8 Kasım'03
Sayı: 2003 (07)


  Kızıl Bayrak'tan
  Hükümetin 1 yıllık icraatı ve 80. yılında tükenmiş bir cumhuriyet
  Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısı...
  Erdoğan'ın "sosyal devlet" yalanları ve gerçekler...
  5 Kasım iş bırakma eylemine yaygın ve coşkulu katılım...
  5 Kasım iş bırakma eylemleri...
  6 Kasım'da gençlik alanlardaydı...
  6 Kasım: Ankara sokaklarında militan direniş!
  6 Kasım eylemlerinden...
  Filistin direnişi siyonizmi çöküşe sürüklüyor!
  Şam'da yapılan "komşular toplantısı"nda emperyalist işgal meşrulaştırıldı...
  Irak halkının haklı ve onurlu direnişi emperyalist zorbaları sıkıştırıyor!
  İşçi ve emekçi eylemlerinden...
  Dünya, Türkiye ve sol hareket/4
  Devrimci çizgiden Amerikan işbirlikçiliğine...
  Şan olsun Yeni Ekimler'in Partisi'ne!
  Sermaye iktidarının "demokratikleşme" aldatmacası
  Yeni Ekimler'in Partisi'ni güçlendirelim...
  Geceye gönderilen mesajlardan...
  TKİP Yurdışı Örgütü adına gecede yapılan konuşma...
  Parti gecesine gelen mesajlardan...
  Berlin'de 100 bini aşkın işçi ve emekçi haykırdı... "Mücadeleyi paylaşmayan yenilgiyi paylaşır!"
  Rus petrol tekeli Lukos'a yönelik operasyonun perde arkası
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısı...

Devlet “küçülüyor”!
Baskı, işkence, yolsuzluk ve soygun büyüyor!

Uzun süre kamuoyundan saklanan Kamu Yönetimi Reformu Yasa Tasarısı geçtiğimiz hafta içinde Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin ve Başbakanlık Müsteşarı ve reformun mimarı Ömer Dinçer tarafından bir basın toplantısı ile tanıtıldı.

Devlet tarafından büyük bir reform olarak sunulan tasarının içeriğine çeşitli vesilelerle değindiğimiz için, burada hükümet yetkilileri ve burjuva medya tarafından “devletin küçülmesi” olarak öne çıkarılan söylemin aldatıcılığını ele alacağız.

Tasarıyı basına tanıtan Dinçer, devletin hantallığını şu şekilde tanımladı, “Türk kamu bürokrasisi obezite (şişmanlık) hastalığına yakalanmış. Hayatını sürdürmektedir, nefes almaktadır. Ancak iş üretecek yapıda değildir”. Ancak tasarı, sayısı 2 milyon 600 civarında olan kamu çalışanının yaklaşık 400-500 binini oluşturan bakan, milletvekili vb. yakını bürokratı tasfiye etmeyi amaçlamıyor. Tasarıyla tasfiyesi amaçlananlar, sağlık, eğitim, ulaşım, enerji, tarım ve köy hizmetleri vb. bünyesinde yürütülen kamu hizmetleri ile bu sektörde hizmet üreten yaklaşık 2 milyon kamu emekçisidir.

Devletin sırtında yük olarak gördüğü de zaten bu torpilli kesim değildir. Hizmet üreten kamu emekçilerinin kazanılmış sosyal, ekonomik, özlük ve demokratik haklarıdır. Devlet öncelikle bu yükten kurtulmayı planlıyor. Daha sonra eğitim ve sağlık başta olmak üzere temel kamu hizmetlerini ve sosyal güvenlik kurumlarını piyasaya açarak alınıp satılan bir metaya dönüştürmek istiyor.

Tasarıya bakıldığında, devlet yargı, istihbarat, maliye, hazine, dış ticaret, gümrük, diyanet vb.’den elini çekmediği gibi daha da “hızlı”, “profesyonel”, “müdahaleci”, “vurucu”, “soyucu”, “dokunulmaz” vb. birimler olarak yeniden tahkim ediyor. Yani devlet “sosyal” olarak tanımlanan alanlardan elini çekerek küçülürken, asli görevi olan soygunculukta, yolsuzlukta, işkence ve baskıda, insanları fişlemede ve devlet teröründe yüzde yüz büyüyor, dokunulmazlığı perçinleniyor. Devletin tüm mali ve teknik kaynakları bu birimlere aktarılıyor. İnsan hak ve özgürlüklerine yönelik bu saldırının adı da “insan hak ve özgürlüklerini esas alan bir kamu yönetiminin oluşturulması” oluyor!

