KESK 1. Olağan Danışma Kurulu Toplantısı...
Bürokratların parlak sınavı
KESK 1. Olağan Danışma Kurulu 18-20 Nisan tarihleri arasında Ankarada toplandı. Danışma Kurulu, KESKe bağlı sendika şube başkanları ve genel merkez yöneticilerinden oluşan bir kurul. KESK MYKsının toplantı öncesinde hazırladığı yönetmelikle de belirtildiği üzere kurul, karar alma yetkisine sahip değil. Kuruldan çıkan sonuçlar KESK MYKsına tavsiye niteliğinde. Ancak geçen yıl yaşananlardan da bilindiği gibi, bu tavsiyelerin KESK yönetimi nezdinde hiçbir kıymet-i harbiyesi bulunmuyor.
Her ne kadar toplantı 1. Olağan Toplantı olarak sunulsa da bu toplantı Danışma Kurulunun ilk toplantısı değil. Kurul ilk kez geçen yıl aynı dönem içerisinde toplanmıştı. Ancak o dönem ne sahte sendika yasasında ne de KESKin örgüt geleneğinde tanımlanmış bir organ değildi. KESK MYKsı, kurulun toplu görüşme sürecine hazırlık, daha özelde ise toplu görüşme taslaklarının belirlenmesi amacıyla toplandığını ileri sürüyordu. Bununla birlikte, sahte sendika yasasında tanımlanmamış olması nedeniyle, danışma kurulu niteliğinde olduğunun altı çiziliyordu.
İlk bakışta toplu görüşme taslaklarının taban iradesi tarafından biçimlendirme kaygısına dayandığı izlenimi veren, böyle olduğu ölçüde ise KESK yönetimi tarafından KESKin demokratik çizgisine ve sahte sendika yasasının dar sınırlarının dikkat alınmadığına kanıt sayılan bu kurulun, daha sonra yaşanan gelişmelerle birlikte salt görüntüyü kurtarma amaçlı yapıldığı ortaya çıktı. Dahası kurul toplantısı sonucunda ortaya çıkan irade, KESK MYKsının uzlaşmacı-icazetçi çizgisiyle kabaca ezildi. Birçok şubenin kurula sunduğu, üyelerinin de görüşlerini alarak oluşturdukları toplu görüşme taslakları çöpe atıldı. Kurul toplantısı sırasında oluşturulan çalışma gruplarının ortaya çıkardığı ürünler de yok sayıldı. KESK MYKsı bildiğini okudu. Toplu görüşme sürecini, gösrmelik şovlar eşliğinde tabanın tümüyle dışında bırakıldığı bir süreç olarak biçimlendirdi.
Toplu görüşme dönemi sonrasında kitle katılımına açık birçok toplantıda, KESK MYKsının bu tutumu sert eleştirilere konu oldu. 250 şube başkanı ve genel merkez yöneticisinden oluşan bir kurulun aldığı kararların merkezi yönetim tarafından hiçe sayılmasının KESKin mücadele ve örgüt geleneğiyle bağdaşmaz olduğu ileri sürüldü. KESK MYKsının bu eleştirilere yanıtı ise kabaca biz yaptık oldu biçiminde oldu. KESKin işleyişi içerisinde bu kurulun hiçbir karar alma yetkisine sahip olmadığı, MYKnin her türlü kararı alma yetkisinde olduğu ve bu yetkininse başka hiçbir organla paylaşılmayacağı ifade edildi. KESK tüzüğü, birçok toplantıda tartışmaların sertleşmesi üzerine eleştirenlere karşı öne sürüldü. Bu tutumları onların, yasaya uyum hızına ve bürokratlaşmadaatettikleri mesafeye çarpıcı bir gösterge oldu.
KESK MYKsı geçen yıldan sahip olduğu bu deneyimden hareketle Danışma Kurulunu kısa bir süre önce hazırladığı bir yönetmelikle tanımlama yoluna gitti. Böylelikle Danışma Kurulunun yetkileri (asıl olaraksa yetkisizliği) ek bir yorum gerektirmeksizin belirlenmiş olacaktı. Sendika genel merkezleri ve şubelerin fikri alınmadan hazırlanan bu yönetmelikle Danışma Kurulunun aldığı kararların tavsiye niteliğinde olduğu resmileştirildi.
