Amerikanın Türkiyeden asker istemediğini resmen açıklaması, Türk hükümeti tarafından, asker göndermekten vazgeçme kararı verdikleri açıklamasıyla karşılandı. Sözde karar değiştiren Amerika değil Türkiye idi. Ancak hükümet, meclisten aldığı asker gönderme iznini iade etmeyerek, gerçekte karar değiştirmek gibi bir tutum içinde bulunmadığını da ortaya koymuş oldu.
Hükümetin davranışıyla çelişik bu açıklaması dışında, devlet nezdinde, Amerikanın değişen kararı konusunda başka bir açıklama/yorum ortaya konulmadı. Amerikanın istekleri, asker gönderme tezkeresi, 8.5 milyar dolarlık kredi konuları hiç yokmuş, hiç yaşanmamış gibi davranılmaya çalışıldı. Ta ki, M. Ali Kışlalının Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile yaptığı röportajın yayınlanmasına kadar.
Gerçi röportaj Amerikanın asker istemekten vazgeçmesine doğrudan değinmiyor, ancak dolaylı biçimlerde bu kararın verdiği sıkıntı dile getiriliyor. Bu da, bir kez daha, hükümetin açıklamasındaki ifadelerle, vazgeçme kararı verenin Türkiye olmadığını, Türk devletinin hala Iraka gitmeye istekli bulunduğu, dahası bunu ulusal çıkarlar açısından gerekli gördüğü anlaşılıyor. Röportajın bir yerinde Özkök şunları söylüyor:
Irak şu anda ne şekle gireceğini bilmediğimiz durumda. Çünkü olayların içlerini bilemiyorum. Askeri bakımdan da olayların içinde tam hakimiyetimiz yok. Bir şeyler yapıyorlar. Orada olmadığımız için söz hakkımız da yok.
Devamında ise; Biliyorsunuz daha önce gruplar birbiriyle kapıştığında aracı olmuştuk. Tekrar aynı şey olunca, bunu kimse bilemiyor. Bunları Dışişleri Bakanlığı izliyor ama, biz de asker olarak bunlara cevap verebilecek hazırlığımızı yapmak durumundayız. Bunu yapıyoruz. Kuvvetlerimizin hareket durumunu, çeşitli ihtiyaçlara cevap verecek şekilde düzenliyoruz sözleriyle, hükümetin açıklamasını bir kez daha yalanlamış oluyor.
Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi, Türk devleti cephesinden asker göndermekten vazgeçme kararı söz konusu değildir. Bu konudaki tek gelişme, Amerikanın isteminden vazgeçmesi nedeniyle, şimdilik, asker göndermeyi ertelemek zorunda kalmalarıdır.
Özkökün sözlerine bakılırsa, Türkiye bunu güya kendi ihtiyaç ve çıkarları gereği yapacaktır. Ancak yukarıya aktardığımız ifadelerden de anlaşılacağı gibi, ortada bağımsız bir tutum ve karar varmış görüntüsü yaratma çabaları sürmektedir. Oysa artık dünya alem biliyor ki, Türkiye, değil Ortadoğu gibi Amerikanın hegemonya sahasında, dünyanın başka hiçbir yerinde Amerikaya rağmen hareket edemez. Sadece eli-kolu bağlı olsa, çözmek belki nispeten kolay olabilirdi, ancak Amerikaya göbekten bağlı olduğu için, varolan ilişkiler ve sistem çerçevesinde çözüm bulunmamaktadır. Herşeyden önce, iktidar sahibi sınıf ve onun yönetici kadroları bu göbek bağının gerekli ve zorunlu olduğunu düşünüyorlar. Çünkü bu bilerek ve iseyerek kurulmuş bir bağ. Bundan dolayıdır ki, Türkiyenin, emperyalizmle göbek bağını kesmek için devrim gibi bir ebeye ihtiyacı vardır.
Asker gönderme tezkeresine dönecek olursak; hükümetin yetkiyi meclise iade etmemesi tutumunun altında yatan, Özkökün röportajda güya ima ettiği gibi, yarın Irakta Türkiyenin kabul edemeyeceği gelişmeler olursa müdahale edebilmesinin hukuki zeminine sahip olmak falan değildir. Türk devletinin böyle bir imkana sahip olmadığı Süleymaniyedeki çuval vakasıyla ispatlanmıştır. Amerika, kendi egemenlik sahasında, stratejik ortak dahi olsa, hiç kimsenin kendi öz çıkarları çerçevesinde hareket etmesine göz yummayacağını, Türk özel tim elemanlarının başlarına çuval geçirerek gösterdi. Esirin başına çuval geçirmek, Amerikan stilinde, onu aşağılamak, onurunu kırmak anlamına geliyor. Nitekim, olay üzerine Türk devleti cephesinden yapılan açıklamalar da ne kadar rncide olduklarını gösteriyordu. Üstelik Amerika Türk devletine, askerinin başına çuval geçirmek suretiyle hakaret etmekle yetinmedi, bu olaydan Türk devletini suçlu çıkarmaya yönelik açıklamalardaki sözlü hakaretleriyle de aşağılamayı sürdürdü.
Sonuçta, olayın ardından Amerika özür dilemelidir diyenler, Amerikadan nasıl özür dileyebileceklerini, kendilerini Amerikaya nasıl affettirebileceklerini hesaplamaya başladılar. Uzun uğraşlardan sonra bulunan yol, Amerikanın istemlerine tümüyle yanıt verebilecek bir tezkerenin meclisten geçirilmesi oldu. Nitekim, tezkere üzerine yürütülen tartışmalarda, hızlı Amerikancıların yorumları da, bu tezkere kabul olursa belki Amerikanın öfkesi biraz yatışır yüzsüzlüğüne ulaşıyordu.
