8 Kasım'03
Sayı: 2003 (07)


  Kızıl Bayrak'tan
  Hükümetin 1 yıllık icraatı ve 80. yılında tükenmiş bir cumhuriyet
  Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısı...
  Erdoğan'ın "sosyal devlet" yalanları ve gerçekler...
  5 Kasım iş bırakma eylemine yaygın ve coşkulu katılım...
  5 Kasım iş bırakma eylemleri...
  6 Kasım'da gençlik alanlardaydı...
  6 Kasım: Ankara sokaklarında militan direniş!
  6 Kasım eylemlerinden...
  Filistin direnişi siyonizmi çöküşe sürüklüyor!
  Şam'da yapılan "komşular toplantısı"nda emperyalist işgal meşrulaştırıldı...
  Irak halkının haklı ve onurlu direnişi emperyalist zorbaları sıkıştırıyor!
  İşçi ve emekçi eylemlerinden...
  Dünya, Türkiye ve sol hareket/4
  Devrimci çizgiden Amerikan işbirlikçiliğine...
  Şan olsun Yeni Ekimler'in Partisi'ne!
  Sermaye iktidarının "demokratikleşme" aldatmacası
  Yeni Ekimler'in Partisi'ni güçlendirelim...
  Geceye gönderilen mesajlardan...
  TKİP Yurdışı Örgütü adına gecede yapılan konuşma...
  Parti gecesine gelen mesajlardan...
  Berlin'de 100 bini aşkın işçi ve emekçi haykırdı... "Mücadeleyi paylaşmayan yenilgiyi paylaşır!"
  Rus petrol tekeli Lukos'a yönelik operasyonun perde arkası
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Dünya, Türkiye ve sol hareket/4

ABD emperyalizmi ve
Amerikancı Kürt milliyetçileri

H. Fırat

(Yaz sonunda verilmiş bir konferansın elden
geçirilmiş kayıtlarıdır...)

Kürt hareketinde Amerikancı dalga

Dünün milliyetçi Kürt solcularının onda dokuzu bugün artık Amerikancı’dır. Bu hüzün vericidir belki ama kaba bir gerçek olarak da orta yerde durmaktadır. Son yılların gelişmeleri ışığında ve özel olarak da Kürt hareketinin karşı karşıya kaldığı akıbetin ardından bu sonuç bir bakıma şaşırtıcı da değildir. Nitekim Ekim, 11 Eylül’ü izleyen dönemin ilk verileri ışığında, bu eğilime nispeten erken bir zamanda dikkat çekmek ihtiyacı da duymuştu. “Emperyalizmin Kıskacında Ortadoğu” başlığı taşıyan ve Irak’a emperyalist müdahaleyi neredeyse bir yıl önceleyen (Nisan ‘02) bu yazının (Bkz. H. Fırat, Dünya, Ortadoğu ve Türkiye içinde, s.389-405 -KB) arabaşlıklarından biri şöyledir: “Kürt Hareketi: Devrimci Çizgiden Amerikan İşbirlikçiliğine”. Bu arabaşlık söz konusu değerlendimenin temel fikrini bütün açıklığı ile özetliyor. Irak’a emperyalist müdahalenin ardından bunun ne anlama geldiğini artık somut olarak görmüş bulunuyoruz. Bir-iki küçük çevre dışında tutulursa, geriye kalan her eğilimden Kürt sol akımlarının eski kadroları ile Kürt aydınlarının ezici çoğunluğu artık, açıkça ya da utangaçca fakat sonuçta Amerikancı bir çizgiedirler.