Geçen yılın deneyimleri ve yönetmelikle belirlenmiş işlevi, bu kurulun bir mizansenden başka bir şey olmadığını ortaya koyuyordu. Kurulun üç günlük toplantısı sadece bu gerçeği doğrulamış oldu. Zoraki yapıldığı belli cansız ve ruhsuz konuşmalar üç gün boyunca değişmedi. Genel geçer sözler, birbirini tekrarlayan eleştiriler dışında salona tümüyle KESK yönetimi hakimdi. Bunu da kabaca ve bir konuşmacının kürsüden ifade ettiği gibi diktatörce yaptı. Öyle ki, böylesi toplantılarda göstermelik de olsa yerleşmiş bir kural olan divanın katılımcılarca belirlenmesi gibi basit bir uygulama dahi bir yana itildi. Divan KESK MYKsı tarafından oluşturuldu. Divan başkanlığı yapan KESK Genel Sekreteri Mustafa Avcı, kaba bir üslupla ve dediğim dedik havalarında toplantıyı yönetti.
Yapılan konuşmalarda açıkça yönetim yanlısı tavır alanlar, genel olarak savaş döneminde KESKin iyi bir sınav verdiğini, daha ileri bir mücadeleyi örgütlemekte ise yalnız kaldığını belirttikten sonra önümüzdeki dönemin temel gündemlerine dair genel geçer sözler sarfettiler. Eleştirel konuşmalar ise şu başlıklar altında toplanabilir: Toplu görüşme sürecinde yönetimin tabanın iradesini hiçe sayan tutumları, savaş sürecinde etkili eylemlerden kaçınılması, sendikalarda egemen kötümser ve edilgen ruhhali, mücadele programından yoksunluk, sahte sendika yasasına uyum...
Konuşmacıların hemen hemen tümü Kamu yönetimi reformu saldırısına karşı etkili ve sonuç alıcı bir mücadele programının şimdiden çıkarılması gerektiğinde birleşiyordu. Oluşturulacak mücadele programına dair öne sürülen somut öneriler ise genel olarak saldırı konusunda kapsamlı bir bilinçlendirme çalışmasıyla birlikte sonbaharda ileri biçimler alacak bir eylem süreci biçimindeydi. Sonuç almak için işbırakmanın zorunlu olduğu da yine birçok konuşmacı tarafından dile getirildi.
Ancak her sözün boşluğa söylendiği, geleceğe dair hiçbir değer taşımadığı bir toplantıda yapılan konuşmalar zerrece önem taşımıyordu. Tüm katılımcılar da zaten toplantı boyunca bu bilinçle davrandı. Durumu değiştirmeye dönük her çaba ise divana çarpıp geri döndü. Örneğin bazı katılımcıların toplantıda oluşan genel eğilimin en azından bir sonuç bildirgesiyle kamuoyuna deklare edilmesi talebi divan başkanı tarafından kabaca geri çevrildi.
Sonuç olarak üç günlük Danışma Kurulu toplantısı göstermelik bir mizansen olarak kurgulanmıştı, böyle de geçti. Bu nedenle onun kamu emekçileri için ne bir anlamı ne de değeri olacak. Bu haliyle de sadece KESK bürokrasisinin hanesine bir başarı olarak kaydedilebilir. Çünkü bu toplantı vesilesiyle reformist KESK yönetimi, bürokratik oyun ve manevralar planında da artık işçi sendikaları konfedarasyonlarından geri kalmadığını göstermiş oldu.
Muhalif sesleri susturma hazırlığı
Son yüzyılda iletişim araçları büyük gelişmeler gösterdi. Bu araçların kitleler üzerindeki yönlendirici etkisi olağanüstü boyutlarda arttı, psikolojik savaşta medya cephesi büyük bir önem kazandı. Radyo, TV ve yazılı medya son yüzyılda yapılan savaşlarda etkin bir biçimde kullanıldı.
Dünyayı paylaşım planları yapan emperyalistler planlarının aksamaması için her türlü yol ve yöntemi, özellikle de medyayı en etkili şekilde kullanmaya büyük bir önem veriyorlar. Kavramların özünü değiştirip çarpıtarak, kitlelerin dikkatini başka yönlere çekerek, yalan haberler yayarak kirli emellerine ulaşmaya çalışıyorlar.
