Atina Zirvesi ve AB emperyalizminin
ikiyüzlü Irak politikası
AB dönem başkanı ve Yunanistan başbakanı Kostas Simitisin ifadesiyle kıtanın geleceğini ele almak amacıyla 16 Nisanda başlayan ve iki gün süren Atina Zirvesi, 40tan fazla ülkenin katıldığı Avrupa Konferansı ve yapılan ikiyüzlü barış töreni ile sona erdi. Zirve, onbinlerce emekçinin yaptığı gösteriler ve attıkları Kahrolsun emperyalizm! ve İşgalci katiller dışarı! sloganlarıyla karşılandı.
Gayri resmi AB zirvesi, genişleme imza töreni ve Avrupa Konferansı toplantılarından oluşan zirveye AB üyesi 15 devlet başkanı ile üyeliği kabul edilen 10 ülkenin temsilcileri katıldılar. Hatırlanacağı gibi 12 Aralık 2002de Kopenhagda yapılan ve doğuya doğru genişlemenin sorunlarının görüşüldüğü zirve 10 aday ülkenin 1 Mayıs 2004te üyeliğe davet edilmesiyle sona ermişti. Atina Zirvesi, aday ülkeler olan Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Polonya, Slovakya, Slovenya, Malta, Estonya, Letonya, Litvanya ve Kıbrıs Rum kesminin üyeliklerini onayladı. ABye girişleri imzalanan yeni 10 üyenin üyelik anlaşması birlik üyesi 15 ülkenin parlementolarında onaylandıktan sonra fiili katılım 1 Mayıs 2004te gerçekleşecek. Böylece ABnin doğuya doğru genişleme projesi hayata geçmiş olacak.
Atina Zirvesi, yeni üyelerin birliğe alınmasının yanı sıra Irakın yeniden yapılandırılması, ortak dış politika, ortak savunma ve güvenlik gibi gündemlerden oluşuyordu. Kısacası, kıtanın geleceğini ilgilendiren konular somut bir sonuca bağlanmak amacıyla görüşüldü ve sonuç bir deklerasyonla kamuoyuna açıklandı.
ABnin Ortadoğudaki hayati çıkarları
Irak ve bir bütün olarak Ortadoğu, bilinen zenginlikleri ve coğrafi konumuyla AB emperyalistlerini yakından ilgilendiriyor. Irakta yeniden inşa sürecinde aktif rol almak, ABnin bölgedeki çıkarlarını korumak ve güvencelemek bakımından büyük önem taşıyor. Bu ihtiyacın da bir ürünü olarak Atina Zirvesinde bir gün önce 15 ülkenin dışişleri bakanları Lüksemburgda Irakın yeniden inşasında ABnin oynayacağı rol ve sürece katılım koşullarını görüşmek için toplandılar. Zira Atina Zirvesinden önce bu konuda ortak bir tutum geliştirmek kaçınılmaz bir ihtiyaç haline gelmişti.
Türkiyenin konumu!
Aynı gün Türkiyenin konumunu tartışma çerçevesinde AB ve Türkiye arasında yapılan 42. Ortaklık Konseyi toplantısı sonuçlandı. AB, Türkiye ile ilişkilerinde genel tavrını yayınladığı bir değerlendirme raporuyla açıkladı. Raporda, Kopenhag Zirvesinde olduğu gibi, Türk hükümetinin demokrasi ve insan hakları alanındaki reformlarla ilgili çabaları övgüye konu edildi. Fakat bu övgüler yine daha atılması gereken adımların olduğu ve bunların sürdürülmesi gerektiği uyarılarıyla birleştirildi. Özellikle de Kıbrıs sorununun çözümü, siyasi kriterlerin tam olarak yerine getirilmesi, ordunun sivil denetim altına alınması ve MGKnin kaldırılması gibi kritik olduğu kadar Türkiye için önemli sıkıntı kaynağı olan konular bir kez daha ev ödevi olarak hükümetin önüne konuldu.
Atina Zirvesinde ise Türkiye daha ciddi bir çıkmazla yüzyüze geldi. Bu, tüm çabalarına rağmen Güney Kıbrısın AB üyeliğine alınması oldu. Türkiye 1974 yılından beri Güney Kıbrısı resmi devlet olarak tanımıyor. Gelinen aşamada kendi başına bir devlet olarak tanımaması durumunda bir AB üyesi ülkeyi tanımamış olacak. Kabul etmesi halinde ise 30 yıllık politikası çökecek.
ABli emperyalistler kendi çıkarları uğruna
Irak işgalini meşrulaştırıyorlar!