Devletin asli görevini yürüten kurum ve kuruluşlar olarak tanımlanan Cumhurbaşkanlığı, TBMM, Milli Savunma Bakanlığı, Türk Silahlı Kuvvetleri, MGK, MİT, Dışişleri Bakanlığı ile ilişkili kuruluşlar hiyerarşik kademe ve unvanlara ilişkin hükümlere de tabi olmayacaklar. Bunlar kuruluş kanunları ile düzenlenecek.

Merkezden yerele, yerelden özele...

Tasarıda devletin baskı, soygun, zor ve şiddet aygıtları dışındaki temel kamu hizmetleri valilik, kaymakamlıklar ve özel idarelere devredilirken, mahalli idarelere, yetki, görev ve sorumluluklarıyla orantılı gelir sağlanacağı belirtiliyor. Mahalli idarelere genel bütçe vergi gelirleri tahsilatından pay ayrılması öngörülüyor.

Halihazırda devlet bütçeden sağlık, eğitim ve sosyal güvenliğe ayırdığı payı sürekli kısarken, belediyelerin yürüttüğü birçok hizmet taşeron şirketler eliyle yürütülürken, çalışanların ücretleri dahi aylarca ödenmezken, yerel idareler gelir ve giderlerini nasıl sağlayacak?

Tasarıda bunlar da belirtiliyor, merkezi ve mahalli idarelerin yetkili organlarının kararı ile uygun görülen hizmetler üniversitelere, noterlere, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına, özel sektöre ve alanında uzmanlaşmış sivil toplum örgütlerine gördürülebilir deniliyor. Yani mahalli idareler yürütemedikleri hizmetleri özel şirketlerden satın alacaklar.

Yasa tasarısı tanıtılırken öne çıkarılan bir başka madde de “halk denetçisi” kavramı ile yolsuzluğun önleneceği oldu. Denetleme kurullarının varlığına rağmen meclis komisyonunun hazırladığı 1200 sayfalık bir yolsuzluk raporu ortadayken, yasa tasarısı ile denetleyici kurumlar kaldırılıyor, hükümetle birlikte görev süreleri sona erecek kadrolu bürokratlar yaratılıyor. Hükümetin görev süresi sona erince bu bürokratlar diğer kamu kurumlarında başka bir görevle bürokratlıklarına devam ediyorlar. Özcesi devletin hantallığına gerekçe gösterilen bürokratik işleyiş yasayla korunduğu gibi, partizanlık ve kadrolaşma meşrulaştırılıyor.

Yasa tasarısı ile yolsuzluğu, soygunu ve devlet terörünü yeniden tahkim eden sermaye diktatörlüğü, sanki bu ülkede gerçek bir demokrasi varmış gibi tasarıyla her ilde, mahalli idareler ve bunlara bağlı kuruluşlar ile bu idareler tarafından kurulan birlik ve işletmelerin, gerçek ve tüzel kişilerle ilgili işlem ve eylemlerinin hukuka uygunluğunu değerlendirmek, aralarındaki anlaşmazlıkların çözümüne yardımcı olmak üzere herkes tarafından sevilen bir “halk denetçisi” seçileceğini ifade ediyor.

Devletin tüm organları bir avuç sömürücünün sınıfsal çıkarlarına göre düzenlenmiştir. Devletin polisi, yargısı, maliyesi, meclisi, ordusu vb. tüm kurumları işbirlikçi sermaye sınıfının ihtiyaçlarını korumakta, kollamakta ve gözetmektedir. Hal böyle iken sözü edilen “halk denetçisi” yolsuzlukları denetlemek değil, olsa olsa merkezi olarak düzenlemek görevini yerine getirecektir.