PKK dışında kalan ve genel olarak reformist çizgide bulunan Kürt solu zaten uzun zamandır tüm umudunu AB ve ABD’ye bağlamıştı. Şimdi artık dünün PKK’sı de bu çizgidedir, KADEK bu köklü kimlik ve konum değişikliğini simgelemektedir bir bakıma. İmralı savunmalarındaki inkarcı-tasfiyeci çizgiye oturmanın sonunda gelip varacağı yer de buradan başkası olamazdı herhalde.
Bugünün bu Amerikancı Kürt çevreleri sanıyorlar ki, dünyanın emperyalist jandarması ABD bu mazlum halka özgürlük ve bağımsızlık getirecek, ona nihayet bir devlet kazandıracak. ABD bunu Kürtler için yapmakla da kalmayacak, yerleşik statükoları yıkarak tüm Ortadoğu halklarını özgürleştirecek, bölgede demokratik düzenlerin yolunu düzleyecek vb. Bunu böyle düşünen dünün solcusu bugünün bu Amerikancılar’ı, böylece düne kadarki kimliklerini terketmekle kalmıyorlar, bu kimliği ortaya çıkaran bütün bir tarihi, bu tarihin ürünü ideolojik-politik bilinci ve moral değerleri de kabaca terkedip bir kenara atıyorlar. Türkiye ve Kürdistan devrimci hareketinin en iyi geleneklerine ihanet ediyor, onun anti-emperyalist mücadele mirasına sırtlarını dönüyorlar. Denizler’in, Mahirler’in ve Kaypakkayaar’ın, Mazlum Doğanlar’ın ve Kemal Pirler’in devrim davasını terkederek işin özünde karşı safa geçiyorlar. Ulusal özgürlük mücadelesini emekçilerin çıkarlarına ve kurtuluş davasına bağlayan bakışı ve çizgiyi bir yana bırakarak kendi mülk sahibi sınıflarının, Kürt burjuvazisinin yanında ve safında yer alıyorlar. Kürt hareketinin devrimci kimliği karşısında uzun yıllar boyunca içlerine hapsettikeri Amerikancı ve Avrupacı duygu ve hezeyanlarını bugün artık pervasızca dışavuran Yaşar Kayalar’la aynı yerde saf tutuyorlar.

Bu köklü bir konum ve tutum değişikliğidir; bu nedenle de cepheden bir mücadelenin konusu haline getirilmek durumdadır. Kürt hareketinin birçok yapısal zaafına katlanmak ezilen ulus konumunun sonucu olarak sahip olduğu demokratik muhteva nedeniyle olanaklıdır, fakat Amerikancılığı’na hoşgörüyle yaklaşmanın olanağı yoktur. Zira bu, emperyalizmden özgürlük bekleme çizgisi, ezilen ulus milliyetçiliğinin demokratik muhtevasına da ihanettir. Emperyalizme karşı tutum, çağımızda ve günümüzde, her türden ilerici, demokratik ve devrimci iddianın olmazsa olmaz koşuludur, ayrım çizgisi ve mihenk taşıdır. Bu tutumu bir yana bırakanlar, umutlarını ve geleceklerini emperyalizme, üstelik onun baş jandarması konumundaki emperyalist bir güce bağlayanlar, böylece her türlü ilerici demokratik kaygıyı ve değeri bir yana bırakarak, çğdaş gericiliğin yanında saf tutmuşlar demektir.

Bu konumu seçmiş ya da olayların akışı içinde bu konuma sürüklenmiş Amerikancı Kürt milliyetçilerinin maskesini düşürmek, böylece Türkiye ve Kürdistan devrimci hareketinin en iyi geleneklerini savunmak, Kürt emekçilerinin ve yeni kuşak genç Kürt yurtseverlerinin bu çizgiye alet edilmesinin önüne geçmek, bugünün temel önemde bir devrimci sorumluluğudur. Kürt halkının en iyi evlatlarını feda ederek yarattığı muazzam devrimci-demokratik mirasın, geleneklerin ve birikimin savunulması bunu gerektirmektir. Ulusal özgürlük mücadelesini emperyalizme karşı mücadele ile sıkı sıkıya birleştiren, bunu Kürt emekçilerinin sosyal kurtuluşu davasına bağlayan, buna inanan ve bu inançla kendilerini feda eden binlerce Kürt devrimcisinin anısına saygı ve bağlılık bunu gerektirmektedir.

