15 Kasım'03
Sayı: 2003 (08)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD'yi hizmete hazır halde bekliyorlar!
  Görevimiz direnişi büyütmek!
  Amerikan ordusu siyonistlerle aynı yöntemleri kullanmaya başladı
  Dünyanın dört bir yanında tecrit duvarına karşı eylemler
  Saldırıları püskürtecek bir genel grevi tabandan örgütleyelim!
  ESK dağıtılsın!
  AB Türkiye'den yolsuzluklarla mücadele etmesini istiyor!..
  TEKEL özelleştirmesinde düşük fiyat operasyonu
  Buca Cezaevi'nde çocuklara işkence!..
  Sermaye iktidarı için Kıbrıs'ta yolun sonu görünüyor!
  Birleşik Metal-İş İstanbul 2 No'lu Şube Genel Kurulu gerçekleştirildi...
  Birleşik Metal Kurulu'nda işçilerle konuştuk...
  Dünya, Türkiye ve sol hareket/5
  Tasfiyecilikten teslimiyete, teslimiyetten ihanet batağına doğru!
  Tasfiyeciliğin dibe vuruşu!
  Kapitalizm Sav-AŞ demektir!
  İnsanca yaşamaya yetecek, vergiden muaf asgari ücret!
  DİE anketini nasıl yorumlamalı!
  Ekim Gençliği'nden...
  Anlamsızlığın pazarlanması
  Birlik iddiası da, önderlik iddiası da ancak samimi bir çabayla gerçekleşebilir!
  Direniş henüz ilk aşamasında
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Tasfiyecilikten teslimiyete,
teslimiyetten ihanet batağına doğru!

A. Aras

26 Ekim’de toplanan KADEK 2. Olağanüstü Kongresi kendisini feshetme; dört-beş yıldır açık biçimde sürdürülen tasfiyeci ve teslimiyetçi siyasal çizgiye uygun örgütsel ve programatik bir çerçeve oluşturma kararı alarak sonuçlandı. Henüz elimizde kongre tarafından basına sunulmuş kapsamlı ve resmi bir metin yok. Fakat, basına yansıtıldığı kadarıyla, alınan kararların ne ifade ettiği yeterince açık. Kongrenin yalnızca kendini feshetme gündemiyle toplanması bile kendi başına çok şey ifade ediyor. Bundan böyle KADEK’in yerine kurulduğu ilan edilen Demokratik Kurtuluş Partisi’nin (Partiya Rızgariya Demokratik/PDK) temel görevi, tasfiyeciliği her alanda açık bir siyasal-örgütsel kimliğe ve programa kavuşturmak olacak. “Demokratik ve ekolojik sisteme denk düşen yeni bir örgütsel yapılanma”yla anlatıln budur ve yalnızca tasfiyeciliğin örgütsel alanını ifade etmektedir.

Kongre aynı zamanda sözde yeni yapılanma programının, yeni dönemde izlenecek temel politikaların çerçevesini de çiziyor. İlerleyen günlerde alınan kararları, gerekçe olarak sunulan değerlendirmelerle birlikte, daha yakından ve ayrıntılı olarak ele alma imkanı bulacağız. Biz şimdilik, yalnızca malumu ilan eden 2. Kongre’de alınan kararların, yapılacak değişikliklerin kime ve neye hizmet ettiğine, yeni açılımdan ne kastedildiğine ve teslimiyetten ihanete neden ve nasıl gelindiğine kısaca değineceğiz. Fakat öncelikle 2. Olağanüstü Kongre’yle atılan adımı, gelinen yeri tanımlamak gerekiyor.

Tasfiye ve teslimiyet yolunda
son rötuşlar yapıldı

2. Olağanüstü Kongre’de alınan karar, tasfiyeciliğin her alanda olağan sonuçlarına kadar genişletilmesi ve derinleştirilmesidir. Gelinen yer; geçmişin mirasının, oluşturulan değerlerin, mücadele ile elde edilen tüm birikimin cepheden ve açıktan reddi ve inkarıdır. İşte 2. Kongre’nin yaptığı şey, birkaç yıldır zaten bu yönde işletilen sürece, bu çizgiye “yeni bir örgütsel yapı”, “yeni bir program” temeli oluşturmak ve her alanda pratik bir işlerlik kazandırmaktır. Bir başka ifadeyle 2. Olağanüstü Kongre, bu siyasal çizginin programını oluşturmayı ve örgütünü inşa etmeyi temel ve tek gündem olarak önüne koymuş ve bu görevi başarıyla yerine getirmiştir. Böylece, 2. Kongre ayıbı örten incir yaprağını da kaldırmıştır.

