15 Kasım'03
Sayı: 2003 (08)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD'yi hizmete hazır halde bekliyorlar!
  Görevimiz direnişi büyütmek!
  Amerikan ordusu siyonistlerle aynı yöntemleri kullanmaya başladı
  Dünyanın dört bir yanında tecrit duvarına karşı eylemler
  Saldırıları püskürtecek bir genel grevi tabandan örgütleyelim!
  ESK dağıtılsın!
  AB Türkiye'den yolsuzluklarla mücadele etmesini istiyor!..
  TEKEL özelleştirmesinde düşük fiyat operasyonu
  Buca Cezaevi'nde çocuklara işkence!..
  Sermaye iktidarı için Kıbrıs'ta yolun sonu görünüyor!
  Birleşik Metal-İş İstanbul 2 No'lu Şube Genel Kurulu gerçekleştirildi...
  Birleşik Metal Kurulu'nda işçilerle konuştuk...
  Dünya, Türkiye ve sol hareket/5
  Tasfiyecilikten teslimiyete, teslimiyetten ihanet batağına doğru!
  Tasfiyeciliğin dibe vuruşu!
  Kapitalizm Sav-AŞ demektir!
  İnsanca yaşamaya yetecek, vergiden muaf asgari ücret!
  DİE anketini nasıl yorumlamalı!
  Ekim Gençliği'nden...
  Anlamsızlığın pazarlanması
  Birlik iddiası da, önderlik iddiası da ancak samimi bir çabayla gerçekleşebilir!
  Direniş henüz ilk aşamasında
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
AB Komisyonu'nun İlerleme Raporu Kuzey Kıbrıs'ı üyelik için siyasal bir engel olarak tanımladı...

Sermaye iktidarı için Kıbrıs'ta
yolun sonu görünüyor!

AB Komisyonu’nun 2003 İlerleme Raporu’nun Strateji Belgesi’nde, Kıbrıs sorunu Türkiye’nin üyeliği için bir engel olarak tanımlandı ve 1 Mayıs 2004’e kadar çözülmesi istendi. Rapordaki bu ifade ile Kıbrıs sorunu, son haftanın en çok tartışılan gündemlerinden biri haline geldi.

Sermaye iktidarının sözcüleri bu ifadenin kullanılmasının bir haksızlık olduğunu ileri sürerken, sorunun çözümü için ellerinden geleni zaten yapacakları sözünü vermekten de geri kalmadılar. Daha önce Türkiye ile üyelik müzakerelerinin başlaması, Kopenhag Kriterleri olarak tanımlanan insan hakları, demokratikleşme, azınlıklar üzerindeki baskılara son verilmesi gibi başlıklar altında toplanan siyasi kriterlerin yerine getirilmesine bağlanıyordu. Kıbrıs bu siyasi kriterlerin içerisinde bulunmuyordu. AB yetkilileri bu ifadenin rapora konulmasının bilinen bir siyasal gerçeğin ifadesi olarak, siyasal bir tutum anlamına geldiğini belirttiler. Böylelikle AB, üyelik sürecini kullanarak, Türkiye üzerinde basınç oluşturmak istediğini açıkça ifade etmiş bulunuyor.

Bu tartışma, Kıbrıs üzerinde artan emperyalist müdahalelerin ve Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’taki işgalci egemenliğinin Kıbrıs’taki iç gelişmelere de bağlı olarak sarsılmasıyla yoğunlaşan gerilimin yeni bir tezahürüdür. Kıbrıs’ta yoğunlaşan bu gerilimin bir boyutu, AB ve ABD’nin ilişkileri düzleminde süren nüfuz mücadelesidir. Diğer boyutunu ise, emperyalistler karşısında özgün inisiyatif örneklerinden biri olan Kıbrıs’ta, bu inisiyatifin sınırlarının görünmesiyle birlikte, tuttuğu mevziyi en azından bir takım tavizler koparmanın imkanı olarak değerlendirmek isteyen Türkiye oluşturuyor.

Yaşanan gelişmeler Türkiye’nin egemen iktidarı için Kıbrıs’ta yolun sonuna gelindiğini gösteriyor. Emperyalistlere rağmen adadaki işgalci varlığını sürdürmesi artık mümkün görünmüyor. AB İlerleme Raporu’na Türk egemenlerince gösterilen tepkiler ile Kuzey Kıbrıs’taki kukla rejimin gelişen muhalefet karşısındaki düştüğü acz ve buna bağlı yaptığı kaba oyunlar bunu kanıtlıyor.

