15 Kasım'03
Sayı: 2003 (08)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD'yi hizmete hazır halde bekliyorlar!
  Görevimiz direnişi büyütmek!
  Amerikan ordusu siyonistlerle aynı yöntemleri kullanmaya başladı
  Dünyanın dört bir yanında tecrit duvarına karşı eylemler
  Saldırıları püskürtecek bir genel grevi tabandan örgütleyelim!
  ESK dağıtılsın!
  AB Türkiye'den yolsuzluklarla mücadele etmesini istiyor!..
  TEKEL özelleştirmesinde düşük fiyat operasyonu
  Buca Cezaevi'nde çocuklara işkence!..
  Sermaye iktidarı için Kıbrıs'ta yolun sonu görünüyor!
  Birleşik Metal-İş İstanbul 2 No'lu Şube Genel Kurulu gerçekleştirildi...
  Birleşik Metal Kurulu'nda işçilerle konuştuk...
  Dünya, Türkiye ve sol hareket/5
  Tasfiyecilikten teslimiyete, teslimiyetten ihanet batağına doğru!
  Tasfiyeciliğin dibe vuruşu!
  Kapitalizm Sav-AŞ demektir!
  İnsanca yaşamaya yetecek, vergiden muaf asgari ücret!
  DİE anketini nasıl yorumlamalı!
  Ekim Gençliği'nden...
  Anlamsızlığın pazarlanması
  Birlik iddiası da, önderlik iddiası da ancak samimi bir çabayla gerçekleşebilir!
  Direniş henüz ilk aşamasında
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Direniş henüz ilk aşamasında

İngiltere’deki savaş karşıtı hareketin tanınmış isimlerinden Pakistan kökenli yazar Tarık Ali, Irak’taki direnişin seyrini değerlendirdi. Ali, Socialist Worker dergisinden Anthony Arnove’un sorularını yanıtladı. Röportajı kısaltarak okuyucularımızın dikkatine sunuyoruz.

- “Bush Babil’de” adlı yeni kitabınızda Irak savaşının yalan üzerinde temellendiğini söylüyorsunuz. Eğer savaş kitle imha silahları ya da Irak’ın El Kaide gibi terörist gruplarla ilişkisi olduğu ile ilgili değilse, ne içindi?

Tarık Ali: Kitle imha silahları gerçek olmuş olsaydı, ABD asla saldırmazdı. Dahası; ABD dışında, hiç kimse Irak ile El Kaide arasında bir bağlantı olduğuna inanmıyor. Benim kanıma göre savaşın gerçek nedeni, Amerika’nın emperyal gücünü göstermekti. Bölgeye ve dünyaya Amerikan İmparatorluğu’nun hegemonyasını her ne pahasına olursa olsun koruyacağını göstermekti. Ekonomik savaşın etkisiz olduğu yerde, askeri saldırı gündeme gelir. Bu, Uzakdoğu devletleri ve Batı Avrupalılar’ın önüne atılmış bir ateşti. Mesaj açıktı: “İstediğimizde askeri müdahale yapabilecek kapasiteye ve güce sahibiz.”

İkinci neden ise, Irak ve Suriye’yi bölgede İsrail’e karşı direnen iki devlet olarak gören İsrail rejimini memnun etmekti. Irak’ta kukla bir rejim kurarak, ardından Suriye’deki Baas rejimini yıkmayı hedefliyorlardı. İngiltere Başbakanı Tony Blair’in 3 liberal gazeteciye verdiği bir brifingde gizlice açıkladığı gibi; Irak işgali, Suriye ve İran’a savaş açılamadığı için tasarlandı. Irak’taki başarı; zorbalığın, sindirmenin ve tehditlerin yeterli olacağı anlamına gelecekti. Ama direniş, bu yanılsamayı dağıttı.

- İşgal güçlerine karşı direnişin ‘yabancı teröristlerden’ ve ‘Saddam yanlılarından’ geldiği iddiasına ne anlam veriyorsunuz?

- Geçen aylardaki en komik manzaralardan biri Bağdat’ta bir basın toplantısında “Esas problem Irak’ta çok fazla yabancının olmasıdır” diyen Paul Wolfowitz idi. Orada bulunan Batılı gazetecilerin çoğunun bu sözlere gülmemesi, onların ne kadar “iliştirilmiş” olduklarının bir kanıtıydı.

Gerçek şu ki halk işgal askerlerini esas “yabancı teröristler” olarak görüyor. Irak’ta irili ufaklı 40 farklı direniş örgütü var. Baasçılar, işgali savunan Irak Komünist Partisi’nin ihanetinden iğrenen muhalif komünistler, milliyetçiler, dağılan Irak asker ve subaylarından oluşan gruplar, Sünni ve Şii dini gruplar... Şii gruplar henüz oldukça az.