Son kırıntısına kadar geçmişin mirası ve değerleri terkedilince, artık işbirlikçilik, emperyalizme uşaklık yegane çözüm; ihanet ise temel bir politika olarak daha açıktan savunulabilecektir. 2. Olağanüstü Kongre bu yönde en temel adımı atarak bu sürecin önünü açmış, bunu yeni kavramlarla ifade etmiştir. Peki bu noktaya nasıl gelindi?

Ulusal kurtuluş hareketindeki
sınıf gerçeği

Kuşkusuz ki tasfiyecilikten teslimiyete ve ihanete doğru atılan bu son adımlar ne yenidir ne de sürpriz sayılır. Tasfiyeci ve teslimiyetçi çizgi, henüz PKK’nin silahlarını elden bırakmadığı bir dönemde, ideolojik zaafiyetlerin bir sonucu olarak dillendirilen “barış”, “demokratik çözüm” arayışlarıyla giderek süreç içinde güçlenen bir eğilim olarak uç verdi. Bu, Kürt orta sınıflarının ulusal hareket üzerindeki ağırlığını artırmaya başladığı bir sürece denk düşmektedir. Başlangıçta taktik bir açılım olarak ileri sürüldüğü ilan edilen “barış”, “demokratik çözüm” formülasyonları tam da Kürt orta sınıfının karakterine uygun bir siyasal çizgiyi ifade etmekteydi ve bu ağırlığın basıncıyla gündeme getirildi. Kürt burjuvazisi çouml;züm bulma adına, zamanla Kürt ulusal hareketi üzerinde daha da hakim hale geldi. Özellikle resmi düzeyde ve yasal alanda onun tek sözcüsü olarak davranmaya başladı. PKK henüz en sert çatışmaların yaşandığı bir süreçte, bu gelişmeyi, ulusal kurtuluş mücadelesinin katettiği bir aşama, bir başarı olarak sundu ve sonuna kadar destekledi. Yaşanan ise, açmazların daha da derinleşmesi, ulusal mücadelenin tıkanması v güç kaybetmesi ve nihayet bu sınıfsal zemin üzerinden yaşanan yenilgisi oldu.

Doğal olarak dünün devrimci ulusal kurtuluş mücadelesinden ve devrimci taleplerinden yüzgeri ederek emperyalizmle uzlaşma ve böylece kırıntılar elde etme çizgisine savrulma, bu sınıfsal temel üzerinden gerçekleşmiştir. Öcalan’ın yakalanması ve teslimiyeti seçmesi, kendi başına belirleyici bir başlangıç noktası değil, bu sürecin yalnızca kritik ve önemli bir aşamasıdır.

Teslimiyetin ötesi daha açık ve
daha kapsamlı ihanettir!

Ulusal mücadelenin devrimci sınıf temelinden, devrimci talep ve çözümünden (programından örgütüne, politikasından taktiğine kadar bir dizi alanında) bir kopuş yaşanınca, uzun bir süre ara bir yerde kalabilmenin de mümkün olmadığını yaşanan bu örnek üzerinden bir kez daha görüyoruz. 2. Olağanüstü Kongre, KADEK adı altında geçirilen yaklaşık 18 ayın ardından bekleyişe ve bir takım belirsizliklere artık son verileceğini ilan ediyor. Ve emperyalizmin kanatları altında güvenli bir yer edinmek, onun gölgesinde ve onun sayesinde bahşedilecek kırıntılara razı olmak yeni hedef olarak gösteriliyor. Bunun yüklediği görevler ise “Leninist parti etkilerini aşan yeni bir yapılanma”ya gitmek; “reel sosyalist örgüt yapısıyla Ortadoğu’nun dogmatik kültürünün izlerini silmek”; “demokratik ve ekolojik sisteme dnk düşecek yeni bir örgütsel yapılanmanın yolunu açmak”; ABD’nin Irak’a müdahalesi ile oluşacak gelişmelerden yararlanmak için “demokratikleşme”, “meşrulaşma”, “dönüşüm” vb. adları altında tasfiyeyi sonuna kadar götürmek biçiminde ifadesini buluyor. Yani hedef, son birkaç yıldır tasfiye edilen, çürümeye bırakılan, terkedilen, açıkça ayaklar altına alınan de&curen;erlerin ve birikimin, hala varsa, bütün etkilerini ve izlerini de silip süpürmektir.