Kıbrıs artık bir pazarlık unsuru

Türk devleti yöneticileri tarafından İlerleme Raporu haksız olduğu yollu sitemlerle karşılandı. Bununla birlikte Kıbrıs sorununun çözümü için ellerinden geleni yapacaklarını eklemeyi de ihmal etmediler. Bu tutum, egemenlerin Kıbrıs’ta emperyalist çözüme direnmekten ne kadar uzak olduklarını gösteriyor. Sermaye devletinin Kıbrıs politikasının özü artık, Kıbrıs’ın emperyalistlerden çeşitli tavizler koparabilmek için kullanılacak bir pazarlık unsuru olmaktan ibarettir. Zira, artan emperyalist baskı ve düzenin emperyalizme artan bağımlılığı, işgalci egemenliğin sürdürülmesini imkansız hale sokuyor.

Türk devleti için Kıbrıs üzerinden özgün inisiyatifi uzun dönemdir bir kambura dönüşmüştü. Şimdi sermaye iktidarı asgari bir zararla ve bir takım tavizler kopararak bu yükten kurtulmaya çalışıyor. Devlet adına yapılan açıklamalardan da görüleceği üzere, Annan Planı temelinde sorunun çözülmesine evet denilirken, sorunun çözümü Türkiye’nin AB üyeliğine bağlanıyor.

Bu gerçeği, derin devletin medyadaki sözcülerinden, Radikal gazetesi yazarı eski büyükelçi Gündüz Aktan şöyle ifade ediyor:

“Bu soruna (Kıbrıs) ilişkin iki grup oluştu. Bir grup, olumlu buldukları Annan Planı temelinde sorunun müzakere edilip 1 Mayıs 2004’ten önce çözümlenmesini savunuyor. Bu açıdan strateji belgesindeki tutumu destekliyor. Bu grubun bir tarafında Yunanistan, (nazlanmakla birlikte) Rumlar, İngiltere ve AB ile Amerika; diğer tarafındaysa TÜSİAD, bazı liberal yazarlar başta Türk medyasının büyük bölümüyle Mehmet Ali Talat ve takipçileri yer alıyor. Diğer grupsa 1 Mayıs tarihine kadar sorun çözümlenip Kıbrıs Türkler’i Kıbrıs’la birlikte AB’ye girdikten (ve Ege sorunu da Divan’a gittikten) sonra, AB içinde Türkiye’nin üyeliğine karşı çevrelerin de etkisiyle Türkiye’ye giriş tarihi verilmeyebileceğini, Türkiye’nin AB emellerinin asıl o zaman sona erebileceğini düşünüyor. Bu grupta genelde hüümet, dış politikadan sorumlu kurumlar, Sn. Denktaş ve Kıbrıs’ta onu destekleyen hükümet partileriyle benim gibi birkaç köşe yazarı bulunuyor. Bu grup Annan Planı’nın ciddi eksikliklerini ve hatalarını biliyor. Hem Kıbrıs Türkleri’ni korumak hem de üyeliğimizi imkan ölçüsünde garanti etmek için, Türkiye üye olmadan Kıbrıs’ta çözüm sürecinin tamamlanmamasını savunuyor. Sanılanın aksineSn. Denktaş da benzer görüşlere sahip.”

Burada ifade edilen görüşler sermaye devletinin Kıbrıs politikasının özünü oldukça iyi biçimde ifade ediyor. Bir takım eksiklikleriyle birlikte Annan Planı’na evet, ama bu Türkiye’nin AB’ye üye olmasına bağlanmalıdır deniliyor. Yani Türkiye’nin AB üyeliği karşısında Kıbrıs sorunu pazarlık konusu haline getirilmeye çalışılıyor.

Geçtiğimiz hafta bu soruna bağlı olarak öne çıkan bir diğer gelişme de, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün, Radikal Gazetesi yazarı Mehmet Ali Kışlalı (derin devletin bir başka sözcüsü) ile yaptığı röportajda Kıbrıs’a ilişkin söyledikleri. Özkök, Türkiye açısından taşıdığı stratejik önemi anlattıktan sonra, Kıbrıs’ın AB’ye üye olması durumunda “hiçbir Avrupalı’nın, ‘Haydi burası AB toprağı birkaç gün içinde çıkın’ deyip buraya gelip Kıbrıs’ta savaşıp öleceğini de düşünemiyorum. AB’nin de böyle bir girişimini beklemiyorum. Ekonomik yaptırım kullanabilir ama politik gücünüz ve güçlü ekonominiz varsa o da karşılanır. Direnç gösterirsiniz.” diyor ve Kıbrıs’ta çözümden yana olduklarını söylemeyi de ihal etmiyor. Burjuva medyada bu sözler ordunun siyasete müdahalesi ve Kıbrıs konusundaki katı tutumunun yeni bir ifadesi olarak değerlendirilse de, özünde Gündüz Aktan’ın yazdıklarıyla çelişmiyor.

