15 Kasım'03
Sayı: 2003 (08)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD'yi hizmete hazır halde bekliyorlar!
  Görevimiz direnişi büyütmek!
  Amerikan ordusu siyonistlerle aynı yöntemleri kullanmaya başladı
  Dünyanın dört bir yanında tecrit duvarına karşı eylemler
  Saldırıları püskürtecek bir genel grevi tabandan örgütleyelim!
  ESK dağıtılsın!
  AB Türkiye'den yolsuzluklarla mücadele etmesini istiyor!..
  TEKEL özelleştirmesinde düşük fiyat operasyonu
  Buca Cezaevi'nde çocuklara işkence!..
  Sermaye iktidarı için Kıbrıs'ta yolun sonu görünüyor!
  Birleşik Metal-İş İstanbul 2 No'lu Şube Genel Kurulu gerçekleştirildi...
  Birleşik Metal Kurulu'nda işçilerle konuştuk...
  Dünya, Türkiye ve sol hareket/5
  Tasfiyecilikten teslimiyete, teslimiyetten ihanet batağına doğru!
  Tasfiyeciliğin dibe vuruşu!
  Kapitalizm Sav-AŞ demektir!
  İnsanca yaşamaya yetecek, vergiden muaf asgari ücret!
  DİE anketini nasıl yorumlamalı!
  Ekim Gençliği'nden...
  Anlamsızlığın pazarlanması
  Birlik iddiası da, önderlik iddiası da ancak samimi bir çabayla gerçekleşebilir!
  Direniş henüz ilk aşamasında
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
İşbirlikçi burjuvazinin ve Amerikancı iktidarın hevesleri sona ermedi...

ABD’yi hizmete hazır halde bekliyorlar!

Amerika’nın Türkiye’den asker istemediğini resmen açıklaması, Türk hükümeti tarafından, “asker göndermekten vazgeçme kararı” verdikleri açıklamasıyla karşılandı. Sözde karar değiştiren Amerika değil Türkiye idi. Ancak hükümet, meclisten aldığı asker gönderme iznini iade etmeyerek, gerçekte karar değiştirmek gibi bir tutum içinde bulunmadığını da ortaya koymuş oldu.

Hükümetin davranışıyla çelişik bu açıklaması dışında, devlet nezdinde, Amerika’nın değişen kararı konusunda başka bir açıklama/yorum ortaya konulmadı. Amerika’nın istekleri, asker gönderme tezkeresi, 8.5 milyar dolarlık kredi konuları hiç yokmuş, hiç yaşanmamış gibi davranılmaya çalışıldı. Ta ki, M. Ali Kışlalı’nın Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile yaptığı röportajın yayınlanmasına kadar.

Gerçi röportaj Amerika’nın asker istemekten vazgeçmesine doğrudan değinmiyor, ancak dolaylı biçimlerde bu kararın verdiği sıkıntı dile getiriliyor. Bu da, bir kez daha, hükümetin açıklamasındaki ifadelerle, “vazgeçme kararı” verenin Türkiye olmadığını, Türk devletinin hala Irak’a gitmeye istekli bulunduğu, dahası bunu “ulusal çıkarlar” açısından gerekli gördüğü anlaşılıyor. Röportajın bir yerinde Özkök şunları söylüyor: “… Irak şu anda ne şekle gireceğini bilmediğimiz durumda. Çünkü olayların içlerini bilemiyorum. Askeri bakımdan da olayların içinde tam hakimiyetimiz yok. Bir şeyler yapıyorlar. Orada olmadığımız için söz hakkımız da yok.”

Devamında ise; “Biliyorsunuz daha önce gruplar birbiriyle kapıştığında aracı olmuştuk. Tekrar aynı şey olunca, bunu kimse bilemiyor. Bunları Dışişleri Bakanlığı izliyor ama, biz de asker olarak bunlara cevap verebilecek hazırlığımızı yapmak durumundayız. Bunu yapıyoruz. Kuvvetlerimizin hareket durumunu, çeşitli ihtiyaçlara cevap verecek şekilde düzenliyoruz” sözleriyle, hükümetin açıklamasını bir kez daha yalanlamış oluyor.

Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi, Türk devleti cephesinden asker göndermekten vazgeçme kararı söz konusu değildir. Bu konudaki tek gelişme, Amerika’nın isteminden vazgeçmesi nedeniyle, şimdilik, asker göndermeyi ertelemek zorunda kalmalarıdır.