2. Olağan Kongre’de yaşananlar, ortaya çıkan sonuçlar tasfiyeciliğin ve teslimiyetin son hamleleriyle son rötuşlarıyla karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Kürt kitleleri üzerindeki denetimlerini elde tutmak ve onları bu çürümüş bataklıkta tutabilmek için, çok zorlanırlarsa bir süre daha, “yaptığımız basit bir isim ve program değişikliğidir” diyecekler. Öte taraftan, başta ABD ve AB olmak üzere kanatları altına girmeye hazırlandıkları emperyalistlere, verdikleri sözü yerine getirmiş olacaklar. Elbette, şu ya da bu şekilde el altında tutabilecekleri silahlı güçlerini ihtiyaç olduğunda ABD’nin hizmetine sunmaktan da geri kalmayacaklardır. Son rötuşlarını yaptıkları tasfiye ve teslimiyete doğru attıkları adımların bir ifadesi olan 2. Olağan Kongre daha fazlasına bile olanak tanımaktadır. İşbirliğinin, eperyalizme yaranmanın önünde artık hiçbir engel kalmamıştır. 2. Olağan Kongre’de tartıştıkları mesele tam da budur; ayakta kalmamızın tek yolu sırtımızı, bölgenin yeni hakimi olmaya soyunan ABD’ye yaslayıp bazı kırıntılar elde etmek, eskiye ait olan herşeyi son kırıntısına kadar temizlemektir demektedirler.

Hem Kongre’de alınan kararların siyasal içeği hem de kongrenin toplanma tarihine bakarak, bunu ABD’nin damgasını vurduğu bir kongre olarak nitelemek hiç de yanlış olmaz. Nitekim basına açıklamalarda bulunan Cemil Bayık bunu dolaylı olarak, oluşan yeni koşullara atıf bağlamında itiraf ediyor. PKK yöneticileri daha başından itibaren ABD işgalini olumlu karşıladıklarını, desteklediklerini dolaylı ve dolaysız sayısız açıklamalarla ortaya koydular.

Öte taraftan, kongre tarihinden kısa bir süre önce ABD’li yetkililerin PKK ile kapsamlı bir görüşme yaptığı biliniyor. ABD kendi gözetiminde silahsızlandıkları -ya da istihdam edildikleri- koşullarda kendilerine yaşam hakkı tanınacağını öteden beri hem bir tehdit hem de kirli bir teklif olarak yineleyip duruyordu. Büyük bir olasılıkla yapılan görüşmelerde bu sorun bir şekilde anlaşmayla bağlandı ve 2. Kongre, bunun verdiği güvence ile son rotüşlar için gerekli kararları çıkardı. Sonuç, emperyalistlerin önerdiği çerçeveye uygun bir program, örgütlenme, politika oluyor.

2. Olağan Kongre ile ihaneti bir program, emperyalizmin hizmetine girmeyi bir kurtuluş olarak sunan bu anlayışın oynayacağı yeni ve uğursuz rolün yolaçacağı yıkıcı sonuçlara yakında daha kapsamlı ölçeklerde tanık olacağız.

Tasfiyeciliğin ve teslimiyetin sonu
ihanet içinde çürümektir!

Ne büyük bir talihsizliktir ki, Ortadoğu ve dünyanın ezilen diğer halkları işgallere, haydutça saldırılara karşı direnirken onlar teslimiyeti seçiyorlar. Halklar emperyalizme karşı yeni bir mücadele dönemine girerken tasfiyeciler ve teslimiyetçiler işbirliğine yöneliyorlar. Ağır bedellerle, onurlu bir mücadele ile elde edilmiş bir mirası, emperyalist çakalların kumar masasına yatırarak itibar kazanmaya, kırıntılardan nasiplenmeye çalışıyorlar. Düne kadar buna cesaret edemeyenler artık “bundan başka bir kurtuluş yolu yok” deyip doğruca bataklığın yolunu tutuyorlar. Kendilerinin bittikleri yerde, Kürt halkının devrimci mücadelesini de bitirmeye çalışıyorlar. Böylece aslında, Kürt halkının önünde aşılması gereken temel bir engel olarak dikiliyorlar.

