Bugün 7 Kasım. Herşeye rağmen (ve o herşey yüzünden) insanlığın büyük umudu olmayı sürdüren şanlı Ekim Devriminin 86. yıl dönümü. 7 Kasım, Türkiye işçi sınıfı ve komünistleri için ikinci büyük umudun da yıldönümü aynı zamanda. Ekim kazanımlarının bir bir ortadan kaldırıldığı, karşı devrim dalgasının gemi azıya aldığı bir süreçte Yeni Ekimler umudunun Türkiye topraklarında filiz verdiği, yeniden yeşertildiği tarih.
Tüm yoldaşların, tüm okurların, işçi ve emekçi kardeşlerimizin 7 Kasım(lar)ını en içten dileklerimizle kutluyoruz.
Biz böyle, sınıfsız-sömürüsüz, beysiz-kölesiz yeni bir dünya kurma peşinde koşarken, sömürü düzeninin sahipleri de, biraz daha ayakta kalabilmenin yollarını aramakta. Kimisi bunun, dünyanın en büyük dedikleri en çürük rejimi ABD emperyalizminin köleliğini sürdürmekten geçtiğini vaaz ederken, kimisi de çürümede ABDden hiç de geri kalmayan AB emperyalizmine yamanmaktan geçtiğini iddia ediyor, kurtuluşu efendi değiştirmekte görüyorlar. Kölelik ruhlarına öyle işlemiş ki, özgürlük, bağımsızlık gibi sözcüklerin anlamı hafızalarından tümden silinmiş görünüyor.
AB emperyalistleri ise Türkiyeyi adaylık labirentinde daha çok dolaştıracağa benzer. Son ilerleme raporu yine yenir yutulur cinsten olmayan istek ve eleştirilerle yüklü. Tabii bu, düzen sahipleri cephesinden böyle. AB raporunun demokratik haklara ilişkin eleştirilerine bakıp, onca kanunu boşa mı çıkardık, diyorlar. Ancak, işçi ve emekçi kitleler de ülkede yaşananlara bakıp, onca kanunun gerçekten boşa çıkarılmış olduğunu görüyor. Düzen kalemlerinin, uzmanlarının, yetkililerinin, raporu tartışıp haksızlığa uğradıkları, adaylara eşit davranılmadığı üzerine dil döktükleri günlerde, Buca Cezaevi sübyan koğuşunda isyan çıktı. Yine her zaman olduğu gibi azgın bir şiddetle bastırıldı. Çocuklar üzerindeki işkence ve eziyetin bini bir para. Bedenlerinde darp izinin bulunmadığı tırnak kadar alan kalmadı&curen;ı söyleniyor.
5 Kasım sağlıkta eylem günüydü. Daha eylem gerçekleşmeden, açıklanır açıklanmaz devletin ceza tehditleri yağmaya başladı. Sağlık emekçileri bu tehditlere pabuç bırakmadı, eylemi gerçekleştirdi. Bu kez hükümetin başı, akıl almaz lümpenlikte ifadelerle saldırdı sağlık emekçilerine. Onları bu derece öfkelendiren, çileden çıkaran, sağlık emekçilerinin ekonomik-demokratik hak talepleri değildi tek başına. Kendi mesleki alanlarıyla sınırlı taleplerle çıksalar bu derece öfkelendirmeyeceklerdi belki devletlileri. Ama onlar kendi özlük haklarının yanı sıra toplumun bir yarasına neşter atmışlardı. Herkese parasız, eşit sağlık hizmeti (sadece Ekim Devriminin Sovyet halklarına sağladığı bu temel hakkı) şiarını da yükseltiyorlardı. Bu nedenledir ki, kimi medya organlarının mağdur edildikleri, perişan olduklarını propaanda etmeye çalıştıkları hastalar (hastanelerin müşterileri), sağlık eylemine destek verdiklerini açıklıyorlardı.
6 Kasım üniversite gençliğinin eylem günüydü. Kuruluşunun 22. yılında YÖK, bu kez ABD jandarmalığı ile birlikte protesto edilecekti. Gençler, Irakta jandarma, üniversitede müşteri olmayacağız! diyorlardı. Her yıl olduğu gibi bu 6 Kasımda da gençlerin sesi azgın bir devlet terörüyle bastırılmaya çalışıldı. Hükümetin YÖK tasarısı karşısında demokrasi havarisi kesilmeye kalkan üniversite yönetimleri, Çankaya Köşkü vb., gerçek bir demokratik hareketle karşılaştıklarında asıl gerici-faşist kimliklerini ortaya koymakta gecikmiyorlar. Bu da hükümetle kavgalarının gerçekte demokrasiyle falan ilgisi bulunmadığını, çıkar ve koltuk kavgasından ibaret olduğunu ortaya koyuyor.
AB raporundaki eleştirilerse, hiç kuşkusuz, bu emperyalist kampın gerçek demokratik hareketleri desteklediğini göstermiyor. Sağlıkta ve tüm kamu hizmetlerinde özelleştirme Avrupa devletlerinin de uyguladığı, uygulamaya çalıştığı, bu yüzden işçi ve emekçi kitlelerle kapıştığı konuların başında geliyor.
Dolayısıyla, demokratik hak ve özgürlüklere kavuşmanın yolu onları elde etmek için mücadele vermekten geçiyor.