AB Komisyonu'nun İlerleme Raporu Kuzey Kıbrıs'ı üyelik için siyasal bir engel olarak tanımladı...
Sermaye iktidarı için Kıbrıs'ta
yolun sonu görünüyor!
AB Komisyonunun 2003 İlerleme Raporunun Strateji Belgesinde, Kıbrıs sorunu Türkiyenin üyeliği için bir engel olarak tanımlandı ve 1 Mayıs 2004e kadar çözülmesi istendi. Rapordaki bu ifade ile Kıbrıs sorunu, son haftanın en çok tartışılan gündemlerinden biri haline geldi.
Sermaye iktidarının sözcüleri bu ifadenin kullanılmasının bir haksızlık olduğunu ileri sürerken, sorunun çözümü için ellerinden geleni zaten yapacakları sözünü vermekten de geri kalmadılar. Daha önce Türkiye ile üyelik müzakerelerinin başlaması, Kopenhag Kriterleri olarak tanımlanan insan hakları, demokratikleşme, azınlıklar üzerindeki baskılara son verilmesi gibi başlıklar altında toplanan siyasi kriterlerin yerine getirilmesine bağlanıyordu. Kıbrıs bu siyasi kriterlerin içerisinde bulunmuyordu. AB yetkilileri bu ifadenin rapora konulmasının bilinen bir siyasal gerçeğin ifadesi olarak, siyasal bir tutum anlamına geldiğini belirttiler. Böylelikle AB, üyelik sürecini kullanarak, Türkiye üzerinde basınç oluşturmak istediğini açıkça ifade etmiş bulunuyor.
Bu tartışma, Kıbrıs üzerinde artan emperyalist müdahalelerin ve Türkiyenin Kuzey Kıbrıstaki işgalci egemenliğinin Kıbrıstaki iç gelişmelere de bağlı olarak sarsılmasıyla yoğunlaşan gerilimin yeni bir tezahürüdür. Kıbrısta yoğunlaşan bu gerilimin bir boyutu, AB ve ABDnin ilişkileri düzleminde süren nüfuz mücadelesidir. Diğer boyutunu ise, emperyalistler karşısında özgün inisiyatif örneklerinden biri olan Kıbrısta, bu inisiyatifin sınırlarının görünmesiyle birlikte, tuttuğu mevziyi en azından bir takım tavizler koparmanın imkanı olarak değerlendirmek isteyen Türkiye oluşturuyor.
Yaşanan gelişmeler Türkiyenin egemen iktidarı için Kıbrısta yolun sonuna gelindiğini gösteriyor. Emperyalistlere rağmen adadaki işgalci varlığını sürdürmesi artık mümkün görünmüyor. AB İlerleme Raporuna Türk egemenlerince gösterilen tepkiler ile Kuzey Kıbrıstaki kukla rejimin gelişen muhalefet karşısındaki düştüğü acz ve buna bağlı yaptığı kaba oyunlar bunu kanıtlıyor.
Kıbrıs artık bir pazarlık unsuru
Türk devleti yöneticileri tarafından İlerleme Raporu haksız olduğu yollu sitemlerle karşılandı. Bununla birlikte Kıbrıs sorununun çözümü için ellerinden geleni yapacaklarını eklemeyi de ihmal etmediler. Bu tutum, egemenlerin Kıbrısta emperyalist çözüme direnmekten ne kadar uzak olduklarını gösteriyor. Sermaye devletinin Kıbrıs politikasının özü artık, Kıbrısın emperyalistlerden çeşitli tavizler koparabilmek için kullanılacak bir pazarlık unsuru olmaktan ibarettir. Zira, artan emperyalist baskı ve düzenin emperyalizme artan bağımlılığı, işgalci egemenliğin sürdürülmesini imkansız hale sokuyor.
Türk devleti için Kıbrıs üzerinden özgün inisiyatifi uzun dönemdir bir kambura dönüşmüştü. Şimdi sermaye iktidarı asgari bir zararla ve bir takım tavizler kopararak bu yükten kurtulmaya çalışıyor. Devlet adına yapılan açıklamalardan da görüleceği üzere, Annan Planı temelinde sorunun çözülmesine evet denilirken, sorunun çözümü Türkiyenin AB üyeliğine bağlanıyor.