Dünkü celladına tapınmak

Genel olarak emperyalizmin, özel olarak da onun tarihte görülmüş en gerici, yıkıcı ve barbar temsilcisi olan ABD emperyalizminin mazlum halklara özgürlük ve bağımsızlık götürdüğü nerede görülmüştür? Son yarım yüzyılda dünyanın dört bir yanında ezilen halkların karşı karşıya kaldığı güç bizzat ABD emperyalizmi değildir de nedir? Herşey bir yana, bugün tapınma konusu edilen o aynı ABD emperyalizminin ‘70’lerde ve ‘90’larda bizzat Kürtler’e oynadığı oyunlar, çektirdiği acılar hala orta yerde tüm canlılığı ile durmuyor mu? Türk devletinin Kürt halkına karşı kirli savaşını yıllar yılı destekleyen, yeri geldiğinde “teröre karşı” mücadeleye verilen bu destekle hala da övünebilen bu aynı ABD değil midir? KADEK çizgisindeki Kürt hareketinin bugün hala /güneşimiz” diye tapındığı Abdullah Öcalan’ı yakalayıp Türk devletine teslim eden, böylece Kürtler’e ve Kürt hareketine kuşaklar boyu unutulmaması gereken bir ağır politik ve moral darbe indiren de bu aynı ABD değil midir? Bütün bunlar ne de kolay unutuldu, dünyanın emperyalist jandarması ne de çabuk Ortadoğu’nun özgürleşmesinin ve demokratikleşmesinin temel dinamiği, mazlum halkların koruycu gücü ve kurtuluş umudu haline geldi!

ABD, zeminini bizzat hazırladığı bir katliamın ardından Güney Kürtleri’ni bir on yıllığına korumaya almıştır, bunu biliyoruz. Ama o bunu yine bölge halklarına karşı kirli ve karanlık hesapları çerçevesinde yapmıştır, Ortadoğu halklarının bağrına saplı bir bıçak gibi duran siyonist İsrail’in çıkarları bunu gerektirdiği için yapmıştır, yoksa Kürtler’in mazlum bir halk olma gerçeğinden hareketle onlara artık nihayet özgür bir varolma olanağı sağlamak için değil, bunu da biliyoruz. Kaldı ki üzerinde yeterince durmuş bulunduğumuz gibi, Kürt hamiliği olarak algılanan bu koruma ve kollamanın nereye varacağı da henüz belli değildir. Irak’ta olayların seyri ne getirir, bunun bugün için ABD’nin korumasına sığınmış Güney Kürtleri’ne faturası ne olur, bunu henüz kimse bilmiyor Ama bölge halklarına karşı ABD politikalarının bir parçası ve aleti olmak, daha şimdiden Barzani ve Talabani gibi işbirlikçiler şahsında Güney Kürtler’i için ağır bir politik ve moral sorumluluk olarak orta yerde duruyor. Bunun Kürtlerle bölgenin tüm öteki ezilen halklarının ilişkilerini nasıl etkileyeceği de aynı şekilde ciddi bir sorun olarak orta yerde duruyor.

ABD Irak’ta batağa batmış durumda ve zaman içinde bu batak derinleşecektir. Böyle olunca, kirli savaşta eğitimli ve halk hareketlerini bastırmanın gereklerine uygun biçimde ileri düzeyde donanımlı bir NATO ordusu olarak Türk ordusunun desteğine ihtiyacı olacak, nitekim bu daha bugünden seslendiriliyor da. Peki ABD ne yapacak, bunun Kürtler için sonucu ne olacak dersiniz? Bu sorunun yanıtı henüz açıkta, ama kesin olan bir şey var; ABD, Kürtlere şu veya bu biçimde üçüncü bir kez ihanet etmeden Türk ordusunu Irak’taki hesapları için gereğince kullanamaz. Demek ki ABD emperyalizmini Kürtler’in en temel ulusal haklardan yoksun mazlum bir ulus olması değil, fakat yalnızca kendi sefil emperyalist çıkarları, hesapları ve bunun gerektirdiği politikalar ilgilendiriyor. Demek ki ABD Kürtler’i özgürleştirmek değil fakat yalnzca çıkarlarına uygun düştüğü sürece kullanmak peşinde. Ortadoğu’daki çıkarları için ve elbette Ortadoğu halklarına karşı.