Düzen cephesinden verilen tepkilerin gerisinde, Kuzey Kıbrıs verildikten sonra AB’nin Türkiye’yi üyeliğe almayacağından duyulan korku yatıyor. Bunda pek haksız da sayılmazlar. Çünkü AB Türkiye gibi ekonomik ve siyasal planda hastalıklı ve ABD uşağı bir ülkeyi içine almak istemiyor. AB şefleri tarafından çeşitli vesilelerle yapılan açıklamalarda da bu çekince açık bir dille ifade ediliyor, hatta Türkiye’nin özel bir statü ile yetinmesi gerektiği bile söylenebiliyor. Kıbrıs’ı İlerleme Rapor’unda bir siyasal engel olarak tanımlanması da bunun bir başka biçimde ifadesidir. AB böylece, Türkiye’nin ABD zoruyla AB’nin genişleme sürecine dahil edilmesinden duyduğu sıkıntıyı çözmeye çalışıyor.

Kuzey Kıbrıs’taki gelişmeler ve
sermaye devletinin açmazı

Sermaye iktidarının pazarlık gücünü zayıflatan en önemli etken ise Kuzey Kıbrıs’taki halk muhalefetidir. Kuzey Kıbrıs’taki rejim hızla çözülmekte, Kuzey Kıbrıs halkı işgale ve işbirlikçi rejime karşı büyük bir öfke duymaktadır. 14 Aralık’ta yapılacak seçimler bu bakımdan gerçek bir kopma noktası olabilir. Seçimler gelinen yerde Denktaş ve işgale karşı bir referanduma dönüşmüş bulunmaktadır. Göstergeler şimdiden seçimlerin Denktaş ve takımının büyük bir yenilgiye uğrayacağını göstermektedir. Böyle olması halinde Türk devletinin işgalci egemenliği ve Denktaş rejimi tümüyle meşruluğunu yitirmiş olacaktır. Bu durumda sermaye iktidarının ve işbirlikçilerinin önünde iki seçenek kalıyor. Ya seçimler sonucunda ortaya çıkan irade tanınacak, böylelikle pazarlık gücü de yitirilecektir. a da seçimlere müdahale edilerek mevcut yönetimin kazanması sağlanacak, buna rağmen durum değişmezse ortaya çıkan irade tanınmayarak, kaba zor kullanılacaktır. Sermaye devleti ve kukla rejim şimdiden seçimlere yönelik kaba müdahalelerini yoğunlaştırmış durumdalar. Bunun için her türlü düzenbazlığa ve kirli yöntemlere başvurulmaktadır.

Ancak, seçim sonuçları ne olursa olsun, Türk devleti Kuzey Kıbrıs’ta tam bir acz ve açmaz içerisine düşmüş bulunmaktadır. Bir yandan emperyalistlerin baskısı, diğer yandan Kuzey Kıbrıs halkının işgal karşıtı yoğunlaşan tepkisi mevcut statükoyu devam ettirme imkanı bırakmamaktadır. G. Aktan’ın ifadesiyle; “Hükümet KKTC’deki 14 Aralık seçimlerine kadar bir ulusal uzlaşı oluşturamazsa, sadece Kıbrıs’ta değil, AB üyeliği konusunda da davayı kaybedebileceğiz.”

Kuzey Kıbrıs muhalefetinin açmazı

Kıbrıs’ta emperyalistlerin ve işgalci devletlerin müdahalelerini yoğunlaştığı bir dönemden geçiyoruz. Bu dönemin adanın haritasını yeniden çizebilecek sonuçlar yaratabileceğini şimdiden söyleyebiliriz. Ancak mevcut tabloda değişimin önemli bir unsuru olarak emperyalistler ve işgalciler tarafından da hesaba dahil edilen Kuzey Kıbrıs halk muhalefeti ne yazık ki anti-emperyalist bir çizgide gelişmemektedir. İşgal karşıtı bir çizgide birleşik bir Kıbrıs hedefiyle hareket eden muhalefetin ufku AB üyeliğini aşamamaktadır. Böyle olunca, Kuzey Kıbrıs’taki Türk işgalci egemenliği AB emperyalizminin egemenliği ile yer değiştirmiş olacaktır. Elbette muhalefet içerisinde çözümü anti-emperyalist bir mücadelenin ürünü olarak sağlanacak özgür ve birleşik bir Kıbrıs’ta gören gruplar bulunmaktadır. Ancak bunlar hnüz bağımsız bir politik güç olarak çıkabilecek durumda değiller.

Kıbrıs’ta gerçek ve kalıcı bir barış sağlamanın yolu, Kıbrıs’ı emperyalistlerin ve gerici devletlerin müdahalesine kapatmaktan geçiyor. Bunun yegane yolu ise, emperyalistleri ve müdahaleci-işbirlikçi güçleri adadan halkların birleşik mücadelesiyle kovmaktır. Kıbrıs halkları gerçek bir kurtuluşa ve özgürlüğe ancak böyle bir mücadelenin sonunda ulaşabileceklerdir.