Özkök’ün sözlerine bakılırsa, Türkiye bunu güya kendi ihtiyaç ve çıkarları gereği yapacaktır. Ancak yukarıya aktardığımız ifadelerden de anlaşılacağı gibi, ortada bağımsız bir tutum ve karar varmış görüntüsü yaratma çabaları sürmektedir. Oysa artık dünya alem biliyor ki, Türkiye, değil Ortadoğu gibi Amerika’nın hegemonya sahasında, dünyanın başka hiçbir yerinde Amerika’ya rağmen hareket edemez. Sadece eli-kolu bağlı olsa, çözmek belki nispeten kolay olabilirdi, ancak Amerika’ya göbekten bağlı olduğu için, varolan ilişkiler ve sistem çerçevesinde çözüm bulunmamaktadır. Herşeyden önce, iktidar sahibi sınıf ve onun yönetici kadroları bu göbek bağının gerekli ve zorunlu olduğunu düşünüyorlar. Çünkü bu bilerek ve iseyerek kurulmuş bir bağ. Bundan dolayıdır ki, Türkiye’nin, emperyalizmle göbek bağını kesmek için devrim gibi bir ebeye ihtiyacı vardır.

Asker gönderme tezkeresine dönecek olursak; hükümetin yetkiyi meclise iade etmemesi tutumunun altında yatan, Özkök’ün röportajda güya ima ettiği gibi, yarın Irak’ta Türkiye’nin “kabul edemeyeceği” gelişmeler olursa müdahale edebilmesinin hukuki zeminine sahip olmak falan değildir. Türk devletinin böyle bir imkana sahip olmadığı Süleymaniye’deki çuval vakasıyla ispatlanmıştır. Amerika, kendi egemenlik sahasında, “stratejik ortak” dahi olsa, hiç kimsenin kendi öz çıkarları çerçevesinde hareket etmesine göz yummayacağını, Türk özel tim elemanlarının başlarına çuval geçirerek gösterdi. Esirin başına çuval geçirmek, Amerikan stilinde, onu aşağılamak, onurunu kırmak anlamına geliyor. Nitekim, olay üzerine Türk devleti cephesinden yapılan açıklamalar da ne kadar rncide olduklarını gösteriyordu. Üstelik Amerika Türk devletine, askerinin başına çuval geçirmek suretiyle hakaret etmekle yetinmedi, bu olaydan Türk devletini suçlu çıkarmaya yönelik açıklamalardaki sözlü hakaretleriyle de aşağılamayı sürdürdü.

Sonuçta, olayın ardından “Amerika özür dilemelidir” diyenler, Amerika’dan nasıl özür dileyebileceklerini, kendilerini Amerika’ya nasıl affettirebileceklerini hesaplamaya başladılar. Uzun uğraşlardan sonra bulunan yol, Amerika’nın istemlerine tümüyle yanıt verebilecek bir tezkerenin meclisten geçirilmesi oldu. Nitekim, tezkere üzerine yürütülen tartışmalarda, hızlı Amerikancılar’ın yorumları da, “bu tezkere kabul olursa belki Amerika’nın öfkesi biraz yatışır” yüzsüzlüğüne ulaşıyordu.

Olay sonrasındaki bu gelişmeler, Türk devletinin de gerçekte Amerika’nın isteği, izni ve denetimi dışında herhangi bir girişimde bulunmak imkan ve gücüne sahip bulunmadığını bir kez daha göstermiştir. Ordudan ve hükümetten, “Kuzey Irak’taki varlığımız ve faaliyetimiz, tümüyle, Amerika ve NATO’nun bilgisi dahilindedir” yönlü açıklamaların yapılmış olması bile bir tür özür dileme, kendini mazur gösterme kaygısının ürünüdür. “Haksızlığa uğradık” serzenişi de öne sürülen mazeretlerin gerçekliğine dayanmaktadır. Yani, Amerika’nın izni ve bilgisi dışında, bağımsız bir faaliyet yürütüyor olsalar, gördükleri muameleyi “haksız” bulmayacaklar, peşinen kabul ettikleri “Amerika’nın egemenlik sahasında” izinsiz dolaşmanın bir tür bedeli olarak görüp, daha kolay sineye çekeceklerdi. Zor oldu, ama gene de hazmedildi. Fakat bu hazım, Türk devletinin her vesileyle yineleyip durduğu “Kuzey Irak’taki hassasiyetlerimiz”, “milli çıkarlarımız” gibi teranelerin, bu doğrultuda bir girişime vesile edilemeyeceğini, bir hassasiyeti ifade etmekle birlikte, daha ziyade Irak’a asker göndermeyi kitlelerin gözünde mazur göstermeye yönelik bir çabadan ibaret bulundu&curen;unu da anlatmaktadır.