Bu gerçeği, derin devletin medyadaki sözcülerinden, Radikal gazetesi yazarı eski büyükelçi Gündüz Aktan şöyle ifade ediyor:
Bu soruna (Kıbrıs) ilişkin iki grup oluştu. Bir grup, olumlu buldukları Annan Planı temelinde sorunun müzakere edilip 1 Mayıs 2004ten önce çözümlenmesini savunuyor. Bu açıdan strateji belgesindeki tutumu destekliyor. Bu grubun bir tarafında Yunanistan, (nazlanmakla birlikte) Rumlar, İngiltere ve AB ile Amerika; diğer tarafındaysa TÜSİAD, bazı liberal yazarlar başta Türk medyasının büyük bölümüyle Mehmet Ali Talat ve takipçileri yer alıyor. Diğer grupsa 1 Mayıs tarihine kadar sorun çözümlenip Kıbrıs Türkleri Kıbrısla birlikte ABye girdikten (ve Ege sorunu da Divana gittikten) sonra, AB içinde Türkiyenin üyeliğine karşı çevrelerin de etkisiyle Türkiyeye giriş tarihi verilmeyebileceğini, Türkiyenin AB emellerinin asıl o zaman sona erebileceğini düşünüyor. Bu grupta genelde hüümet, dış politikadan sorumlu kurumlar, Sn. Denktaş ve Kıbrısta onu destekleyen hükümet partileriyle benim gibi birkaç köşe yazarı bulunuyor. Bu grup Annan Planının ciddi eksikliklerini ve hatalarını biliyor. Hem Kıbrıs Türklerini korumak hem de üyeliğimizi imkan ölçüsünde garanti etmek için, Türkiye üye olmadan Kıbrısta çözüm sürecinin tamamlanmamasını savunuyor. Sanılanın aksineSn. Denktaş da benzer görüşlere sahip.
Burada ifade edilen görüşler sermaye devletinin Kıbrıs politikasının özünü oldukça iyi biçimde ifade ediyor. Bir takım eksiklikleriyle birlikte Annan Planına evet, ama bu Türkiyenin ABye üye olmasına bağlanmalıdır deniliyor. Yani Türkiyenin AB üyeliği karşısında Kıbrıs sorunu pazarlık konusu haline getirilmeye çalışılıyor.
Geçtiğimiz hafta bu soruna bağlı olarak öne çıkan bir diğer gelişme de, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkökün, Radikal Gazetesi yazarı Mehmet Ali Kışlalı (derin devletin bir başka sözcüsü) ile yaptığı röportajda Kıbrısa ilişkin söyledikleri. Özkök, Türkiye açısından taşıdığı stratejik önemi anlattıktan sonra, Kıbrısın ABye üye olması durumunda hiçbir Avrupalının, Haydi burası AB toprağı birkaç gün içinde çıkın deyip buraya gelip Kıbrısta savaşıp öleceğini de düşünemiyorum. ABnin de böyle bir girişimini beklemiyorum. Ekonomik yaptırım kullanabilir ama politik gücünüz ve güçlü ekonominiz varsa o da karşılanır. Direnç gösterirsiniz. diyor ve Kıbrısta çözümden yana olduklarını söylemeyi de ihal etmiyor. Burjuva medyada bu sözler ordunun siyasete müdahalesi ve Kıbrıs konusundaki katı tutumunun yeni bir ifadesi olarak değerlendirilse de, özünde Gündüz Aktanın yazdıklarıyla çelişmiyor.
Düzen cephesinden verilen tepkilerin gerisinde, Kuzey Kıbrıs verildikten sonra ABnin Türkiyeyi üyeliğe almayacağından duyulan korku yatıyor. Bunda pek haksız da sayılmazlar. Çünkü AB Türkiye gibi ekonomik ve siyasal planda hastalıklı ve ABD uşağı bir ülkeyi içine almak istemiyor. AB şefleri tarafından çeşitli vesilelerle yapılan açıklamalarda da bu çekince açık bir dille ifade ediliyor, hatta Türkiyenin özel bir statü ile yetinmesi gerektiği bile söylenebiliyor. Kıbrısı İlerleme Raporunda bir siyasal engel olarak tanımlanması da bunun bir başka biçimde ifadesidir. AB böylece, Türkiyenin ABD zoruyla ABnin genişleme sürecine dahil edilmesinden duyduğu sıkıntıyı çözmeye çalışıyor.