Başka bir deyişle, bu direniş Iraklı. Ama diğer Araplar’ın da yardım etmek için sınırdan içeri girmelerine şaşırmam. Neden gelmesinler ki? Necef’te eğer Polonyalılar ve Ukraynalılar varsa, neden Araplar Irak’taki Araplar’ı savunmak için gelmesinler?

Ancak bugün direnişin kilit gerçeği şudur: Direniş, merkezi değildir. Yani işgal ordusuna karşı gerilla savaşının klasik ilk aşamasındadır. Bakalım bu gruplar ikinci aşamaya sıçrayacak ve bir ulusal kurtuluş cephesi kurabilecekler mi?

- Bush ve Blair’in vaatleri ile karşılaştırırsak, bugün Irak’taki koşullar ne durumda?

- Ülkedeki Iraklılar ile iletişimim, Avrupa basınında çıkan haberleri doğruluyor. Ülke çok karışık. Durum Saddam döneminden daha kötü. Hiçbir yeniden yapılandırma yok. Muazzam bir işsizlik var. ABD Iraklılar’a temizlikçi olarak bile güvenmiyor ve bu işlerde Güney Asyalı, Filipinli göçmenler kullanılıyor.

Neoliberal kapitalizm çağındaki sömürgecilik bu; dolayısıyla ABD ve “müttefik” ülke şirketlerine öncelik veriliyor. İşgal altındaki Irak, bir “ahbap oligarşisi” haline gelecek.

İşgalciler ile kuklaları, en temel ihtiyaçları bile karşılayamıyorlar. Bu da direnişi körüklüyor ve birçok genci savaşmaya teşvik ediyor. Halkın içinden çok az insan direnişçileri ele veriyor. Bu önemli, çünkü halkın desteği olmaksızın direniş çok zor duruma düşer.

- Diplomasi alanındaki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Bush, işgale destek istemek için BM’ye gitti. Acaba Bush ABD işgaline çokuluslu bir imaj mı elde etmeye çalışıyor?

- BM Güvenlik Konseyi kendisini bir kez daha rezil etti. Artık ona Satraps (Küçük Prens) Konseyi demek gerekir. İşte, imparatorluğun önünde diz çökmüş durumdalar. Savaşa karşı çıkan Almanlar, Fransızlar ve Ruslar (kimi Amerikalı liberaller gibi), şimdi işgali desteklemekten başka bir seçenek kalmadığını söylüyorlar. Asker ya da para göndermiyor, ancak “moral” destek veriyorlar.

BM’nin “çok taraflılığı” şu an var olandan farklı değil. Irak’ta BM’den, katil yaptırımların yöneticisi ve yıllarca süren rutin Anglo-Amerikan bombardımanının destekçisi olduğu için, ne kadar nefret edildiğini unutmamalı.

- İşgalin Filistin, Suriye ve İran’da etkisinin ne olacağını düşünüyorsunuz?

- Nasıl ilk başta Filistinliler Bağdat’ın düşmesiyle demoralize oldularsa, direnişin ortaya çıkması onları cesaretlendirdi. Bağdat düştükten sonra, İsrailli savaş suçlusu Ariel Şaron Filistinliler’e “Aklınızı başınıza toplayın, artık koruyucunuz gitti” diyordu. Sanki Filistin mücadelesi Saddam’a bağlıymış gibi. Yanıtını da aldı zaten.

ABD’deki insanların anlamak zorunda oldukları şey şu: Arap dünyasında ve dünyanın herhangi bir yerinde, intihar eylemleri işgalden bağımsız düşünülemez. Vietnamlılar da, Saygon’da ABD askerleri tarafından sık sık gidilen kafelere benzer taktiklerle saldırmıştı. Şu anda Ortadoğu’da iki işgal var: Filistin ve Irak işgali. Eğer Suriye ve İran’a girecek kadar çılgınlarsa, kendilerini askeri ve politik olarak fazlasıyla zorlamış olacaklar. Benim görüşüm; Irak direnişinin Suriye ve İran ile ilgili tüm planları geçici olarak durdurduğu şeklinde.

(Socialist Worker’dan çeviren
Bahadır Çetinay)
Evrensel, 10 Kasım 2003



Irak’ta kritik moment

Irak işgalinde kritik bir moment oluştu. Bundan sonra gelişmeler yalnızca Irak’ın değil, tüm bölgenin geleceği açısından çok önemli. İlk işaretler ise hiç olumlu değil.

Direniş yeni bir düzeye sıçradı

İnanması zor ama, dünyanın en güçlü ordusuyla, yoksul bir ülkenin yerel direniş güçleri arasındaki denge, direniş lehine biçimleniyor.

Askeri açıdan, önceki hafta bir Chinook, geçen hafta da bir Black Hawk helikopterinin düşürülmesi çok dikkat çeken bir gelişmeydi. 4. Kuşak Savaşlar teorisinin yaratıcısı W. S. Lind’in işaret ettiği gibi, iki M-1 Abrams tankının imha edilmesi de “gerilla savaşının”, öngörülenden “çok daha büyük bir hızla evrimleşmekte olduğunu gösteriyordu”. Altı ay gibi kısa bir sürede, gerilla yumuşak hedeflere vurma aşamasından en zor elde edilebilir hedeflere saldırma aşamasına geçmişti (Military.com, 04/11).