Kamu Personel Reformu ve
Kamu Yönetimi Reformu Yasa Tasarısı

Kamu Yönetimi Reformu Yasa Tasarısı ile eğitim ve sağlık hizmetleri, en geç beş yıl içerisinde il özel idarelerine devredilecek. Okullar, araç, gereç, taşınır ve taşınmaz mallar, eğitim hastaneleri hariç hastaneler ve tüm sağlık kurumları ile hastanelerin araç, gereç, taşınır ve taşınmaz mallarının devri kademeli olarak gerçekleştirilecek.

Taşınır ve taşınmaz malları ile okullar, hastane ve kamuya bağlı sağlık kurumları bir yıl içinde yerel yönetimlere devrediliyor. Bu sektörlerde hizmet üreten kamu emekçileri ise beş yıl içinde bir kısmı zorunlu emeklilik, işten atma vb. yollarla tasfiye edildikten sonra sözleşmeli personel olarak görevlerine devam edecekler. Tasarıda mahalli idarelere devredilecek olan bölge müdürlükleri veya il müdürlüklerinde çalışan personelin kadrolarıyla birlikte il özel idarelerine veya belediyelere devredileceği öngörülüyor. Ancak bu konudaki uygulama ilkeleri henüz kesinleşmedi. Bu konular, daha sonra çıkacak kamu personel yasasıyla netlik kazanacak.

Tasarıya göre detayları Kamu Personel Reformu ile belirlenecek olan “memur alımı ve yükselme” şartları şu şekilde ifade ediliyor; memurlar ve diğer kamu görevlilerinin işe alınmaları ve görevde yükselmeleri, ehliyete dayalı seçme sınavı ve liyakat esasına göre yapılacak. Tam zamanlı veya kısmi zamanlı çalışan diğer kamu görevlileri ve işçiler kadro esasına dayalı olmaksızın, sözleşmeye dayalı olarak istihdam edilecek. Elbette buna performansa bağlı ücretlendirme sistemini de eklemek gerekiyor.

Kamu Personel Reformu’na göre bürokratlar “devlet memuru” statüsüyle tanımlanırken, işgüvenceleri ve sosyal hakları olduğu gibi korunuyor. Ancak kamu hizmetlerinin yürütülmesinde memurlara (bürokrasiye) katkıda bulunan veya memurlarla işbirliği içerisinde çalışan personel “diğer kamu görevlisi” olarak kabul ediliyor. Yani 2 milyon kamu emekçisinin sözleşmeli statüde istihdam edilmeleri, tam zamanlı ya da kısmi zamanlı olarak çalıştırılabilmeleri ve toplu görüşme kapsamında bulunmaları öngörülüyor.

Sözleşmeli personel uygulamasıyla ise ortada işgüvencesi ve örgütlülük adına hiçbir şey kalmıyor. Tam ya da kısmi zamanlı çalışma ile çalışma yaşamı “esnek” hale getiriliyor, ücretler düşürülüyor. En çok iş en hızlı sürede en az personele ve en düşük ücretle yaptırılmak isteniyor. Kamu Personel Reformu ile de bu kölelik ilişkisi düzenlenecek.

Kamu Personel Reformu ile rekabet,
yalakalık ve kölelik yasal hale getiriliyor

Kamu Personel Reformu taslağına göre, kamu görevlileri sicil açısından “yetersiz”den “pek iyi”ye kadar 5 kategoride değerlendirilecek. Neye göre “yetersiz” ya da “pek iyi” olduğunu ise devlet memuru olan amirler belirleyecek. Bir kişinin istek ve talepleri, keyfi uygulamaları ve verdiği cezalar ile milyonlarca emekçi her an işten atılma tehdidi ile karşı karşıya kalacak. Çünkü Personel Reformu taslağına göre, iki defa üstüste olumsuz sicil alan memurlar hakkında emeklilik hükümleri uygulanacak. Memurlar için 657 sayılı kanunda öngörülen disiplin cezaları korunurken, memurluktan çıkarma cezası verilmesi gereken durumlarda ise kamu görevlisinin sözleşmesi feshedilecek ve bu personel bir daha memur ya da diğer kamu görevlisi olarak istihdam edilmeyecek. Kamu emekçileri yetersiz ve anti-demokratik de olsa 657nin sağladığı bir takım haklardan ve işgüvencesinden artık yararlanamazken, daha ağır cezai yaptırımlardan “yararlanabilecek”!

