1 Kasım günü Almanyanın başkenti Berlinde, Sosyal Demokrat-Yeşiller hükümetinin sosyal reform (gerçekte sosyal savaş!) programına karşı en kitlesel işçi gösterisi gerçekleştirildi. Gösteriye Yeter! Sosyal yıkıma karşı birleşelim! adı altında 100 binden fazla emekçi katıldı. 100 ayrı kenten otobüslerle Berline akan kitlelerin tepkisi oldukça görkemliydi.
Eyleme katılanların sayısı 100 binin üzerinde anonsu yapıldığında, bu rakama eyleme katılanlar dahi şaşırmışlardı. Zira eylemi örgütleyenler dahi gösteri öncesinde 20 bin kişinin katılımının büyük bir başarı olacağını düşünüyorlardı. Eyleme katılımın düşük düzeyde olması için başta hükümet partileri olmak üzere tekelci medya sistemli bir şekilde karşı propaganda yürüttü. Alman Sendikalar Birliği (DGB), Kamu Çalışanları Sendikası (Ver.di) ve IG-Metal, hükümetin saldırı paketine karşı eylemi desteklemek bir yana, üyelerinin aktif katılımını dahi engellemeye çalıştılar. Hükümetin Irak savaşı politikasına kitlesel destek sağlamak için otobüs seferleri düzenleyen sendikalar, üstelik söz konusu olan işçi sınıfına ve emekçiler karşı kapsamlı bir saldırı olduğu halde, bu kez evlerinde kalmayıtercih ettiler.
Eylem Globalleşme Karşıtı Hareket (ATTAC), işsizliğe karşı inisiyatifler, yerel sendika temsilcileri, PDS ve diğer sol örgütlerin çağrısıyla gerçekleşti. Katılım karşısında sadece burjuva medya değil, sendika yönetimleri de şaşkınlıklarını gizleyemedi. DGB Başkanı Michale Sommer, eylemin politik etkisini karartmak için gösterinin hükümetin gündeme getirdiği reform programını etkileyeceğini beklemek doğru değil diyor, kendi oportünist tutumlarını da bununla gerekçelendirmeye çalışıyor.
Eylemin hükümet partileri ve sendikaların saflarında tartışma ve iç çekişmelere yol açacağı kesin. Yeşiller Partisinin yerel örgütleri parti yönetimine çağrı yaparak, tabana kulak verilmesini ve reform programının gözde geçirilmesini isterken, SPD içinde tabana ihanet tartışmaları başladı. Özellikle gösterinin görkemli geçmesinin ardından SPD içinde sol söylemli lafazanlıklarıyla sözde emekçilerden yana muhalefeti oluşturan bazı parlamenterler Schrödere karşı konumlarını güçlendirme çabasına girdiler. Oysa bu demagojik muhalefet sendika kastıyla elele, başta işçi sınıfı olmak üzere kitlelerin hükümete karşı büyüyen tepkisinin eyleme dönüşmemesi için yıllardır hükümet karşıtı tepkiyi denetleyip paralize etmeyi başarmıştı.
Yürütülen karşı kampanyaya ve demagojik oyalamalara rağmen 100 bini aşkın emekçinin eylemi önemli bir ilk adımdır. Bir gösterici, Almanya hiçbir dönemde bu kadar zengin olmamıştı derken, eylemde konuşma yapan Frankfurt Üniversitesinden sosyal bilimci Rainer Roth şunları söylüyor: ... üretkenlik teknolojik gelişmelerle inanılmaz bir hızla gelişiyor. İşsizlik oranı sürekli bir artış gösterirken, sermayenin aktif yatırımı 15 bin milyar dolayında oluyor. Sermayenin sürekli büyümesi birçok çalışanı gereksiz hale getiriyor. Gerçek problem insanları işsizliğe iten sermayedir. Sermaye yükseliş döneminde inşa ettiği üretim kapasitelerini bugünkü durumda tasfiye ediyor... Bu açıdan Agenda 2010 işçi sınıfı ve diğer emekçi kitlelerin yaşam standartlarına karşın savaş sonrası en kapsamlı saldırı.
Eyleme Hamburg kentinden katılan bir kadın gösterici ise tepkisini sendika yönetiminin tutumuna yöneltiyor: Sendika reisleri gösteriye katılmak istemiyorlardı, ama görüyorlar ki ayak takımı onları dinlemiyor.
