Bienal iki senede bir gerçekleştirilen bir sanat etkinliği. Sanat çevrelerince iki yılın en büyük sanat etkinliği olarak adlandırılırken, Radikal İki entelektüelliğini benimsemiş kesimlerin de baş tacı. Etkinlik kapsamında İstanbulun belli başlı yerlerine sanat eserleri konuluyor. Video gösterileri, fotoğraf ve resim sergileri... Sergilenen eserlerin birçoğu ya anlamsız olsunlar diye üretilmiş ya da emek harcanmadan öylesine yapılmış şeylere bir anlam yüklenmeye çalışılmış. Bu yanıyla yıllarca sürmüş sanat sanat için mi, sanat toplum için mi? tartışmalarına da sistemin verdiği güçlü bir yanıt oluyor: Sanat bireysel tatmin için!
Bienal kapsamında sergilenen eserler incelendiğinde ortak nokta bulmak çok zor. Ancak bu organizasyona eseri katılmış her sanatçının işlediği tema aslında ortak, daha doğrusu bienal bu konu üzerine hazırlanmış: Şiirsel Adalet!
Bienal afişlerine bakınca insan bir an için afallamadan edemiyor. Şiirsel adalet yazısı ve arkada bir kuş tüyü. Bienale giden gitmeyen birçok kişi bu afişin ne anlatmaya çalıştığı ile ilgili kafa yormuştur. Parçalar ancak dikkatle incelenince yerli yerine oturuyor. İşgal sürecinde savaşa ve işgale karşı hiçbir duyarlılık taşımayan ya da taşıyorsa bile bunu üretimine yansıtmayan aydınlar ordusu... Aslında bu haliyle onlar hem ürettikleriyle hem de şiarlarıyla, işgalin bir destekçisi olduklarını ifade etmiş oluyorlar. Afişteki kuş tüyü vicdanlarını temsil ediyor. Kuş gibi hafif ve rahat, bir kuş gibi yukardan bakıyorlar hayata, insanlara yabancılaşmışlar! Şiirsel Adalet şiarı ise bütün ironikliğiyle ABDnin işgal politikasının adil olduğu vurgusunu yapıyor. Bienalde bu yorumun aksini ispat edebilecek hiçbir eser bulunmamaktadır.
Bienale dair basında çıkan bir dolu olumlamanın kaynağı kapitalizmin gelişmesiyle şahlanışa geçen post-modernizmin kucaklanmasıdır. Sanat hayatı anlamanın bir aracıdır. Öyleyse hayatı anlamsızlaştırmaya çalışanların sanatı da bu yolla anlamsız hale getirmeye çalışmaları oldukça tutarlıdır. Sanatta bireyciliğin öne çıkmasıyla bütünleşen ve soyut sanatın altını oyarak ortaya çıkarılan bütün, ürünü olduğu yoz kültürün bulaşıcı mikroplarını üzerinde taşır. Sistemin içinde bocalayan ve köşeye sıkışmış, çıkış yolu bulamadığı gibi kendini hiçbir alanda da var edememiş bir sanatçının bireysel tatmin için ortaya koydukları maalesef geniş kitlelerle buluşmaktadır. Çoğu yapıt ya zorlama bir karmaşıklığa ya da özensiz bir basitliğe hapsolmuştur.
Örneğin Ayasofyanın içinde bir oda duruyor. Kapısı kilitli ve üzerinde Burası benim bilinç altımı sembolize ediyor. Eğer kapının kilidini açarsam burası kilitli olmaktan çıkar benzeri bir cümle yazıyor. Bu insanlarla alay etmenin başka bir yolu olsa gerek, çünkü ortada ne bir el becerisi var ne de sanatçının yaratıcı dehası. Ortada sadece kapitalizmin olmayanı pazarlamaya ve kötü, bozuk, eksik herşeyi satabilmeye dönük bakışının bir temsilcisi görülüyor.
Elbette kötünün iyisi denebilecek ürünler de vardı Bienalde. Ancak dahil oldukları bütünün damakta bıraktığı tad o kadar acı ve güçlendirdikleri kültür o kadar yoz ki, onları taktir etmek ağaca bakarken ormanı görmemek olur. Sanatın içinin bu denli boşaltıldığı ikinci bir sanat etkinliği daha yoktur. Sanatı ve sanatçıyı sermayenin kölesi haline getiren zihniyet, bir dolu aydın ve entelektüel insanı da parmağında oynatmaktadır. Bu tarz etkinliklerde alay edilen, sanatseverler ve sanatın kendisi olduğu kadar Türkiyenin aydınlarıdır.
Bienal Türkiyenin 80 yılda geldiği noktayı çok güzel özetliyor. İyi bir reklam, şatafatlı törenler ama içi boş, anlamsız bir bütün!