Yasa tasarısı ile görevde yükselme “amire yalakalığa”, ücretin artışı “performansa”, haksızlıklara göz yummak ve hak aramamak “ödüllendirilen” bir davranışa indirgeniyor. Bu uygulama ile emekçiler sessiz bir köle gibi itaatkâr oldukları sürece işten atılmayacaklar ve sözleşmeleri yenilenecek. Köle gibi çalıştıkları sürece ücretlerini yükseltebilecekler.

Yasa tasarısı ile emekçilere “pişmanlık ve teslimiyet” dayatılıyor. Tasarıya göre bir derece hafif ceza uygulaması için emekçinin “iyi hal”ine bakılacak. Ancak bunun için de son 3 yılın sicil değerlendirmelerinin “iyi” ya da “pek iyi” olması gerekiyor. Eğer bir personel ola ki kazara “ücretim düşük”, “sosyal hakkım yok” vb. dediyse ve bundan pişman olmuşsa ve son 3 yıllık sicili “iyi ya da pek iyi” ise personel hakkında bir derece hafif ceza uygulanması ilkesi benimseniyor.

Kölelik yasalarına karşı genel grev-genel direniş!

Söz konusu yasalar kamu sektöründe çalışan milyonlarca emekçiye kölelik koşullarını dayatıyor. Kamu hizmetlerinden faydalanan milyonlarca emekçiyi de “müşteriye” çeviriyor. Böylece hizmet üreten kamu emekçileri ile bu hizmetten faydalanan emekçi halk kesimleri arasında dolaysız bir çıkar ve eylem birliğinin önkoşulu sağlanmış oluyor.

Ancak bu noktada yaşanan temel sorun ve tıkanıklık geniş kesimleri harekete geçirecek bir örgütlülüğün ve devrimci bir önderliğin yaratılamaması. Kamu emekçilerinin en bilinçli kesimi KESK’te örgütlenmiş durumda. Ancak KESK yönetimine hakim reformist anlayışlar bırakalım mücadele örgütlemeyi, artık saldırıları protesto etmekte dahi aciz kalıyor. Önceleri kamu emekçilerini doğrudan ilgilendiren saldırı yasaları gündeme geldiğinde en azından onbinlerle Ankara’ya gidilir, arkası gelmese de hükümete gözdağı verilirdi. Oysa kamu yönetimi yasa tasarısı ‘90 yılından bu yana sermaye hükümetlerinin gündeminde olmasına ve meclise sunulmasına rağmen, KESK Genel Başkanı’nın yaptığı birkaç açıklamanın dışında geniş emekçi yığınlar ne yasa hakkında bilgilendirilmiş ne de harekete geçirilmeküzere hazırlık yapılmış durumdadır.

Yöneticilerinin satın alınması, fiili-meşru mücadele hattının sahte yasalara teslim edilmesi vb. yollarla sendikalar bugün felce uğratılmış durumdadır. Böyle olunca sınıfa ihanette ortaklaşan sendika yönetimlerinden harekete geçmesini, hak alıcı fiili-meşru eylemler örgütlemesini beklemek boş bir hayaldir. Yapılması gereken tabandaki öncü işçi ve emekçilerin devrimci bir mücadele programı etrafında biraraya gelerek bilgilendirme, bilinçlendirme ve fiili eylemlere geçme sürecini genel grev-genel direniş şiarına bağlayacak tarzda örmesi ve örgütlemesidir.



Başbakan niye rahat ve huzurlu?

Başbakan Erdoğan, 30 Ekim’deki ulusa seslenişinde, kendini “rahat ve huzurlu” hissettiğini söyledi. Ülkenin ve halkın durumu ortadayken bu sözleri duyanlar hiç kuşkusuz başbakanın nasıl “rahat ve huzur” bulduğunu merak etmişlerdir. İşsizlik ve açlığın halkı canından bezdirdiği, yolsuzluğun boydan aştığı, işkence ve terörün kol gezdiği bir ülkenin başbakanı, nasıl oluyor da rahat ve huzur içinde olabiliyor?

