşlarının herhangi bir yasal hakkını ihlal etmedik. Konuşma özgürlüğüne, basın özgürlüğüne, toplanma özgürlüğüne tecavüz edilmeyeceği hakkını savunuyoruz. Anayasanın tanıdığı öz savunma hakkını savunuyoruz; ve Amerikan halkının çok pahalıya kazandığı bu haklarının ellerinden alınmasına karşı çıkıyoruz. Ama iddia makamı, yedi adama ölüm cezası istemekle zaferi kazandığını sanıyor (...)”

Engel: “Hakları yalnız imtiyazlı olanlara göre ayarlayan ve işçilere hiç hak tanımayan hükümete karşı kim saygı duyabilir? Böyle bir hükümete saygım yok benim...”

Fielden: “(...) Bir yanım var ki, öldüremezsiniz...”

Schwab: “(...) İdealimizin bu yıl, ya da gelecek yıl gerçekleşmeyeceğini biliyorum, ama mümkün olduğu kadar yakın bir gelecekte, ileriki bir yılda gerçekleşeceğini biliyorum.”

Oscar Neebe: (*) “Evet, işlediğim suçlar şunlar: Evimde bir tabanca ve pankartlar bulundu. İşçi sendikaları örgütledim. İş saatinin azaltılmasından, işçilerin eğitilmesinden ve işçi gazetesinin yeniden çıkartılmasından yanaydım. Bomba atma olayı ile ilişkim olduğunu, ya da bombanın yanında, yakınında olduğumu gösterecek hiçbir delil yok. Çok üzgünüm, sayın yargıç -yani, mümkünse yapabilirseniz yapmanızı rica edeceğim- yani beni asmanızı; çünkü yavaş yavaş ölmektense, ansızın öldürülmek daha şereflidir. Ailem, çocuklarım var; mezara gidip önüne diz çökebilirler; ama hapishaneye gidip hiç işlemediği bir suçtan dolayı mahkum edilen babalarını göremezler. Söyleyeceklerim bu kadar. Arkadaşlarımla birlikte asılamayacağıma üzgünüm.”

(*) 15 yıl cezaya çarptırılan ve olayla bir ilgisi bulunmayan bir militan işçi



1 Mayıs geleneğimize sahip çıkalım!
Geleceğimizi kazanmak için savaşalım!

1 Mayıs dünya işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günüdür. Her yıl 1 Mayıs’ta bütün ülkelerin işçileri dil, mezhep, ulus, cinsiyet farkı gözetmeksizin baskı ve sömürüye karşı mücadelede birleşirler.

1 Mayıs’ta dünyanın dört bir yanından enternasyonal mücadele bayrakları yükseliyor. Bu yıl işçi sınıfı 1 Mayıs’ı sermayenin saldırılarının giderek yoğunlaştığı, buna karşı örgütlü bir mücadelenin giderek daha büyük bir ihtiyaç haline geldiği koşullarda karşılıyor. Dışarıda emperyalist saldırganlık gemi azıya almış bulunuyor. İçerde ise İMF politikalarına dayalı sömürü ve yıkım politikaları işçi ve emekçilerin yaşamını her geçen gün daha yaşanılmaz hale getiriyor. Bunu işçi sınıfının tarihsel kazanımlarının tümüyle tasfiyesini amaçlayan esnekleştirme saldırısı tamamlıyor.

Emperyalistler özellikle 11 Eylül saldırısından bu yana saldırgan politikalarını “uluslararası terörizmle mücadele” maskesi altında yürütüyorlar. Bir yıl önce Afganistan’a saldırdılar. Şimdi 20 günlük bombardıman ardından Irak’ı işgal ve talan etmekle meşguller.

Afganistan ya da Irak’a demokrasi getirmek gibi bir niyetlerinin olmadığı, asıl dertlerinin bu bölgeye yerleşerek petrol ve diğer zenginliklere el koymak ve bütün dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda biçimlendirmek ve yağma etmek olduğu kesin.

Hükümet savaşta ABD emperyalizminin kirli amaçlarına destek konusunda adımlar atarken, içerde de işçi sınıfına ve emekçilere saldırı cephesini unutmadı. Bu saldırıların dökümünü içeren yeni “niyet mektubu” da açıklandı.
Saldırı programına uygun olarak ek vergiler ve ağır zamlar yürürlüğe sokuldu, özelleştirme takvimi ilan edildi, 2003 bütçesi meclisten geçirildi. Zorunlu tasarruf geri ödemeleri yılları bulan bir takvime bağlandı, kamu işçilerinin ikramiyeleri gelecek yıla ertelendi.

İş yasasına tümüyle esnekliğin hakim kılınması sermayenin son yıllarda ısrarla üstünde durduğu bir konudur. Bu konuda ilk adımlar Ecevit hükümeti döneminde atılmıştır. Yönetime gelen AKP bu konuda Ecevit hükümetini aratmadı. Yasanın meclisten geçmesi CHP’nin farklı kaygıları nedeniyle pek mümkün olmadı. Fakat yeni niyet mektubuna konulan bir maddeyle, İMF’ye bu yasanın Nisan ayı içerisinde çıkarılacağı sözü verildi.

İşçiler, emekçiler! Sermayenin bu kokuşmuş düzeni ve devleti hükmünü sürdürdüğü sürece senin iş güvencen yoktur. Senin insanca yaşama hakkın yoktur. Sonu gelmez İMF-TÜSİAD paketleriyle, emperyalizme uşaklığın gerekleriyle hakların her gün peşkeş çekilir. Bu düzende senin bir geleceğin yoktur.

Bizim örgütsüzlüğümüz sürdüğü sürece çürüyen düzen ve çeteleşen devletin hükmü bitmeyecektir. Bugün 1 Mayıs’larda alanlara çıkabiliyorsak, bunu işçi sınıfının 117 yıllık mücadelesine; bu mücadelede ödenen bedellere borçluyuz. Ödenen bu bedeller boşa gitmedi. Ama susarak geçiştirdiğimiz hergünün bedelini ağır bir şekilde ödemek yüzyüzeyiz. Onlara bu cesareti vermeyelim! Onlara bu fırsatı tanımayalım! Bunun için diyoruz ki:

* Birlik içinde olmalı, örgütlenmeliyiz. Çünkü bir avuç asalak gücünü bizim örgütsüzlüğümüzden almaktadır.

* Dayanışmayı yükseltmeliyiz. Çünkü, aynı sınıfın neferleriyiz, sorunlarımız bir ve ortaktır.

* Mücadele etmeliyiz. Çünkü haklarımızı, özgürlüğümüzü elde etmenin başka bir yolu yoktur.