Atina Zirvesinin ABli şefler için belirleyici gündem maddelerinden olan Irakın yeniden yapılandırılması, ortak savunma ve güvenlik gibi konular aynı zamanda birlik bünyesinde görüş ayrılıklarına neden olan sorunların da başında yer almaktadır. ABli şeflerin deyimiyle Irakın siyasi ve ekonomik yeniden yapılandırılmasında belirgin bir rol oynamak, bölgenin tümden ABDnin denetiminde olmaması ve çıkarlarının korunması açısında zorunlu bir ihtiyaçtır. Amaçlarında başarılı olabilmek için ABDnin dümen suyunda gitmekle kalınmıyor, yayınlanan Atina Deklerasyonunun toplamı üzerinde bakıldığında işgal meşrulaştırılıyor. Suriye ve İran ise diplomatik bir dille tehdit ediliyor ve bu ülkelerden işgal için olumlu tutum almaları isteniyor. ABli emperyalistler tümüyle çıkar ve politikaları gereği Irak savaşına itiraz etmi ve bunun meşru olmadığını BMlerin kararı olmadan yapılmaş olmasıyla gerekçelendirmişlerdi. Yayınlanan deklarasyonda karşı oldukları savaşa ilişkin söylenen tek kelime olmadığı gibi, işgale itirazları da yoktur. ABli şefler koalisyon güçlerini güvenliği yeniden tesis etmeye, insani sorunları gidermeye, kültürel miras ve müzeleri korumaya davet ediyor ve ülkenin geleceğini Irak halkı kendi belirlemelidir diye buyuruyor. öz konusu sorunların AB emperyalistlerini zerre kadar ilgilendirmediği, aynı yağma, talan ve yıkımların kendileri tarafındanda yapıldığı, ulusları ve halkları köleleştirme peşinde koştukları, asıl sorunun ABDnin egemenliğini sınırlama ve kendi çıkarlarını koruma olduğu biliniyor. Bütün manevraları ve çabaları bunun için.
ABnin Irakın yeniden yapılandırılmasında kısa vadede ABDnin öncülük etmesine itirazı yoktur ve asıl sorun bu da değildir. AB açısında sorun inşa sürecinde kendine düşen roldür. Irak yönetiminin BM şemsiyesi altında olması ve BMlerin merkezi rol oynamasıdır. Bu konularda birlik ülkeleri arasında görüş birliği sağlanamamıştır. Bunu ortak savunma ve güvenlik konularındaki çelişkiler izlemektedir. Almanya, Rusya, Belçika ve Lüksemburgun Nisan ayı sonunda ortak savunma politikalarını geliştirmek için gerçekleştirecekleri dörtlü zirve birlik içinde önemli bir huzursuzluğa yol açmış bulunuyor. Farklı tercihler ve politik tutumların birliğin iç bütünlüğünü hangi yönde etkileyeceği ve hangi sonuçlara yol açacağı zamanla anlaşılacak.
Emperyalizm her zaman ve her yerde
özgürlüklerin düşmanıdır
ABDnin dünya egemenliğini sürdürme çabası ve bunun ifadesi olan adımları Avrasya ve Ortadoğuda peşpeşe atması, ona rakipleri karşısında yeni üstünlükler elde etme olanağı sunmuş, fakat tam da bu nedenle emperyalist dünyayı kendi içinde bir bölünme sürecine sokmuştur. Irak savaşı vesilesiyle bu daha açık biçimler kazanmış ve emperyalist bir güç odağı olan AB, ABDnin girişimlerini önleme, olmazsa sınırlama tutumunu ortaya koymuştur. Atina Zirvesinde gündeme alınan Irakın yeniden inşasına aktif olarak katılma da bu ihtiyacın bir ürünü olmuş ve bölgede çıkarlarını güvencelemeyi amaçlamıştır. AB iç birliğini kuvetlendirerek emperyalist dünya hakimiyetinde daha faal bir güç odağı olarak yer almak istemektedir. Tüm yönelimleri ve çabaları bu amaç çer&ccedl;evesindedir. Iraka dönük politikaları da buna hizmet etmektedir.
Emperyalist şefler Atina Zirvesinden sonra yayınladıkları deklarasyonda amaçlarını, insana değer verme, özgürlük ve insan hakları ilkelerine bağlı olma, Avrupanın içinde ve dışında insan haklarını savunma, adaleti geliştirme, barış ve küresel istikrarı sağlama biçiminde formüle edebiliyorlar. Bununla da kalmıyor, cins, ırk, etnik köken, din ve inanca dayalı ayrımcılığı reddettiklerini, hatta önleyeceklerini müjdeliyorlar.
Emperyalizm her zaman ve her yerde sadece ve sadece özgürlükleri boğmuş ve insan haklarını zorbalıkla gaspetmiştir. AB içinde yer alan emperyalist ülkelerin tarihi bunun örnekleriyle doludur. O içerde emekçilerin tüm kazanımlarına sistematik bir saldırı yürütürken dışarda da halklara yönelik bir saldırganlık içindedir. Balkanlarda yıllarca kardeşçe bir arada yaşayan ulusları miliyetçi çatışmalarla bölen ve birbirine kırdıran Alman emperyalizmidir. ABDnin etekleri altında Yugoslavyayı işgal eden de yine aynı emperyalist güçlerdir. Ayrımcılığı ve ırkçılığı körükleyen, bu zemin üzerinde insanlık düşmanı faşist ideoloji ve akımların güç kazanmasını sağlayıp onları destekleyen de onlardır. Bugün ırkçılık ve faşizm Avrupa ülkelerinde politik yaşamın en önemli konularında biri haline gelmişse, bu mperyalist burjuvazinin kışkırtmaları ve desteği sayesinde olabilmiştir. Tüm bu çıplak gerçekler orta yerde duruyorken, ABli şeflerin iddiaları tiksindirici yalanlar olmaktan öte bir değer taşımıyor.
|