Tasfiyeciliğin, teslimiyetin sonu ihanet içinde çürüyerek yok olmaktır. Halklar bataklığın, ihanetin, teslimiyetin değil, mücadelenin yolunu tutuyorlar. Kürt halkı, önüne çıkan bütün engelleri aşarak bu mücadeledeki onurlu yerini er ya da geç alacaktır.



Aynı yolu farklı kulvarlarda koşanların
ve kuyrukçuların hazin tablosu!

Ulusal temelde de olsa sınıfların oynadıkları rolü kavrayamayanlar, bu süreci, hiç değilse bu sürecin pratikte ortaya çıkardığı somut sonuçları dikkate alarak, anlayıp çözümleyemediler. Barıştan gerillanın ülkeden çekilmesi ve giderek çürümeye bırakılmasına; “demokratik çözüm”den sermaye devletine güzellemeler ve övgülerle dolu “demokratik cumhuriyet”e; tasfiyecilikten teslimiyete ve giderek ihanete evrilen sürecin sınıfsal mantığını, aralarındaki ideolojik ve siyasal bağı hala da yerli yerine oturtabilmiş değiller. Hala da oluşan tabloyu taktiğin azizliğine, gelişmelerin tatsız sonuçlarına bağlayanlar; bugünkü Kürt tasfiyecilerinin yeni bir silkiniş içine girebileceğini umutla bekleyenler var. Böyle bir bakıştan yoksun olanlar, elbette son gelişmeleri de anlayamayacak ya da arık anlamak istemeyeceklerdir. Anlayamayanlar aşamaz, aşamayanlar ise aynı akıbeti paylaşmaya mahkum olurlar.

Çoğu artık reformistleşen solun önemli bir kısmı, ihanete doğru atılan bu adımları canı gönülden desteklemeye devam ediyorlar ve edecekler. Teslimiyete ve ihanete doğru atılmış olan bu adımları onaylamayan, ama öte taraftan “taktik bir açılım olarak görenler”in hala da “temkinli” yaklaşımda ısrar edip etmeyeceklerini; rüzgara göre yön değiştirenlerin, kuyrukçuluğa devam etmek için ne tür mazeretler ileri süreceklerini izlemek ise ilginç olacak. Hala da devrimci iddialara sahip bu sonuncuların aldığı tutum, tablonun kendisi kadar hazin.

Geç kalınmış değil, ortaya çıkan sonuçlardan, hata ve zaaflardan da öğrenilebilir ve sorunlar aşılabilir. Komünistlerin ciltler dolusu değerlendirmelerine bu vesileyle bir kez daha bakılmasında fayda olduğunu düşünüyor ve öneriyoruz. Yaşanan gelişmeler, ulusal sorunun nasıl ele alınması gerektiği, bu konudaki görevler, olası zaafların oynayabileceği rol vb. konularda hem teorik hem de pratikte komünistleri doğrulamaktadır.



KADEK kendini neden lağvetti?

Kürt dostu Washington

Öncelikle Washington. ABD, savaşın esas olarak bittiğini ilan ettiği 1 Mayıs’tan bu yana Irak’ta öngöremediği bir direnişle karşılaşıyor. Üstelik Irak’ta Amerikan işgaline karşı süren direniş, hem giderek daha gelişmiş silah ve yöntemler kullanarak Washington’u güç durumda bırakıyor, hem de eylemlerini ülkenin merkezi ve kuzey bölgelerine taşıyor. ABD, askeri açıdan zorlanmaya başlarken, Hindistan, Pakistan ve Türkiye’den askeri destek bulamazken, ülke içindeki tek dayanağı, müttefiki Kürtlerle ilişkilerini yoğunlaştırıyor, yoğunlaştırmak zorunda kalıyor. ABD, Irak’ta varlığını sürdürebilmek, amaçlarına ulaşabilmek için Kürtlerle iyi ilişkilerini sürdürmek zorunda. Iraklı Kürtler de zaten Amerikan işgalini, Washington’un Irak’ı Saddam diktatörlüğünden kurtarıp ülkeye emokrasi yerleştirme operasyonu olarak görüyor. Ayrıca ülkede nispi istikrarın bulunduğu (Musul, Kerkük hariç) tek alan Irak Kürdistan’ı olduğu için, ABD bu bölgeyi hiç olmazsa bugünkü haliyle korumak istiyor. Dolayısıyla KADEK’in bölgede herhangi bir siyasi ya da askeri sorun çıkarmasına izin vermek istemiyor.