Gerçi o rahat ve huzurunun gerekçesi olarak hükümetinin bir yıllık icraatında halka verdiği sözleri tutmuş olmasını öne sürüyor; ama küçük bir söz oyunuyla, aslında, gerçek sebebi hem söylemiş hem de gizlemiş oluyor. İfadesindeki “halk” sözünü çıkarıp, yerine İMF, ABD, emperyalistler, kapitalistler dizisini ekleyin, başbakanın gerçeklerine ulaşırsınız. Rahat ve huzur sebebini de anlarsınız.

Tayyip Erdoğan hükümeti, gerçekten de, bu çevrelere verdiği sözleri büyük oranda yerine getirmiş bulunmakta, kalanları gerçekleştirmek için de olağanüstü bir gayret sergilemektedir. En başta, daha seçimlerden önce netleşmiş olan ve seçime katılıp iktidara talip olan her partinin peşinen kabul etmiş sayıldığı, “Türkiye’yi ABD’nin savaş atına koşma” görevi esasta yerine getirilmiştir. Hükümet görevini yapmış, konuya ilişkin iç hukuku aşmıştır. Kendilerinin de ifade ettiği gibi, artık gerisi ABD’ye kalmıştır. Tezkere çıkarılıp ABD’nin cebine konulmuş, ordudaki gerekli tüm hazırlıklar tamamlanmış, “gel” dendiği anda gidecek duruma getirilmiştir. Dolayısıyla, bu ilk ve esas görev konusunda Tayyip Bey, kendi cephesinden huzurunu kaçıracak bir pürüz bırakmamıştır.

Tayyip Bey’i rahatlatan ikinci temel konu, İMF ile ilişkilerde alınan mesafedir. Nitekim, gerek açılan krediler, gerekse teftişlerde gelişen diyaloglar ve kredilendirme notlarındaki düzelmeler bu emperyalist kurumla ilişkilerin epeyce bir düzelme kaydettiğini göstermektedir. Bu düzelmenin kendisi ise, İMF’nin istemlerinin büyük oranda yerine getirildiğinin göstergesidir. Nedir İMF’nin temel istemleri? Devlet mallarının tek iğne kalmamacasına satılması, memur sayısının üçte iki oranında azaltılması, devletin elindeki işler devredilmek suretiyle “devletin küçültülmesi”, emperyalist sermayenin önündeki tüm hukuki/bürokratik engellerin ortadan kaldırılması, iç hukukun emperyalist hukuka bağlanması (tahkim), İMF’ye olan borçların aksatılmadan ödenmesi. Ve ABD’nin her türlü isteminin ikiletmeden yerine getirilmesi… Bu sayılanarın tümünde ve daha sayamadıklarımızda, hükümetin, son derece “başarılı” bir icraat içinde olduğu açıktır. Kimi burjuva “uzman”lar, “bu borçlarla eli mahkum, İMF’nin isteklerine boyun eğilecek” gibi yorumlarda bulunsa da, iş başındaki hükümet, hiç de öyle “eli mahkum” bir tutum ve tavır göstermemektedir. Emperyalist istem ve dayatmalara ne kadar gönüllü ve istekli koulduğuna, sadece Irak’a asker istemi karşısındaki tutum ve özelleştirmeler konusunda sarfedilen (babam gelse satarım!) sözler yeterli kanıttır. Başbakanı rahatlatan biraz da görevlendirdiği elemanlarındaki bu gönüllü uşaklık arsızlığıdır. Gerçekten de başbakan, 2. tezkere sıkıntısı dışında “gönüllü hizmet” konusunda bir pürüzle karşılaşmış değildir.

Sadece kendi adamları değil, başbakan ve hükümeti, bir yıllık icraatı boyunca işçi sınıfı ve emekçi kitleler cephesinde de ciddi bir problem yaşamış değildir. Yapılanların tümü, emekçilerin çöküşünü hızlandırmaya yönelik olmasına rağmen hükümetin karşısına dikilip, hayır, yapamazsın izin vermeyiz diyen çıkmamış/çıkamamıştır. Birkaç fabrika işçilerinin itirazı dışında, ki bu itiraz da satışı engellemeye yetecek düzeyden hep yoksun oldu, hiçbir pürüz çıkmadan özelleştirmeler sürdürülmüş ve sürdürülmektedir. Kamuda ücret zamları İMF’nin belirlediği sınırlarda açıklanmış olmasına rağmen hükümetin huzurunu kaçırabilecek tek bir itiraz gelmiş değildir. