Kuzey Kıbrıs seçimlerinin ardından düzen cephesindeki Kıbrıs tartışmaları üç ana alanda yoğunlaşarak devam ediyor. Birincisi; Kuzey Kıbrısta hükümet ve muhalefet partileri arasında devam eden ve Annan Planının kabul edilip edilmemesi temelinde karşılıklı süren görüşmeler. İkincisi; AKP hükümeti ile Denktaş arasında Annan Planının müzakerelerde referans kabul edilip edilemeyeceği. Üçüncüsü ise, ABD ve ABnin sermaye iktidarına yönelik baskıları ve bu baskıların düzen cephesinde yarattığı parçalanmaya bağlı tartışmalar.
Tüm bu tartışmalar karmaşık bir tablo oluşturmaktadır. Bu tablonun temel noktalar ve politikalar üzerinden ayrıştırılması, görünürdeki karmaşayı da ortadan kaldıracaktır. Bunu yapabilmek için de, izlenen politikaların, merkezi güç ve bağımlılık ilişkileri temelinde sahip olduğu iç bağlantıları anahtar olarak almak gerekir.
Türkiyenin ulusal politikalarının içerideki-iktidardaki güç dengesi tarafından değil, bu güç dengesini de bağımlılık temelinde esastan belirleyen uluslararası güç dengelerine dayandığı bilinmektedir. Yani ABD ve AB emperyalistlerinin çıkar ve hesapları sermaye iktidarının Kıbrıs politikasını esastan belirlemektedir. Bu ilişkiler düzleminin el verdiği ölçüde bir hareket özgürlüğüne sahip olan sermaye iktidarı, zamanında, uluslararası güç ilişkilerinin izin verdiği bir ortamda, Kuzey Kıbrısı işgal etmişti. Ancak bugünkü uluslararası güç ilişkileri ve ortamı, zamanında kullanılan bu özgün inisiyatifin sonunu getirmiş durumda. Bugün emperyalist dünyanın iki ana kutbu haline gelen ABD ve AB Kıbrıs sorununun Annan Planı temelinde çözümünde tam bir uzlaşı içerisindedirler. Aalarındaki rekabet, Annan çözümünde inisiyatifin kimde olup olmayacağı noktasındadır. Bu da yerel aktörler üzerindeki baskının yoğunlaşması sonucunu yaratmakta, yerel aktörlerin hareket imkanını kısıtlamaktadır.
Dolayısıyla, sermaye iktidarının bu koşullarda Annan Planını temelden reddetme imkanı ve ortamı yoktur. İşte bunun için daha alt aktörler düzeyinde statüko ile çözüm arasında açık bir saflaşma biçiminde yaşanan rekabet, sermaye iktidarı cephesinden demagojik söylemlerle örtülen bir teslimiyet biçiminde karşılanmaktadır. Bunun en önemli göstergelerinden biri, sermaye iktidarının, seçimlerden önce elini güçlendirmek için Denktaş ekibine sunduğu desteğin, seçimlerden sonra terketmiş olmasıdır. Hükümet en üst düzeyden Annan Planını referans olarak gösterirken, bunu Denktaşı eleştirmek ve zayıflatmak çabalarıyla birleştirmektedir.
Öte yandan sermaye iktidarı, kurulacak yeni hükümet üzerinden Kıbrık üzerindeki etki ve inisiyatifini korumak kaygısıyla da hareket etmektedir. Kuzey Kıbrıstaki hükümet kurma senaryoları içerisinde, milli koalisyon talebi bu nedenle açık biçimde sahiplenilmekte ve taraflar üzerinde bu doğrultuda baskı kurulmaktadır. Göründüğü kadarıyla bunda başarılı da olunmaktadır. Zira Kuzey Kıbrıstaki hükümet ve muhalefet partileri, neredeyse tam bir uyum içerisinde, sermaye iktidarının belirleyiciliğini kabul etmekte ve hükümet politikalarını referans olarak almaktadırlar.
Son tartışmalar vesilesiyle ayyuka çıkan ve Kıbrıs konusunda hemen hemen tüm siyasal çevrelerce kabul edilen temel yargı, Kıbrıs konusunda AKP hükümeti ile asker-sivil bürokrat oligarşi arasındaki çatışmanın varlığına dayalıdır. Kıbrısın ordunun düzen içerisindeki siyasal inisiyatifinin en önemli alanlarından biri olduğu kabul edilirse, bu yargı doğru görünmektedir. Bununla birlikte, gerek Kuzey Iraka ilişkin tartışmalar süreci, gerek ordu adına yakın zamanda yapılan açıklamalar, gerekse ordunun Amerikancı geleneği düşünüldüğünde, bu yargı tartışmalıdır, ya da en azından bugünkü durumu açıklamaya yetmemektedir. Ordu cephesinde bir rahatsızlık olsa dahi, bu, hükümetin Kıbrıs politikasını esasta belirleyememekte ve emperyalist çözüm yolunda bir engel olarak ortaya çıkamamaktadır. Iraktaki çuva olayı ile ABD tarafından burnu sürtülen ordunun, AB ve ABD emperyalistlerinin Kıbrıs gibi bir uzlaşma alanında karşı bir etken olarak ortaya çıkması olanaklı görünmemektedir. Çok çok bu konudaki hoşnutsuzluğunu dolaylı biçimde (emekli generaller ve büyükelçiler vs.) yansıtma yoluna gittiği/gidebileceği söylenebilir. Böylesine dolaylı ve zayıf bir muhalefet ise işbirlikçi burjuvazinin Kıbrıs politikaını esastan belirleme etkisi gösteremez.
Kuzey Kıbrısta hükümet kurma girişimleri vesilesiyle hükümet ve muhalefet cephesinden yürütülen tartışmalara burada değinmeyi gereksiz buluyoruz. Çünkü bu girişim ve tartışmaların sonu ne olursa olsun, Kıbrısın kaderinin belirlenmesinde bir etki gücü taşımıyor. Çünkü son kertede, Türkiyenin ne dediği ve nasıl bir tutum alacağı, bu partiler için de belirleyici olmaktadır.
Geçen sayımızda vurguladığımız gibi, Kıbrıs bugünkü şartlar içerisinde emperyalistlerin sofrasındadır. Emperyalistler Kıbrıs halkının kaderini ellerinde tutmakta ve halkların geleceklerini gerici çıkar ve hesaplar temelinde belirlemektedirler. Yakın zamana kadar sokağı temel alan ve Bu memleket bizim! şiarıyla hareket eden Kıbrıs Türk halkının ortaya koyduğu iradenin yeniden güçlü bir biçimde ortaya çıkarılmaması durumunda, Kıbrısın geleceği şimdiden bellidir. Bu gelecek, emperyalistlerin ve gerici bölge devletlerinin kirli ve karanlık elleriyle biçimlendirilecek, halklar arası düşmanlık ve kanla yoğrulacaktır.