27 Aralık'03
Sayı: 2003 (13)


  Kızıl Bayrak'tan
  Herkese parasız sağlık hizmeti!
  Emekçilerin birleşik mücadelesi örgütlenmelidir!
  İstanbul'da 24 Aralık iş bırakma eylemi
  "Herkese ücretsiz-eşit- ulaşılabilir sağlık hakkı!"
  Kıbrıs'ın geleceği emperyalistlerin ellerinde!
  YÖK yasa taslağı!
  Gençlik hareketinin bir yılı
  Maraş katliamının 25. yıldönümünde kanlı düzenin yeni yönelimleri...
  KESK'e karşı linç kampanyası
  Dinler ve demokrasi tartışmaları üzerine
  Sağlık sektöründe özelleştirme saldırısına hayır!
  Kapitalizm engelli insan üretiyor!
  Kamu emekçileri hareketinin bir yılı...
  19 Aralık katliamı ve tarihsel-siyasal arka planı
  İçerde dışarda hücreleri parçala!
  İstanbul'da 19 Aralık katliamı eylemlerle protesto edildi
  19 Aralık katliamı protestoları...
  Asgari ücret üzerine demagojik söylemler
  Irak'ta direniş emperyalistler ülkeden sökülüp atılana kadar sürecek!
  Çürüten siyonsit vahşete isyan!
  Akdeniz'in "Don Kişot"u Kaddafi tövbe ediyor!
  "Gerçek yaşamda seyirciye yer yoktur, herkes katılır yaşama!"
  Demokrasi havariliğine soyunan ABD'nin kirli icraatları
  Hain bürokratları başımızdan defedelim!
  Sultanbeyli PSA Şubesi'nde gerici-şovenist yönetim!
  Bir noel masalı
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Sağlık sektöründe özelleştirme saldırısına hayır!...

Bütçeden sağlığa ayrılan pay artırılsın!

Sağlıklı olmak, ayrımsız olarak tüm insanların yaşama hakkından ayrılamayacak, vazgeçilmez hakları arasındadır. Sadece sağlığın ve sağlıklılık halinin korunması değil, hastalıklardan korunmak ve sağlığın geliştirilmesi, eğer herhangi bir nedenle sağlıklılık hali yitirilmişse bunun olabildiğince geri kazanılması, kazanılamayanların rehabilitasyon ve bakım yöntemleriyle en azından yaşamla bağdaşır hale getirilmesi de bu hak içinde yer almaktadır. Dolayısıyla, “sağlıklı olmak” nasıl bir hak ise, “sağlık hizmeti almak” da o derece doğal ve temel bir haktır.

Sağlık hizmetleri insanın yaşamı boyunca gereksinim duyduğu hizmetler arasındadır. Karşılanması isteğe bırakılamaz, ertelenemez, yerine başka bir şey konulamaz, eksik miktarda kullanılamaz bir hizmettir. Sağlık hizmeti yaşamla dolaysız olarak ilgili bir hizmet olduğu için, verilmesi bir önkoşula veya bu hizmet karşılığında bir bedel ödenmesine bağlı değildir ve de olmamalıdır. Bu yönüyle de sağlık hizmetlerinden ayrımsız olarak yararlanmak temel bir insan hakkıdır.

Ülkemizde ‘80’li yıllardan itibaren sosyal devlet olgusundan uzaklaşma ve kamu hizmeti olarak yürütülen mal ve hizmet üretimini piyasaya açma konusunda egemenlerin kazanımlar hanesi oldukça doludur. Kuşkusuz kamusal hizmetlere yöneltilen tüm saldırılarda ve piyasalaştırma çabalarında sağlık sektörü önemli bir yer tutmaktadır.

GATS anlaşmasının bir uzantısı olarak düşünülmesi gereken Kamu Yönetimi Reformu kapsamında da sağlık sektörünün belirgin bir yeri vardır. Sağlık hizmetlerinin ticari bir faaliyete dönüştürülmesi önündeki engeller burjuvazi tarafından birer ikişer aşılmaktadır.

Konuya derinlik kazandırması bakımından Türkiye’deki sağlık hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin bir takım istatistiki veriler yararlı olacaktır.

2001 yılı Sağlık Bakanlığı verilerine göre ülke genelinde Sağlık Bakanlığı’nın 751 (%60.4), SSK’nın 120 (%9.6), üniversitelerin 43 (%3.4), MSB’nin 42 (%3.3), özel hastanelerin 267 (%21.4), KİT’lerin 8 (%0.6) ve diğer kamu kurumlarının 11 (%0.8) yataklı tedavi kurumu bulunmaktadır.

Yatak kapasitesi olarak Sağlık Bakanlığı 87.709 (%50), SSK 28.517 (%16), özel hastaneler 11.922 (%8), üniversite hastaneleri 24.754 (%14), MSB 15.900 (%9.1), diğer kamu kurumları 3628 (%2.1), dernekler ve yabancı vakıflar 2670 (%1.5) yatağa sahiptirler.

Koruyucu sağlık hizmetlerinin verildiği Sağlık Bakanlığı’na bağlı 5.773 sağlık ocağı, 11.737 sağlık evi, 273 verem savaş dispanseri ve 295 AÇSAP (Ana Çoçuk Sağliği) bulunmaktadır. SSK’ya bağlı birinci basamak tedavi hizmeti veren 168 dispanser, 214 sağlık istasyonu mevcuttur.

Sağlık Bakanlığı bünyesinde 14.749 uzman hekim, 4.265 hemşire, 33.349 sağlık memuru, 38.099 ebe istihdam edilmektedir. SSK’da ise 6.168 uzman hekim, 2.375 pratisyen hekim, 1.558 asistan hekim, 13.738 ebe ve hemşire ile 24.127 sağlık memuru istihdam edilmektedir.

SSK’da uzman hekim başına düşen hasta sayısı 2.100 civarındadır. Pratisyen hekim başına düşen hasta sayıyı ise 12.650 gibi son derece yüksek bir rakamdır. Bu oranlar Sağlık Bakanlığı baz alındığında nispeten daha düşük çıkacaktır. Fakat bu rakamsal düşüklük bile olması gerekenin hayli üstündedir. Tüm nüfusa oranla SSK ve Sağlık Bakanlığı’ndaki toplam uzman hekim başına yaklaşık 3.100 hasta düşmektedir.

Verilen bu rakamlarla bile Türkiye’deki sağlık sisteminin çarpıklığı ve sağlık hizmetinin ne denli sağlıksız yürütülmeye çalışıldığı ortaya çıkmaktadır.

Gözü dönmüş sermaye iktidarı bütün çarpık yönlerine rağmen emekçi halkın sağlık hizmeti aldığı kurumların tasfiyesinde ısrarlıdır. 1989 yılında başlatılan döner sermaye uygulaması ile özelleştirmenin ilk adımı atılırken, döner sermayeden çalışanlara pay ödenerek sağlık emekçilerinin temel ücretlerinin yükseltilmesi engellenmiştir. Devlet döner sermaye uygulamasıyla bir taşla iki kuş vurmuştur. Hem sağlık hizmetini ticari bir unsur haline getirmiş, hem de sağlık emekçilerine bu ticaretten elde edilen gelirin kırıntılarından vererek onları işveren devletin bir ortağı haline getirmiştir. Ne kadar çok döner sermaye o kadar maaş, ne kadar çok hasta o kadar döner sermaye! Döner sermaye uygulaması ile hastaneler ticarethane, hastalar müşteri durumuna gelmiştir.

Sağlık Bakanlığı’na genel bütçeden ayrılan pay ‘90 yılında %4.12 iken bu oran 2002’de %2.4’e kadar gerilemiştir. 2004 yılında %2.4 civarında olması beklenmektedir. Sağlık Bakanlığı’nın genel bütçeden payı azalırken döner sermaye gelirlerinde artış olmuştur. Döner sermaye gelirleri 2001 yılında 1.8 katrilyona ulaşmıştır. Bu rakam genel bütçeden o yıl için sağlığa ayrılan pay kadardır. Yine 2001 yılı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü bütçesi 499 trilyon, personel giderleri ise 447 trilyondur. Bunun anlamı Sağlık Bakanlığı’nın kendine bağlı hastanelere sadece personel maaşları için ödenek vermesi, bu hastanelerin tüm diğer işleri kendi olanaklarıyla yapması, birçok hizmeti (yemek, güvenlik vb.) kamu dışı şirketlerden satın almak durumunda kalmasıdır. Hastaneler fiilen işletme haline getirilmişti.

Devlet sağlık hizmetlerindeki tıkanıklığın çözümünü bulmuştur: Özelleştirme. Bunun önemli ayaklarından biri, yeni yatırımlar yerine özelden sağlık hizmeti satın alınması olarak yaşanmaktadır. En basit tetkikler bile özele sevkedilmekte, pahalı bir hizmet özelden satın alınmaktadır. Son 20 yılda özel sağlık kurumlarına 7.5 milyar dolar teşvik verilmiştir.

Bu ticarileşme süreci döner sermaye, dernek ve vakıflar aracılığıyla giderek hızlanmaktadır. Hastaneler gelir artırıcı faaliyetlerde birbirleriyle yarışmaktadırlar. Örneğin İstanbul Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Vakfı ekmek üreticiliğinden otopark işletmeciliğine kadar bir dizi alanda ticari faaliyet yürütmektedir. Yine aynı hastanede çalışan toplam 1.600 civarındaki personelin 700 kadarı vakıf ve döner sermaye üzerinden çalıştırılmaktadır. Kadrolu çalışan sayısı günden güne gerileyerek 900’e düşmüştür. İşletme sistemine geçiş ve sağlık hizmetinin ticarileşmesi hem hizmeti alan emekçiler, hem de hizmeti vermekle yükümlü olan sağlık çalışanları için tam bir eziyete dönüşmüştür.

Döner sermaye uygulaması 11 Ocak 2001 tarihinden itibaren sağlık ocaklarında da başlatılmış olup, kuruluş misyonu koruyucu ve önleyici sağlık hizmeti vermek olan, özünde tedavi edici niteliği bulunmayan bu kurumlar da ticari bir işletmeye dönüştürülmüştür. Daha da vahimi devlet koruyucu sağlık hizmetini tümüyle gözden çıkarmıştır. 713 sağlık ocağının doktoru, 7.987 sağlık evinin ebesi bulunmamaktadır. Bugün İstanbul 200 sağlık ocağıyla 11 milyon nüfusa hizmet vermek durumunda bırakılan bir kenttir. Bu sayısal yetersizlik bazı semtlerde sağlık ocaklarının 8-10 kat fazlasını bulan özel polikliniklerin nedenidir de. 300 bin nüfuslu Bakırköy ilçesinde iki sağlık ocağıyla ne kadar koruyucu sağlık hizmeti sunulacağı ortadadır.

SSK’da ise ticarileşme Sağlık Bakanlığı’ndaki boyutlara henüz ulaşmamakla birlikte 29 Temmuz ‘03 tarihinde kabul edilen 4958 sayılı SSK Kanunu ile ticarileşmenin önü sonuna kadar açılmıştır. Kanunun yönetim kurulunun görevlerini tanımlayan 7. maddesinin 7. bendi şunları söylüyor: “… kurumun çalışma konuları ve hizmet alanları ile ilgili müesseseler, işletmeler, ortaklık veya şirketlerin kurulmasına veya kapatılmasına karar vermek…”; 11. bendi “ kurum adına gayrimenkul alınması, satılması, kiralanması, takası veya inşası, kullanımı, idare edilmesi, tahsis şekli, gayrimenkullar üzerinde özel ve tüzel kişiler eliyle yap-işlet-devret, işlet-devret, yap-işlet-sat, yap-kirala-işlet modelleriyle işlerin yaptırılması hakkında karar vermek…”

Kanunun birçok bölümünde ticari bir dil kullanılmıştır. 2004 yılı içerisinde SSK’nın sağlık tesislerinin Sağlık Bakanlığı’na devri konusunda hükümet çalışmalara başlamıştır. Böylece sağlık sisteminin tek elden ve topluca ticarileştirilmesi daha da kolaylaşacaktır.

AKP hükümeti 10 Temmuz 2003 tarihinde çıkardığı “Eleman Temininde Güçlük Çekilen Yerlerde Sözleşmeli Sağlık Personeli Çalıştırılması Hakkındaki Kanun”la sermayenin özelleştirme saldırısında somut ve önemli bir adım atmıştır. Kanunun ilk uygulaması Aralık ayı içinde yapılacaktır.

Kanunun 5. maddesi birçok şeyi özetliyor: “Hizmet sözleşmelerinin uygulanma süresi mali yıl ile sınırlıdır… Sözleşmeli personelin haftalık çalışma süresi 40 saattir. Ancak ilgili valilik, çalışma birimlerinin ve hizmetin özellikleri ile emsali devlet memurlarının çalışma sürelerini dikkate alarak farklı çalışma süreleri ve günlük çalışma sürelerini belirlemeye yetkilidir. Belirli sürede bitirilmesi gereken işler söz konusu olduğunda, sözleşmeli personel normal çalışma saatleri dışında veya hafta tatili ve resmi tatillerde de çalışmak zorundadır. Bu çalışmaları karşılığında sözleşmeli personele herhangi bir ek ücret ödenmez”.

Yine 5. madde, 30 günden fazla hastalanmayı da yasaklamaktadır. Mazeret izinlerini idarenin takdirine bırakmış ve ücretsiz olması koşuluyla 10 günle sınırlamıştır.

Çalışma yaşamına ilişkin olarak bu kanun çalışanlar için köleliği, idareler için tiranlığı getirmiştir. Uygulamanın önümüzdeki dönemde diğer hizmet sektörlerinde de artarak devam etmesi beklenmelidir.

Aynı kanunun 11. maddesi: “Bu sınıfa dahil (yani sağlık hizmetleri ve yardımcı sağlık hizmetleri sınıfı) personel tarafından yerine getirilmesi gereken hizmetler, lüzumu halinde bedeli döner sermaye gelirlerinden ödenmek kaydıyla bakanlıkça tespit edilecek esas ve usüllere göre hizmet alınması yoluyla gördürülebilir.”

Bugün halihazırda hastanelerdeki birçok hizmet (yemek, temizlik, güvenlik, bakım-onarım vb.) taşeron şirketler eliyle verilmektedir. Şimdi de sıra doğrudan sağlık hizmeti sunumunun taşerona devredilmesine gelmiştir. Artık bu kanuna dayanarak herhangi bir hastane, ameliyathanesini veya herhangi bir laboratuvarını ihale yoluyla ve bedeli döner sermayeden karşılanmak koşuluyla taşerona devredebilir. Bunun önünde herhangi bir engel yoktur.

Tıpkı Sağlık Bakanlığı’nda olduğu gibi SSK’da da sağlık yatırımları yok denecek düzeydedir. 50 bin civarında bir toplam personelle, yani toplam sağlık çalışanlarının yaklaşık %8’i ile nüfusun %47’sine sağlık hizmeti verilmeye çalışılmaktadır. SSK yataklı tedavi kurumlarında ortalama haftalık mesai 65 saattir. Sağlık personeli haftalık 20 saat fazla çalıştırılmaktadır. Bu fazla çalışma saatleri üzerinden alınan ücretler ise 2003 Eylül ayında yapılan son düzenlemeyle sadaka düzeyinin bile altına çekilmiştir. Fazla çalışmanın saati brüt 550 bin TL civarındadır. Bu rakam SSK çalışanlarıyla alay etmek demektir. 12 Eylül döneminde çıkarılan 2368 sayılı kanunla sağlık çalışanlarının haftalık mesai saati 45 saat olarak belirlenmiş olup zaten 5 saatlik bir fazla mesai söz konusudur. Bunun ötesi angaryadan başka bir şey de&urren;ildir.

Devlet SSK’da yıllarca bilinçli olarak yaratılan bu tıkanıklığa da tıpkı Sağlık Bakanlığı ve diğer kamu hizmeti veren kuruluşlarda olduğu gibi çözümü bulmuştur; özelden hizmet satın alınması ve kurumun tasfiyesi, yani özelleştirme. Özelden hizmet satın alınması öyle bir noktaya gelmiştir ki, bir MR ve tomografi çöplüğü haline gelen İstanbul’da SSK hastaneleri hala bu cihazlara sahip değildir.

Burada ayrıntısına girmediğimiz Kamu Yönetimi Reformu ile sağlık hizmetleri İl Özel İdareleri’ne devredilmek istenmektedir. İl Özel İdareleri Kanun Taslağı’nın 4. maddesinin 2. şıkkının a bendi şunları İl Özel İdaresi’nin görevi olarak koyuyor: “Hastane, dispanser, sağlık ocağı, sağlık evi gibi teşhis ve tedavi merkezleri ile acil yardım servisleri kurmak, işletmek ve işlettirmek”. İşletmelerde kârın esas olduğu açıktır. Başlangıçta vurguladığımız sağlık hizmetinin bir hak oluşuyla çelişen bu durum sağlığı tümüyle alınır-satılır bir ticari unsur haline getirecektir.

Sonuç olarak sağlık alanında son 15 yıldır uygulanan sistematik saldırı bugün doruğuna ulaşmıştır. Saldırıların hedefi genelde bütün emekçi halk, özelde ise sağlık çalışanlarıdır. Saldırıların göğüslenmesinde ise sağlık çalışanları birincil önem taşımaktadır. Buna karşın sağlık çalışanlarının mücadele düzeyi olması gerekenin bir hayli altındadır. Bunda diğer birçok faktörün yanı sıra alandaki örgütsel zayıflığın belirleyici olduğunu söyleyebiliriz. Bu zayıflık sayısallıktan ziyade örgütlülüğü sahiplenme noktasındadır. Bugün sağlık emekçilerine düşen görev, bu zaafı aşmak için azami çabayı göstermektir.

Herkese parasız, eşit, ulaşılabilir ve nitelikli sağlık hizmeti!
Özele sevk ve özelden hizmet satın alınması durdurulsun!
Bütçeden sağlığa ayrılan pay artırılsın!
Döner sermaye uygulamasına son verilsin ve soygun kurumları olan dernek ve vakıflar kapatılsın!
Koruyucu sağlık hizmeti ücretsiz ve yaygın hale getirilsin!
Sözleşmeli personel kanunu geri çekilsin!

Bir sağlık emekçisi