Olay sonrasındaki bu gelişmeler, Türk devletinin de gerçekte Amerikanın isteği, izni ve denetimi dışında herhangi bir girişimde bulunmak imkan ve gücüne sahip bulunmadığını bir kez daha göstermiştir. Ordudan ve hükümetten, Kuzey Iraktaki varlığımız ve faaliyetimiz, tümüyle, Amerika ve NATOnun bilgisi dahilindedir yönlü açıklamaların yapılmış olması bile bir tür özür dileme, kendini mazur gösterme kaygısının ürünüdür. Haksızlığa uğradık serzenişi de öne sürülen mazeretlerin gerçekliğine dayanmaktadır. Yani, Amerikanın izni ve bilgisi dışında, bağımsız bir faaliyet yürütüyor olsalar, gördükleri muameleyi haksız bulmayacaklar, peşinen kabul ettikleri Amerikanın egemenlik sahasında izinsiz dolaşmanın bir tür bedeli olarak görüp, daha kolay sineye çekeceklerdi. Zor oldu, ama gene de hazmedildi. Fakat bu hazım, Türk devletinin her vesileyle yineleyip durduğu Kuzey Iraktaki hassasiyetlerimiz, milli çıkarlarımız gibi teranelerin, bu doğrultuda bir girişime vesile edilemeyeceğini, bir hassasiyeti ifade etmekle birlikte, daha ziyade Iraka asker göndermeyi kitlelerin gözünde mazur göstermeye yönelik bir çabadan ibaret bulundu&curen;unu da anlatmaktadır.
Özkökün, Orada olmadığımız için söz hakkımız da yok sözü, Amerikanın karar değiştirmesinden duyulan rahatsızlık kadar, içerde yürütülen Kuzey Iraktaki hassasiyetlerimiz propagandasının boşa çıkmış olmasının verdiği rahatsızlığı da anlatıyor. Yoksa, salt orada olmakla söz hakkı elde edilmeyeceğini onlar da çok iyi biliyorlar. Iraka gidiş nedeni ve tarzı buna ihtimal bırakmıyor. Amerika, kendisine ortak değil piyon aradığını gizlemiyor. Gizlemediği için de kimseden ihtiyacını karşılayacak düzeyde bir askeri destek bulamadı. Bir tek Türkiye, bu gerçekleri kendi halkından gizlemeye çalışarak bu desteği vermeye gönüllü oldu. Ne kadar gizleyebildiği ayrı bir tartışma konusu, ancak gelinen noktada talebin ertelenmesiyle hevesi içinde kalmış oldu.
Buna rağmen hazırlıkların sürdürüldüğünü, söz konusu röportajda Özkök ifade ediyor. Gerçi bunu Türkiyenin kendi çıkarları doğrultusunda bağımsız yürüttüğü bir faaliyet gibi göstermeye çalışıyor, ama işin doğrusu talebin geçici bir erteleme olduğu, Amerikanın, Irak ya da başka bir ülke, Ortadoğudaki yeniden düzenleme girişimlerinde mutlaka Türkiyenin askeri gücüne ihtiyaç duyacağı, dolayısıyla talebini yineleyeceğinin düşünülmesidir. Bu düşünce de çeşitli vesilelerle yineleniyor. Ortadoğuda Türkiyeyi dışlayan bir düzenleme düşünülemez, diyorlardı. Bu propagandaları, Amerikanın bu son kararıyla boşa düşünce farklı argümanlar bulmaları gerekti. Bu yenilik Özkouml;kün röportajında şu sözlerle anlatılmaya çalışılıyor:
Böyle bir oluşum (bağımsız bir Kürt devleti kurulmasını kastediyor) bizim menfaatlerimize uygun değil. Türkiye bunu açıkça söyler. Koalisyon güçleri de böyle bir oluşuma müsaade etmeyeceklerini ifade ediyor. Bölge istikrarı için de bu gerekli. Böyle bir oluşum Irak ile birlikte İran ve Suriye ile Türkiyeyi işin içine çeker ve sonu nereye gider bilinmez.
Bu sözlerin gerçekte herhangi bir yenilik içermediği, Türkiyenin öteden beri anılan iki ülkeyi Kürt sorunu konusunda bir koz gibi göstermeye çalıştığı biliniyor. Ancak bu ülkelerle uzun bir geçmişe sahip husumeti yüzünden, gerçekte mümkün olacaksa bile güncelde koz olarak kullanamayacağı da ortada. Suriyenin kendi Kürtleri ile ilişkilerinin Türkiye ile ilişkisinden daha iyi olduğu açık. İranın da başta gelen sorununun da Kürtler olmadığı ortada. Tam tersine, Türkiye hep bu iki ülkeyi PKKye yardım ve yataklıkla suçladı. Yani bu ülkeler Türkiyenin Kürt sorununu koz olarak kullanmak durumunda oldular. Hala geçmiş sayılamayacak bu yakın geçmiş, Özkökün ima ettiği gibi, Ortadoğuya yönelik yeni düzenlemeye İran ve Suriyenin Türkiye ile birlikte itiraz etme ihtimaline pek imkan bırakmıyor. İmaların hedefi olarak geriye kala kala Amerika kalıyor. Genelkurmay konuya ilişkin niyet ve arzularını asıl Amerikaya duyurmaya çalışıyor.