Bir sosyal genel grev gerekli! dövizi dikkat çekerken, Artık yeter Schröder!, Bugün SPDye kim inanıyorsa aklını yitirmiş demektir! dövizi ve kızıl bayraklar gösteriyi renklendiriyor.
Berlin gösterisi Almanyada sınıf mücadelesi açısından yeni bir dönemin başladığının ilk işaretlerini vermesi bakımından önemli. Hırsız Schröder artık yeter! ve sendika bürokratlarına yönelik olarak Mücadeleyi paylaşmayan yenilgiyi paylaşır! sloganı kitleler içinde büyüyen öfke ve tepkinin dışa vurumu.
SPD/Yeşiller hükümetinin hazırlattığı Agenda 2010 adı verilen reform paketine karşı gerçekleşen bu gösteri, Şubat ayında gerçekleşen kitlesel savaş karşıtı gösteriden sonra, bu yıl gerçekleşen ikinci büyük gösteri. 26 Eylül günü Alman parlamentosunda onaylanan yeni sağlık yasası ve 17 Ekim günü onaylanan Hartz 3. ve 4. saldırı paketi, gerçekte bir sosyal savaş niteliği taşıyor. Saldırının hayata geçmesi durumunda işsizlik parası kısıtlanacak, işsizlik yardımı sosyal yardım seviyesine düşecek ve böylelikle yaklaşık 4 milyon insan sefalete sürüklenecek. Buna ek olarak sağlık hizmetleri kısmen özelleştirilecek, muayeneler, ilaçlar ve diğer sağlık hizmetleri ücret karşılığı verilecek, emekli maaşlarında kısıtlamalara gidilecek.
Tüm bu saldırıların gerekçesi, ekonomik kriz döneminde toplumun her bireyinin fedakarlık yapması demagojisidir. Öyle ki, burjuva devletinin vergi yasasında yaptığı değişiklikle yıllık 100 milyar Euro, sağlık ve emeklilik yasasında yapılan değişiklikten dolayı yıllık 15 milyar Euro, tüzel kişilik vergisinde yapılan değişiklikle yılda 50 milyar Euro sermayenin elinde kalıyor. Burjuva devlet bununla da yetinmiyor, önümüzdeki yıldan itibaren yüksek gelirlilere yılda 6 milyar Euro bağışlıyor. Örneğin Deutsche Bank yöneticileri bu değişiklik sayesinde ayda net 20 bin Euro daha fazla kazanacaklar. Tüm bunların gerekçesi ise ekonomiyi canlandırmak, Almanyaya yatırımları özendirmek ve böylelikle daha fazla iş sahası açmak. Rakamlar ise bunun tam tersini belgeliyor: IFO Enstitüsünün araştırmasına göre, vergi yasasında yapılan değişiklikle bilikte sermayenin eline geçen ek gelir, kârların daha yüksek olduğu yabancı ülkelere yatırım olarak akıyor.
Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi, ülke içinde daha fazla insan istihdam edebilecek miktarda sermaye birikimi varken, yatırımlar sömürünün daha rahat koşullarda gerçekleşebildiği, yani kâr oranının daha fazla olduğu alanlara yöneliyor. Bunu sağlayacak yasal düzenleme burjuva devlet eliyle gerçekleştiriliyor. Teknolojik gelişmeden dolayı çalışma saatleri 90lı yıllarda toplam 2,8 milyar saat düşmüştür, fakat buna karşın yaklaşık 2 milyon insan da işinden olmuştur. Almanyadaki yatırımlar, çoğu mali alana akmakla birlikte, 15 bin milyar Euroya yükselerek ikiye katlanmıştır. Yaşanan krizden dolayı sermayenin kâr oranı düşmüştür, bu nedenle tekeller çalışma saatlerini, ücretler sabit kalmak koşuluyla, haftada 40a ve emeklilik yaşını da 67ye yükseltmek, böylelikle krizin faturasıı işçi ve emekçilere çıkartmak istemektedir. Buna ek olarak sosyal sigortalara ödenen işveren payını düşürerek, düşürülen her yüzdelik puan için ek 7,5 milyar Euroluk ek kaynak yaratacaktır. Bundan dolayı oluşacak açığın faturası da yine işçi ve emekçilere çıkarılacaktır.