Türkiye burjuvazisi ve ordusu da medya cephesinin önemini kavrayarak savaş döneminde bu kuruluşlarının yayınlarına el atmaya hazırlanıyor. Savaş döneminde milli morali güçlü tutma görevinin tüm radyo ve TV kanallarının sorumluluğu olduğu düşüncesiyle, yayınlara bir takım yeni esaslar ve sınırlamalar getirilecek.
Bu konuyla ilgili hazırlanan yeni yasa tasarısında, savaş ve seferberlik durumlarında Radyo ve TVlerin denetiminden RTÜK ve Genelkurmayın sorumlu ve yetkili olması isteniyor. RTÜK ve Genelkurmayın çizdiği sınırların dışında kalanlar haberciler tarafından sorgulanamayacak, araştırılamayacak, eleştirilemeyecek. Hele de halkın morali hiç mi hiç bozulamayacak!
Çünkü savaş koşullarında gençleri cepheye gidecek, orada ölecek olan, aç kalan, işsiz kalan insanların bu yıkıma karşı boş durmayacaklarını, bir şeyler yapmaya çalışacaklarını biliyorlar. Bunun önünü kesmek için medyadan yararlanmayı düşünüyorlar. Yanı sıra, yalan dolanla kitleleri aldatıp tepkileri azaltmaya, sahte düşmanlar yaratarak toplumdaki şovenist duyguları körüklemeye, yoksa da yaratmaya çabalayacaklar.
Emperyalizmin ve işbirlikçi sermayenin kolluk gücü ordu, tüm yayınları denetleyecek, herkesin tek ses haber vermesini sağlayacak. Resmi politikaya uymayan, nesnel habercilik yapmaya çalışan ya da doğrudan doğruya karşısına dikilen basın-yayın organlarına, kapatma dahil pek çok ceza yağdırılacak.
Sermaye her türlü muhalif sesi bastırarak kitlelerin mücadele araçlarından yararlanma imkanlarını kısıtlamak istemekte, yığınların sadece kendi yalanlarına mahkum olması için önlemler almaktadır. Bizler devrimciler olarak düzenin bütün pisliklerini gözler önüne sermek, uygulanan saldırılar hakkında kitleleri bilinçlendirmek için her türlü yol ve yöntemi kullanmaya ısrarla devam edeceğiz. Kitlelere ulaşmak için binbir türlü araç geliştirmekten geri durmayacağız.
Yapı Yol-Senden yoğunlaşan
saldırılara karşı eylem...
Yapı Yol-Sen Ankara Şubesi örgütlü olduğu işkolunda artan saldırılardan dolayı Tapu Kadastro önünde bir eylem gerçekleştirdi.
Yapı Yol-Sen Şube Başkanı burada yaptığı konuşmada bugüne kadar yaşanan hak gasplarına değindi ve lise mezunu olan çalışanların hizmet içi eğitim ile eşit işe eşit ücret taleplerinin olduğunu, çıkarılan yasalarla kamu emekçilerinin kazanılmış haklarının gaspetilmeye çalışıldığını belirtti.
Yapı Yol-Sen Genel Başkanı Cengiz Faydalı ise yaptığı konuşmada şunları söyledi: Yapı Yol-Sen 12 yıldır özlük haklarımızı, demokratik talepleri dile getirmiştir. Taleplerimizi bütün şube başkanlarımızla görüşeceğiz. Buna ilişkin bir eylem takvimi koyacağız. Bugüne kadar bizim taleplerimize hükümetler kulaklarını tıkadı. Kamu çalışanlarının anayasal bütün haklarını ortadan kaldıracak kurumlarını kapatacak yasalar hazırladılar. Bugünkü eylemlerimiz bir uyarıdır. Bu yasayı hazırlayanlara dünyayı dar etmek emekçilere karşı sorumluluğumuzun gereğidir.
Eyleme 200 kamu emekçisi katıldı. Yaşasın grev, yaşasın toplusözleşme!, Zafer direnen emekçinin olacak!, Direne direne kazanacağız!, Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz! sloganları atıldı.
|