Gelin görün ki Amerikancılaşmış, ilerici-devrimci nitelikteki tüm hedef ve kaygılarını bir yana bırakmış, bununla bağlantılı tüm moral değerlerini çiğneyip gönlü rahat bir biçimde bir kenara atmış, gömüldüğü umutsuzluk batağında tüm umutlarını artık yalnızca ABD’nin inayetine bağlamış dünün Kürt solcusu buna inanmıyor. Günden güne büyüyeceği kesin olan Irak direnişini “arizi ve geçici” bir olay olarak görüyor; ABD’nin eninde sonunda duruma hakim olacağını ve bu arizi direnişin de son bulacağını, böylece ABD ile Kürtler arasındaki kader birliğinin büyük “Irak zaferi” üzerinden pekişeceğini düşünüyor. Bu, gerçeklerden kopmak ve halkların ulusal onur duygusuna, direnme gücüne ve kapasitesine, emperyalist köleliği reddetm bilincine inançsızlık değil de nedir? Ve tersinden de bu, emperyalizmin sınırsız sanılan gücüne tapınmaktan, onu istediğini yapabilen, halklara istediğini ve dilediğince dayatabilen bir “yenilmez ve yıkılmaz” güç olarak görmekten başka ne anlam gelir?

Dünya basınını izleyin, Brezinski ve Kissinger gibi adamlar ne diyor, Demokrat Parti’den politikacılar neler söylüyorlar, ciddi İngiliz basını neler yazıyor, dönüp onlara bir bakın bakalım? Bizzat bunlar ABD’nin daha şimdiden Irak’ta bir batağa battığını yineleyip durmuyorlar mı? Ama Amerikancı Kürtler bunları görmüyor, görmek istemiyorlar. Onlar ABD’nin yavaş yavaş işleri yoluna koyacağını, iş, ekmek ve altyapı sorunlarını çözeceğini ve böylece Irak direnişini bitireceğini düşünüyorlar. Gariptir ama, halklarda bir ulusal onur duygusu olduğuna inanmıyorlar, mazlum bir halkın mensupları olarak bu adamlar.

Bu Amerikancı Kürtler’e sormak lazım; mensubu olduğunuz Kürt halkı bugün daha çok iş ve ekmek için mi, yoksa ulusal onur ve özgürlük için mi mücadele ediyor? Bu kadar kolay ABD yanlısı kesilmenizin de tanıklık ettiği gibi sizin için bile salt ulusal kaygılar ön planda değil mi? Bir devletimiz olsun da varsın ABD sayesinde ve onun hizmetinde olsun diye düşünebilen bizzat siz değil misiniz? Peki bu durumda nasıl oluyor da Iraklılar’ın işi olur ve karnı doyarsa direniş de biter diye düşünebiliyorsunuz?

Belli bir azınlık dışında dünün Kürt solcuları, KADEK’den PSK’ya Kürt hareketinin yönetim kademelerini tutanlar, artı ilerici umutlarını yitirmiş ya da tüketmiş sözde Kürt aydınları, şimdilerde blok halinde Amerikancı konumdalar. Kimisi bunu marifetmiş gibi pervasızca dışarı vuruyor, kimisi henüz bu kadarını yapamıyor, içinde taşıyor ama işin özünde aynı duygu ve düşünceleri paylaşıyor. Bu blokun birçok konuda yolları ayrılıyor, ama ayrılan bu yollar dönüp Amerikancılıkta, ABD’nin artık Kürt halkının dostu olduğu yanılsamasında ve aldatmacasında birleşiyor. Özellikle eski ve yeni yönetici kadrolarda ve neredeyse aydınlarının tümünde olmak üzere, yazık ki Kürt hareketinin mevcut tablosu halihazırda bu.

Bugün eğer bir Amerikancılık seli yoksa, bunun gerisinde biraz da Türk devletinin elinde rehin bulunan Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan koyduğu bir takım frenler var. Abdullah Öcalan İmralı’dan Kürt mandacılığını eleştiriyor, Kürt aydınları ve solcuları arasında bu denli bir Amerikancılığı sakıncalı bularak dizginlemeye çalışıyor, hiç değilse şimdilik. Elbette onun da kendine göre bilinen pragmatist oportünizmine dayalı kaygıları ve hesapları var. Türk devletinin açmazda olduğunu görüyor, bu açmazdan yararlanarak ona yaranmaya çalışıyor. ABD bizi Türk devletine karşı kullanmak istiyor, biz bu oyuna gelmek istemiyoruz, eğer Türk devleti Kürt sorununda belli adımlar atarsa bu oyun bozulur, demeye getiriyor. Muhtemeldir ki bugün örneğin Roma’da olsaydı tümüyle başka türlü düşünür, başka hesaplr yapardı. Ama İmralı’da olduğu, dolayısıyla Türk devletinin elinde rehin bulunduğu için ve elbette sorunun muhatabı olarak da sonuçta Türk devletini gördüğü için, ABD’nin Kürt kozunu kullanmasını ve Kürtler içindeki Amerikancı cereyanı bir imkan sayıp, dizginleyici ve “Türkiyeci” tutumuyla Türk devletine yaranmaya çalışıyor.