Tüm bu gelişmelere rağmen sendika bürokrasisinin pasif ve açıkça sermaye işbirlikçisi tutumu utanç vericidir. DGB Başkanı Michael Sommer, 30 Ekim günü yaptığı bir konuşmada, hükümete karşı gerçekleşecek hiçbir gösterinin başarılı olamayacağını ileri sürerek, işçileri pasifleştirmek, umudunu kırmak ve böylelikle sermayenin yanında saf tutmak gibi bir misyonu olduğunu açıkça belgelemiştir. Bunu daha önce sermayenin açıktan savunucusu ve sözcüsü olan Hıristiyan Birlik Partilerine verdiği sıcak demeçlerle yapmış ve mevcut hükümetin saldırılarını yeterli görmeyen bu partilerle daha yakından temasta bulunma dileğini dile getirmiş, isteklerinin pek farklı olmadığını söylemiştir. Sendikalar içindeki sağ kanatın tutumu ise, örneğin Bochumda, kendisini gösterinin ögütlenmesini engelleme gibi tamamen düşmanca bir tavırla dışa vurmuştur. Avusturya gibi bir ülkede bile emekli yasasında yapılmak istenen değişikliğe karşı daha görkemli bir gösteri gerçekleşirken ve genel grev tartışılırken, Alman sendika bürokrasisinin bu tür bir eyleme destek bile vermemesi tamamen düşmanca bir tutumdur ve ekonomiden sorumlu devlet bakanı Clementin ülkenin vatanseverlere ihtiyacı var demagojisiyle örüşmektedir.
Berlinde gerçekleşen gösteri her ne kadar İtalya, İspanya veya Fransa gibi ülkelerde gerçekleşenler kadar görkemli olmasa da, bugüne kadar saldırılara sessiz kalan Alman işçi ve emekçilerinin hoşnutsuzluğu hakkında fikir vermektedir ve bir ilk olarak son derece önemlidir. Sendikalar tarafından engellenmek istenmesine rağmen böylesine bir katılımın gerçekleşmiş olması büyük bir başarıdır.
Sendika bürokratları saldırı programına onay verdiler...
Bir süredir gündemde olan hükümetin sosyal saldırılar paketi nihayet Kraliçe Beatrixin tarihi eski meclisteki yıllık olağan konuşmasıyla saldırı stardı aldı.
FNV (Hollanda Sendikalar Federasyonu) sendikası saldırı paketine karşı bildiri dağıtımı, protestolar ve pasif grevler düzenledi. FNVnin kampanyasına çeşitli parti, örgüt ve kurumlar da destek verdiler. Eylemlilikler karşısında hükümet geri adım atmayacağını, tasarruf paketinin zorunlu olduğunu ve Hollanda devletinin geleceği için önem taşıdığını döne döne açıkladı.
13-14 Ekim günü FNV ile hükümet arasında saldırı paketi uzerine görüşmeler başladı. Görüşmelerde sendikanın taviz vermesi üzerine kısmi bir anlaşma sağlandı. Anlaşma ile birlikte ücretler 2 yıl dondurulacak.
FNV sendikası anlaşmayı refaranduma sunacağını ve üyelerinin referandum sonucu vereceği kararın önemli olduğunu açıkladı. Bunun üzerine hükümet, FNV üyelerinin reddetmesi durumunda, sağlanan anlaşmaya tümden bozacaklarını ve saldırı paketini olduğu gibi uygulamaya sokacaklarını açıkladı.
FNVye üye 1 milyon 200 bin işçi 17-31 Ekim gününe kadar mektup yoluyla katıldığı referandumun sonucu şöyle:
%56.43 evet
%41.67 hayır
%1.90 kararsız
3 Kasım günü kesin sonuçlar açıklandıktan sonra bir TV programında kendisiyle yapılan röportajda, FNV Başkanı, Sonuçlardan memnun olduğunu ve kendisinin de evet oyu verdiğini açıkladı. Ayrıca kabul edilmeyen diğer maddeler üzerinde de görüşmelerin devam edileceğini ve gerekirse çeşitli eylemlilikler yapacaklarını açıkladı.
Bu saldırı Hollandada 2. dünya savaşından bu yana gerçekleşecek ilk kapsamlı ve ciddi saldırıdır. Hollanda işçi sınıfını ciddi zorluklar ve mücadeleci günler bekliyor. Bu saldırılara sınıf cephesinden verilecek yanıt, mevcut kazanımların konup korunamayacağının da bir göstergesi olacaktır.