ABD’nin, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Irak’a gelmemesini istemesinin ardında yatan nedenlerden biri de bu. Bu bölgede ters örnek olarak İslami El Enser örgütünü gösterebiliriz. El Enser, El Kaide ile ilişkide olduğu gerekçesiyle, ABD’nin Kuzey Irak’a vardığı günlerin hemen akabinde, çok kısa bir süre içinde, radikal olarak bölgeden sökülüp atıldı. ABD ordusunun bugüne kadar KADEK’e yönelik herhangi bir operasyonu ise söz konusu değil. Abdullah Gül’ün “KADEK, KDP’li (Kürdistan Demokrat Partili) ve Amerikalı askerlere saldırdı” yolundaki açıklaması ise Amerika’nın Sesi radyosunca doğrulanmadı. Üstelik ABD’nin, KADEK’le KDP arasında esir değiş-tokuşu için arabuluculuk yaptığı da açıklandı. Bu ilişki önümüzdeki dönem daha yoğun bir işbirlğini zorunlu kılabilir.

ABD, halen dönem başkanlığını Talabani’nin yaptığı “Geçici Hükümet Konseyi”nin, Federal Devlet’in Anayasa hazırlıkları ile meşgul olduğu bir süreçte, KADEK’in KDP ve KYB (Kürdistan Yurtseverler Birliği) ile düzelen ilişkilerini de hesaba katarak, KADEK’i Kuzey Irak’ta bir nevi sivilleştirme harekatı sürdürüyor. ABD’nin KADEK’lilerle çeşitli düzeylerde temasta olduğunu bilmeyen kalmadı. KADEK yöneticilerinden Nizamettin Taş’ın savaş sonrasında İngiltere’de yayımlanan Financial Times gazetesinde birinci sayfadan yayınlanan söyleşisinde, KADEK zaten ABD’nin kendilerini kaale almasını talep ediyor ve Ortadoğu’nun yeni haritasını Amerikalılarla birlikte çizmek istediklerini açıklıyordu.

KADEK’in kendini lağvetmesi sayesinde, ABD’nin kazanç hanesine en az iki kalem birden yazıldı: Hem Kuzey Irak’ta KADEK’in yaratması muhtemel bir istikrarsızlık (TSK ya da KDP-KYB ile anlaşmazlık ya da çatışma) önlendi, hem de Ankara’nın KADEK itirazı ve baskısı geçersiz hale geldi.

Washington, KADEK’le ilişkilerini yumuşak bir şekilde çözmeye çalışırken, yakın zamana kadar AB’nin elinde önemli bir koz olarak bulundurduğu Kürt meselesinde çözüm arayışına da bir şekilde ortak oluyor.

ABD, şimdilerde, Irak’tan çekilmek zorunda kaldığında, Kuzey’deki Kürtler’in kaderini, büyük bir ihtimalle ne düşünüyor ne de planlıyor... ABD’nin 1991 Körfez Savaşı’nın ardından Kürtler’i nasıl yarı yolda bıraktığını hatırlamak da herkesin işine gelmese gerek...

Ankara: Stratejik müttefikin Kürt hediyesi

Meseleye Ankara açısından bakıldığında, Ortadoğu ve Irak politikalarını nevrotik bir şekilde PKK/KADEK’le sınırlandıran bakış açısı bir kez daha darbe yedi. Özellikle de Irak’a asker gönderemeyeceğini, dolayısıyla da Orgeneral Özkök’ün de kabul ettiği üzere Kuzey Irak’ta etkili olamayacağını anladığı bir dönemde, Türk yönetimi, mücadele edilmesi gerektiğini savunduğu bir örgütten mahrum kalmanın sıkıntısını çekiyor. Bu kez, sorun, sıradan bir isim değişikliği değil.