Dikkate değer nokta şudur ki, bütün bunlar, bütün bu açılımlar ve manevralar, Irak halkının sergilediği direniş sayesinde oluyor. Almanya, Fransa ve Rusya eksenine de, Türk devletine de, Kürt milliyetçilerine de, elbette herbirine kendi konumu ve beklentileri üzerinden, bu manevra alanını bizzat Irak halkının ABD’yi sıkıntıya sokan direnişi sağlıyor. Bunu bir kez daha önemle ve kuvvetlice vurgulamak gerekir. Hele de Amerika’nın gücüne tapınan dünün Kürt solcularının halkların ulusal onuruna, yurtsever geleneklerine, bununla sık sıkıya bağlantılı olan direnme gücü ve kapasitesine inançsızlık sergilediği bir sırada.

Tutarsızlıktan da öteye kaba samimiyetsizlik

Amerikancı Kürtler yenilmişliğin ruhhaliyle hareket ediyorlar ve tüm umutlarını dünyanın jandarması ABD’ye bağlamış bulunuyorlar. Bütün dünya Amerikancılık yapıyor, biz niye yapmayacak mışız; Araplar Amerikancılık yapabilirler, Yunanlılar yapabilirler, Türkler yapabilirler de Kürtler niye yapamayacaklarmış diyebiliyorlar. Düşünün ki bunu bu derece kaba ve pervasız denebilecek şekilde ortaya koyanlar dünün solcuları, sözde devrimcileri ve hatta hatta sosyalistleri! Elbette bütün bu ulusların bünyesinde birileri Amerikancılık yapıyor, ama bunu o ulusların gerici, sömürücü egemen sınıfları yapıyorlar. Siz de egemen sınıfların temsilcileri olarak sahneye çıkacaksanız, bunu açıkça yapın ve geçin bunu savunun, kimse bu durumda size fazla bir şey de söylemez. Nitekim içinizden bazıları bunu yapıyor da, böylelerine diyecek fazlaca bir söz de yok,dünkü davalarına ihanet etmiş hainler olduğunu söylemekten başka. Ama hem hala solcu geçinmek ve hem de bunu böylece savunmak, işte bu olacak şey değil. Burada en kaba biçimiyle bir tutarsızlık ve samimiyetsizlik var.

Kaldı ki Kürtler’de de Amerikancılık, üstelik uzun bir zamandan beridir zaten yapılıyor. Talabani’yle Barzani, Kürt egemen sınıflarının temsilcileri olarak uzun yıllardır yapıyorlar bunu. Yaşar Kayalar artık göğüslerini gere gere Amerikancılık yapıyorlar. Onların sınıfsal konumları bunu gerektiriyor ve bu konum üzerinden yaptıkları yadırganmıyor da. Peki siz, siz nesiniz, sizin konumunuz nedir? Sizler solcu ya da sosyalist misiniz, yoksa mülk sahibi sınıfların temsilcileri mi? Önce kendi sınıfsal konumunuza, bunun ifadesi politik kimliğinize dürüstçe açıklık getirin, varın ardından dilediğinizce Amerikancılık yapın.