Özkök’ün, “Orada olmadığımız için söz hakkımız da yok” sözü, Amerika’nın karar değiştirmesinden duyulan rahatsızlık kadar, içerde yürütülen “Kuzey Irak’taki hassasiyetlerimiz” propagandasının boşa çıkmış olmasının verdiği rahatsızlığı da anlatıyor. Yoksa, salt orada olmakla söz hakkı elde edilmeyeceğini onlar da çok iyi biliyorlar. Irak’a gidiş nedeni ve tarzı buna ihtimal bırakmıyor. Amerika, kendisine ortak değil piyon aradığını gizlemiyor. Gizlemediği için de kimseden ihtiyacını karşılayacak düzeyde bir askeri destek bulamadı. Bir tek Türkiye, bu gerçekleri kendi halkından gizlemeye çalışarak bu desteği vermeye gönüllü oldu. Ne kadar gizleyebildiği ayrı bir tartışma konusu, ancak gelinen noktada talebin ertelenmesiyle hevesi içinde kalmış oldu.

Buna rağmen hazırlıkların sürdürüldüğünü, söz konusu röportajda Özkök ifade ediyor. Gerçi bunu Türkiye’nin kendi çıkarları doğrultusunda bağımsız yürüttüğü bir faaliyet gibi göstermeye çalışıyor, ama işin doğrusu talebin geçici bir erteleme olduğu, Amerika’nın, Irak ya da başka bir ülke, Ortadoğu’daki “yeniden düzenleme” girişimlerinde mutlaka Türkiye’nin askeri gücüne ihtiyaç duyacağı, dolayısıyla talebini yineleyeceğinin düşünülmesidir. Bu düşünce de çeşitli vesilelerle yineleniyor. Ortadoğu’da Türkiye’yi dışlayan bir düzenleme düşünülemez, diyorlardı. Bu propagandaları, Amerika’nın bu son kararıyla boşa düşünce farklı argümanlar bulmaları gerekti. Bu “yenilik” Özkouml;k’ün röportajında şu sözlerle anlatılmaya çalışılıyor:

“Böyle bir oluşum (bağımsız bir Kürt devleti kurulmasını kastediyor) bizim menfaatlerimize uygun değil. Türkiye bunu açıkça söyler. Koalisyon güçleri de böyle bir oluşuma müsaade etmeyeceklerini ifade ediyor. Bölge istikrarı için de bu gerekli. Böyle bir oluşum Irak ile birlikte İran ve Suriye ile Türkiye’yi işin içine çeker ve sonu nereye gider bilinmez.”

Bu sözlerin gerçekte herhangi bir yenilik içermediği, Türkiye’nin öteden beri anılan iki ülkeyi Kürt sorunu konusunda bir koz gibi göstermeye çalıştığı biliniyor. Ancak bu ülkelerle uzun bir geçmişe sahip husumeti yüzünden, gerçekte mümkün olacaksa bile güncelde koz olarak kullanamayacağı da ortada. Suriye’nin kendi Kürtler’i ile ilişkilerinin Türkiye ile ilişkisinden daha iyi olduğu açık. İran’ın da başta gelen sorununun da Kürtler olmadığı ortada. Tam tersine, Türkiye hep bu iki ülkeyi PKK’ye yardım ve yataklıkla suçladı. Yani bu ülkeler Türkiye’nin Kürt sorununu koz olarak kullanmak durumunda oldular. Hala “geçmiş” sayılamayacak bu yakın geçmiş, Özkök’ün ima ettiği gibi, Ortadoğu’ya yönelik yeni düzenlemeye İran ve Suriyenin Türkiye ile birlikte itiraz etme ihtimaline pek imkan bırakmıyor. İmaların hedefi olarak geriye kala kala Amerika kalıyor. Genelkurmay konuya ilişkin niyet ve arzularını asıl Amerika’ya duyurmaya çalışıyor.