Kuzey Kıbrıstaki gelişmeler ve
sermaye devletinin açmazı
Sermaye iktidarının pazarlık gücünü zayıflatan en önemli etken ise Kuzey Kıbrıstaki halk muhalefetidir. Kuzey Kıbrıstaki rejim hızla çözülmekte, Kuzey Kıbrıs halkı işgale ve işbirlikçi rejime karşı büyük bir öfke duymaktadır. 14 Aralıkta yapılacak seçimler bu bakımdan gerçek bir kopma noktası olabilir. Seçimler gelinen yerde Denktaş ve işgale karşı bir referanduma dönüşmüş bulunmaktadır. Göstergeler şimdiden seçimlerin Denktaş ve takımının büyük bir yenilgiye uğrayacağını göstermektedir. Böyle olması halinde Türk devletinin işgalci egemenliği ve Denktaş rejimi tümüyle meşruluğunu yitirmiş olacaktır. Bu durumda sermaye iktidarının ve işbirlikçilerinin önünde iki seçenek kalıyor. Ya seçimler sonucunda ortaya çıkan irade tanınacak, böylelikle pazarlık gücü de yitirilecektir. a da seçimlere müdahale edilerek mevcut yönetimin kazanması sağlanacak, buna rağmen durum değişmezse ortaya çıkan irade tanınmayarak, kaba zor kullanılacaktır. Sermaye devleti ve kukla rejim şimdiden seçimlere yönelik kaba müdahalelerini yoğunlaştırmış durumdalar. Bunun için her türlü düzenbazlığa ve kirli yöntemlere başvurulmaktadır.
Ancak, seçim sonuçları ne olursa olsun, Türk devleti Kuzey Kıbrısta tam bir acz ve açmaz içerisine düşmüş bulunmaktadır. Bir yandan emperyalistlerin baskısı, diğer yandan Kuzey Kıbrıs halkının işgal karşıtı yoğunlaşan tepkisi mevcut statükoyu devam ettirme imkanı bırakmamaktadır. G. Aktanın ifadesiyle; Hükümet KKTCdeki 14 Aralık seçimlerine kadar bir ulusal uzlaşı oluşturamazsa, sadece Kıbrısta değil, AB üyeliği konusunda da davayı kaybedebileceğiz.
Kuzey Kıbrıs muhalefetinin açmazı
Kıbrısta emperyalistlerin ve işgalci devletlerin müdahalelerini yoğunlaştığı bir dönemden geçiyoruz. Bu dönemin adanın haritasını yeniden çizebilecek sonuçlar yaratabileceğini şimdiden söyleyebiliriz. Ancak mevcut tabloda değişimin önemli bir unsuru olarak emperyalistler ve işgalciler tarafından da hesaba dahil edilen Kuzey Kıbrıs halk muhalefeti ne yazık ki anti-emperyalist bir çizgide gelişmemektedir. İşgal karşıtı bir çizgide birleşik bir Kıbrıs hedefiyle hareket eden muhalefetin ufku AB üyeliğini aşamamaktadır. Böyle olunca, Kuzey Kıbrıstaki Türk işgalci egemenliği AB emperyalizminin egemenliği ile yer değiştirmiş olacaktır. Elbette muhalefet içerisinde çözümü anti-emperyalist bir mücadelenin ürünü olarak sağlanacak özgür ve birleşik bir Kıbrısta gören gruplar bulunmaktadır. Ancak bunlar hnüz bağımsız bir politik güç olarak çıkabilecek durumda değiller.
Kıbrısta gerçek ve kalıcı bir barış sağlamanın yolu, Kıbrısı emperyalistlerin ve gerici devletlerin müdahalesine kapatmaktan geçiyor. Bunun yegane yolu ise, emperyalistleri ve müdahaleci-işbirlikçi güçleri adadan halkların birleşik mücadelesiyle kovmaktır. Kıbrıs halkları gerçek bir kurtuluşa ve özgürlüğe ancak böyle bir mücadelenin sonunda ulaşabileceklerdir.
|