Barzani ile Talabani’nin ABD işbirlikçiliği anlaşılır bir durum, onların sınıfsal konumları ve politik kimlikleri buna uygun, bunu gerektirir. Peki ama ciddi ciddi hala da solcu ya da sosyalist geçinen Kürtler’in tutumlarını anlamak olanağı var mıdır? Bir yandan kapitalist dünyanın emperyalist jandarmasına umut bağlayacaksınız, öte yandan hala solcu ya da sosyalist geçineceksiniz, burada tutarsızlıktan öteye kaba bir samimiyetsizlik yok mudur? İzlediğiniz çizgi bizzat mülk sahibi sınıflarınızın izlemekte olduğu çizgiden farklı değilse, yaptıklarınız onların yaptıklarını mazur göstermekten ibaretse, siz neden solcu, hatta hatta sosyalistsiniz? Siz bizzat ulusal sorun üzerinden onlara alternatif olan, onların izlediği çizgiyi boşa çıkaran ve Kürt emekçilerine devrimci bir alternatif sunan bir çizgi izlemiyorsanız eğer, sahi neden solcusunuz ve hngi yüzle hala devrimci geçiniyorsunuz? Eğer kendi mülk sahibi sınıflarınızın çizgisini mazur görebilecek, dahası artık kabaca savunup destekleyecek durumdaysanız, neden bir parça yürekli davranıp açıkça onların safına katıldığınızı ilan etmiyorsunuz? Yüzünüzde artık tümüyle iğreti duran maskeyi bir yana atıp yeni konum ve kimliğinizle dosdoğru ortaya çıksanız daha dürüst davramış olmaz mısınız? Talabanici, Barzanici olun ya da onlarla benzer konumda bir parti kurup yeni kimliğinizi ortaya koyun, mesele kalmaz. Bugün kimse kalkıp Türk egemen sınıflarına, onların politik temsilcilerine neden Amerikancısınız diyor mu? Sınıfsal konumları gereği Amerikancılık onların temel karakteridir, en asli varlık nedenidir, herkes bunu böyle kabul ediyor. Ama hem sosyalist geçinip hem de Amerikancılık yaptığınız zaman sadece büyük bir çlişkiye, izahı olanaksız bir tutarsızlığa düşmekle kalmıyor, aynı zamanda büyük bir ikiyüzlülük de göstermiş oluyorsunuz.

Burada ciddi bir ahlaki sorun da var. Çünkü bunların hepsi bu meseleleri bilirler. Türkiye ve Kürdistan devrimci hareketi şu son 40 yılda bir şey yapamadıysa bile, anti-emperyalist bir bilinci tam da ABD emperyalizmine karşı mücadele içinde iyi-kötü oluşturdu. Amerikancı Kürt solcuları bugün bu tarihi bilinçten köklü bir biçimde kopuyorlar. At gözlüğü takarak bugün artık bütün dünya ABD’nin yanında diyebiliyorlar. Oysa bunun tam tersi doğru, bugün dünya halklarının ezici bir çoğunluğu ABD’nin karşısında, karşısında olmaktan öteye ona karşı giderek büyüyen bir nefret içinde. Bugünün dünyasında sadece egemen sınıflar Amerikancı, dünya halkları Amerikan karşıtı, bölge halkları Amerikan karşıtı. “Herkes ABD ile işbirliği yapıyor, Kürtler niye yapmayacakmış?” diyenler, bölece yalnızca büyük mülk sahibi sınıfların mantığı ile konuşmuş oluyorlar. Çünkü “herkesten” kasıtları, somut olarak bakıldığında, her ulusun ya da ülkenin egemen sömürücü sınıflarından başka bir şey değil.

50 yıllık efendiyle uşağı arasındaki
tali çelişkilere bağlanan umutlar

Günlük Kürt basını Irak savaşının arkasından durmadan değerlendirmeler yayınlıyordu; Amerika bölgedeki statükoyu yıkmaya karar vermiştir, artık statükocu güçlerin direnişi umutsuzdur, bu iş Irak’la kalmayacaktır, sırada İran, Suriye ve Türkiye var, diyordu.

Suriye ile İran neden var anladık da, Amerika’nın Türkiye’yle nasıl bir meselesi olabilir, bunu anlamak gerçekten zor? Bu Perinçekle aynı mantık üzerinden düşünmekten başka bir şey değil. Mantık aynı, yalnızca çıkarılan sonuçlar farklı. Perinçek Türk devletini ABD ile sorunlu görüyor ve bundan ordu ve devlet eksenli bir anti-Amerikan ulusal cephe çıkarıyor. Amerikancı Kürtler de aynı şekilde, Türk devletini ABD ile sorunlu görüyorlar ve bundan ABD sayesinde kendileri için doğacak hayırlı sonuçlar bekliyorlar.