Bu gelişmeler karşısında ABD’nin akılcı ve geçerli bir plan geliştirmekte zorlandığı görülüyor. Örneğin, Black Hawk’ın düşürüldüğü bölgede, savaşın bittiğinin ilan edilmesinden sonra ilk kez, uçaklarla “büyük güç gösterisi” yapma girişimine ne demeli? Bunun bir çaresizlik refleksine benzemesi bir yana, bölge halkının nefretini daha da arttıracağı kesin değil mi? İkincisi, şimdi bir takım “uzmanlar” ve düne kadar soğukkanlılığını korumuş yazarlar (Rubin, Hogland) ABD’nin isyancılara karşı yeterince sert davranamadığını; insan hakları, yasa filan gibi şeylerle kendi elini kolunu bağladığını savunmaya, neden katillerden (direnişçiler demek istiyorlar) kimilerinin yargılanıp infaz edilmediğini sormaya başladılar. Kısacası ABD tarafından “akıllıların” aklına gelen tedbir, ta da direnişçilerin beklediği yönde, yerel halkı daha da kızdıracak türden...

Geçen hafta ABD’nin kendi atadığı Irak Geçici Yönetimi’nden hoşnut olmadığına, bir başka çözüm aramaya başladığına ilişkin haberler (Washington Post, Christian Science Monitor), yerel sömürge yönetimi kurma girişiminin başarısız kaldığını gösteriyordu. ABD’nin Irak’ta direnişi bizzat Irak güçleriyle bastırmak için eski ordunun bir kısmını yeniden göreve çağırmayı düşünmeye başlamasıyla, Lind’in yazısında ima ettiği gibi kendi düşmanını silahlandırmak ve mahremiyetine almak anlamına gelen, aptallığa varan, bir çaresiziğin işaretiydi.

Bir diğer siyasi gelişme de ABD toprağında yaşanıyor. Emekli generaller, üst düzey CIA görevlileri vb., basında ve bizzat ordu personeli tarafından okunan “Military.com”, “Stars and Stripes”, “Vips”, gibi yayınlarda Bush yönetimini, yaralılara iyi bakmamakla, ölülere gereken saygıyı göstermemekle, kayıpların gerçek sayısını gizlemekle, sürekli yalan söylemekle suçlamaya, sık sık Vietnam’ı anımsatmaya başladılar.

Çıkış ne yöne doğru?

Şurası bir gerçek ki Batı merkezli dünya ekonomisinin andaki hegemonyacı (bu zayıflamakta olsa bile) gücünün, Irak’tan yenilerek çıkması, Batı’nın 300 yıllık üstünlüğünü (bunun dini tonlarını da unutmadan) tehlikeye atar. Bu, bırakın “neocon”ları ve geleneksel muhafazakarları, Demokrat Parti eliti, hatta Fransa-Almanya ekseni tarafından kabul edilebilir bir seçenek değil. Bu nedenle ABD’de, denetimi daha fazla kaybetmeden, NATO’yu Irak’a getirmeyi, Fransa’nın Afganistan modeli önerisini devreye sokma eğilimi güçleniyor (örneğin: Dem. Senatör Joseph R. Biden- Foreign Relations Committee). Bu eğilim ise korkarım Irak “olayını”, daha geniş “bölgesel bir olayın” içinde eritme olasılığını da gündeme getiriyor.

Önce şunu değerlendirelim: Geçen hafta Bush, Ortadoğu’da “sürekli demokratik devrim” ilan etti. Suudi Arabistan’da bir “El Kaide eylemi” gerçekleşti. Bush yönetimi, Dışişleri Bakan Yardımcısı Armitage’in ağzından ilk kez ve açıkça, “El Kaide, Suudi rejimini devirip ülkeyi ele geçirmek istiyor” tespitini yaptı; rejimden hızla demokratikleşmesini istedi.

Sonra düşünmeye devam edelim: Birincisi, Suudi rejiminin demokratikleşme olasılığı, orta dönemde bile yok, aksine “terörizmle savaş” bahanesiyle tüm muhalefetini ezmeye kalkarak meşruiyetini daha da zayıflatması olasılığı çok yüksek. İkincisi, bu rejim çökmeye başlarsa, “El Kaide’nin eline geçmeden önce”, tabii ki “geçici olarak” düzeni korumak amacıyla NATO’nun devreye sokulması akla yakın bir seçenek. Böyle korkutucu senaryolar doğrultusunda “spekülasyona” başlamışken bölgedeki en büyük NATO ordusunun Türkiye’de olduğunu da anımsamakta yarar var.

Ergin Yıldızoğlu
(Cumhuriyet, 12 Kasım ‘03)