Ankara, bir süredir ABD’nin ‘Kürtler’i kayırdığını’ savunurken, Amerikan ordusunun Kuzey Irak’ta KADEK’e karşı pasif kaldığını ima ediyordu. Çünkü Türkiye Genelkurmay’ı kendi özel timlerine karşı gerçekleştirilen Amerikan operasyonunun, aslında KADEK’e karşı yapılması gerektiğini düşünüyor ve umuyordu. Oysa, şimdi, eskisine oranla bozulan Ankara-Washington ilişkileri, KADEK’in kendini lağvetmesiyle, daha da olumsuz bir mecraya seyredebilir. KADEK’in Kuzey Irak’ın siyasi ve sivil güçlerinden biri haline gelmesi, Ankara’nın Irak’taki ‘Kürt federe devleti’ ya da ‘Kürdistan özerk eyaleti’ çekincesini daha da çok artırır. Çünkü bu ‘entite’ artık sadece örnek alınabilecek bir model değil, Ankara açısından bizatihi mücadele edilecek bir ‘entite’ hline gelebilir.

Ankara, Kürt yurttaşlarına kalıcı bir güven vermekten uzaklaşırken, uyguladığı uzlaşmaz ve dogmatik politikalar nedeniyle de bazı siyasi ve askeri güçleri Washington’a doğru yönlendiriyor. Hürriyet’ten Cüneyt Ülsever’in de belirttiği üzere (12 Kasım), Ankara’nın, genel olarak Ortadoğu’da özel olarak da Irak’ta etkisi azalıyor.

Türk televizyonları, Salı akşamı, konuyu haberleştirirken, işin Irak ve ABD boyutunu görmezden gelirken, kasıtlı olarak AB terör listesi üzerine yoğunlaştı. Oysa, Bağdat çıkışlı ve Ortadoğu kökenli bir gelişmenin esas nedeni Brüksel olamaz ki...

Bağımsız güç olabilmek...

Son olarak meseleye Kürtler, daha sınırlı bir deyişle PKK (Kürdistan İşçi Partisi)-KADEK (Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Kongresi) açısından bakmaya çalışalım: PKK, lideri Öcalan’ın yakalandığı 1999 başından önce ve sonra, gerek Ankara, gerekse ABD ve Kuzey Irak’daki Kürt örgütlere yönelik siyasetlerini ve tavrını büyük ölçüde değiştirdi. Aslında 1999’dan bu yana PKK/KADEK’in politik çizgisinde muğlaklık ve istikrarsızlık ile çelişkiler sık sık ön plana çıktı. Öcalan’ın açıklamaları ile Başkanlık Konseyi’nin açıklamaları arasındaki farklılıkların yanı sıra, dikkatli bir okur, Başkanlık Konseyi’nin farklı üyelerinin de basında yer alan demeçlerinde farklı olgulara ağırlık vermiş olduğunu kolayca saptıyor. Aslında bu durum, PKK’nin geçirdiği değişimde bi geçiş aşaması olarak kabul edilse de, bölgede meydana gelen önemli, hatta tayin edici değişimler karşısında bu örgütün her zaman kendi içinde tutarlı bir politika oluşturamadığı sinyallerini verdi.

PKK/KADEK’in Ankara, ABD ve Iraklı Kürt partilere karşı tutumundaki virajlar, siyasal-ideolojik temelindeki kimi eksiklikler, liderlik sorunu, muhalif niteliklerinin azalması gibi engeller bu örgütü kaçınılmaz olarak, dış etki ve baskılara karşı savunmasız bırakabiliyor. 1992’ye kadar büyük ölçüde elinde tuttuğu inisiyatifi yitiren PKK çizgisi, reel politika adı altında ama daha çok da değişen güç dengelerini ve orta vadeli gelişmeleri dar bir bakış açısıyla yorumladığı için, Irak’taki ABD işgalini ve Iraklı Kürtler’in konumunu, işgal karşıtlarından çok farklı bir şekilde ele alıyor. KADEK liderlerinden birinin ‘demokratik işgal’ deyimini kullanması manidar değil mi? Bugün sorunu siyasi yöntemler ve görüşmeler yoluyla çözmek istediğini açıklayan PKK/KADEK, global ve bölgesel düzeyde, belki baz muhataplar bulabilecek ancak, bağımsız, yerli ve özgün bir siyaset oluşturma ve yapma yerine, global egemen gücün alanındaki bir örgüt olarak algılanma tehlikesiyle karşı karşıya. (...)

Ragıp Duran

(12/11/2003/BİA Haber Merkezi)