Daha önce Türk sermaye devleti ile ABD arasındaki ilişkilerin sınıfsal niteliği ve tarihsel kökleri üzerinde gereğince durmuş oldum. Türkiye ABD için öyle kolay gözden çıkarılacak bir işbirlikçi “müttefik” değil. Kaldı ki bunun için ortada bir neden de yok. Amerikan Dışişleri Bakanı tam da büyük gürültülere neden olan o 1 Mart tezkeresinden kısa bir süre sonra Türkiye’ye beklenmedik bir ziyaret yaptı. Bu bile Türkiye ile ilişkilerin önemine bir göstergeydi. Powell program dışı bu ziyareti yaptı, zira Türkiye onlara lazımdı, hem o gün sürmekte olan savaşın bazı acil ihtiyaçları için ve hem de daha uzun vadeli olarak. (8.5 milyar dolara çevrilebilir olan 1 milyar dolarlık yardıma ilişkin prensip kararı da aynı sıralarda çıktı ABD Kongresi’nden).

Ama Amerikancı Kürtler bu kanıda değiller. Onlara göre Türkiye ABD için artık vazgeçilmez bir işbirlikçi ülke değil; İncirlik’in yerini Irak’ta kurulacak yeni üsler alacak ve böylece Türkiye ABD için bugüne kadarki önemini yitirecek. Bir düşünce ancak bu denli sığ olabilir. Sanki Türkiye’nin 50 yıldır ABD emperyalizmi için taşıdığı önem ve bölgede oynadığı rol daha çok İncirlik eksenli ve salt askeri nitelikte! Öte yandan sanki Irak artık ABD’nin kolayca at oynatabileceği bir baba çiftliği, üstleri rahatlıkla kuracak ve böylece Türkiye ihtiyaç olmaktan çıkacak!

Düşününüz Türkiye’de yarım yüzyılı aşan istikrarlı bir emperyalist egemenlik kurulmuş, bu egemenlik çok yönlü ilişkilere ve oturmuş kurumlaşmalara sıkı sıkıya bağlı, oysa Irak’ta en azından daha ne olacağı belli değil. Türkiye, eldeki elli yıllık işbirlikçi bir rejimdir, Irak’ta ise işlerin nereye varacağı belli değil. Ben batağa batmış bulunuyor ve sonunda pılını pırtısını toplayıp defolup gidecek diyorum da, bu düşünceyi bir an için yana bırakalım, ama en azından belli değil daha ne olacağı. Böyle bir durumda ABD Türkiye’yi feda edebilir mi? Etmesi için ortada herhangi bir ciddi ve mantıklı neden var mıdır?

Tam da tezkere kazası sonrasına denk geldiği halde, yani birçok bakımdan en uygun ortamı bulunduğu halde, ABD’yi yönetenler Ermeni tasarısının Kongre’den geçmesine bu yıl da engel oldular, bunu gündeme bile almadılar. Yahudi lobisi Irak sorunundaki tutumundan dolayı Türkiye’ye karşı tavır alacak dediler, almadığını gördük; tersine, lobinin Kongre ve Temsilciler Meclisi’ndeki tüm mensupları Türkiye’yi savundular. Bu son derece anlaşılır bir durum; zira Türkiye, bölgede ABD’nin olduğu kadar İsrail’in de en iyi müttefiki ve stratejik çerçevede onlara fazlasıyla lazım bir ülke. Ecevit’in “Amerika Ortadoğu’yu Türkiye’ye rağmen yönetemez” sözlerine daha önce de işaret etmiştim. Bizim gibi bir jandarmaya dayanmadıkça, bizim topraklarımızı kullanmadıkça, bizim ordumuzun hizmetinden yararlanmadıkça, siz kendi güçlerinizle burada bir şey yapamazsınız demek istiyor bu sicilli Amerikan işbirlikçisi. Böylece Türkiye’nin ABD hesabına tarihsel jandarmalık misyonuna vurgu yapıyor, bunu pazarlıyor, pazarlık öğesi olarak ileri sürüyor.

Ama kendi güçlerine, bu güce dayanarak ve Türkiye halkının desteğini alarak özgürlük ve eşitlik mücadelesi yürütmeye olan tüm inançlarını yitirmiş, tüm ilerici-devrimci değerleri ve kaygıları bir yana bırakmış Kürt burjuva ve küçük-burjuva milliyetçisi, bugün derin bir subjektivizm içinde olup bitene başka bir gözle bakabiliyor.

Özgürlüğü ve eşitliği elde etmenin biricik yolu

Amerika’nın bugünkü yarattığı durumu güneyli sıradan bir Kürt emekçisinin sevinçle karşılamasını ve bundan hareketle ABD’ye sempati duymasını anlamak bir yerde mümkün. Bunu Güney’deki Amerikan işbirlikçilerinin yönlendirmesinden öteye de anlamak mümkün. Ortada uzun onyıllardır ezilen, zulme uğrayan, en temel ulusal haklarından yoksun bırakılan mazlum bir halk var ne de olsa. Dünkü zulmün ve ulusal hak gaspının kaynağı olan bir diktatörlük rejiminin yıkılmasını, hele de bu yıkılış kendileri için yeni olanaklar yaratıyor, ya da en azından durum böyle görünüyorsa, sıradan Kürt insanı bunu belli bir sevinçle karşılayabilir, bunu anlamak mümkün. Ama söz konusu olan siyasi partiler/önderliklerse, hele de bunlar hala da solcu geçiniyorlarsa, bu tümüyle farklı bir durum ve sorumluluk çıkarır ortaya. Syasi partiler kitlelerin öncüleridir; onlar günlük gelişmelerin aldatıcılığına kapılmadan toplam durumu görmek, geleceği kestirmek ve bunun ürünü doğru politikalarla kendi dayandıkları kitleleri doğru yönlendirmek zorundadırlar.

Dolayısıyla Güney Kürdistan’daki aşiret mensubu Kürt köylüsünü anlamak belli sınırlar içinde mümkün, ama düne kadar anti-emperyalist, hatta hatta sosyalist geçinen bugünün Amerikancı Kürt partilerini, gruplarını ve sözde aydınlarını hiçbir biçimde anlamak olanağı yoktur. Bu tam da yenilgi ruh halinin onları sürüklediği bir bataktan başka bir şey değildir. Onların bugün dosdoğru ya da lafı dolandırarak söylediklerinin özü şuraya çıkıyor: Bize özgürlüğü verirse Amerika verir, nitekim verecek de!

Dünyanın her yerinde halklar özgürlüğü ve bağımsızlığı direnerek, uzun, soluklu ve büyük bedeller gerektiren mücadelelerle kazandılar. Yenilgi ruhhalinin güçsüz düşürdüğü, en berbat türden bir inançsızlık çukuruna ittiği bugünün Amerikancı Kürt milliyetçileri biz de direndik, büyük bedeller de ödedik, ama alamadık diyecekler. Onlara yanıtımız şudur: Neden yenildiğinize dönün bakın, hatalarınızı değerlendirin ve yüreklice giderin, temelde aynı yolu, emperyalizme ve sömürgeci sisteme direnme yolunu izleyerek, ama bu kez Türkiyeli emekçilerle kaderinizi gerçekten birleştiren bir politik hat izleyerek özgürlük ve eşitlik için savaşmaya devam edin. İstediğiniz gerçekten özgürlük, eşitlik ve onurlu bir yaşam ise, bunu elde etmenin başkaca bir olu yok.

Irak petrollerini ele geçirmek, emperyalist rakipler karşısında bir üstünlük kurmak, İsrail’i rahatlatmak için ABD emperyalizmi gelmiş Irak’a müdahale etmiş, size de gün doğmuş, ama bu bir konjonktürden ibaret. Yarın bunun size çıkaracağı faturanın ne olacağı hiç belli değil. Hiçbir güvenceniz yok. Ve siz, bize ancak Amerika özgürlük verebilir, ancak Amerika bizim güvenliğimizi sağlayabilir dediğiniz ölçüde, kendinizi buna endekslediğiniz taktirde, yarın Amerika sizi ortada bıraktığı zaman kendinizi savunacak gücü ve maneviyatı da bulamazsınız. O zaman direneceğiniz varsa bile direnemezsiniz, kolayca yıkılır gidersiniz. Ama kendinizi ona endekslemezseniz, kendi özgücünüze dayanarak ayakta kalmayı denerseniz, hiç değilse bir direnme gücü, kendinizi savunma gücü g¨sterebilirsiniz.

(Devam edecek...)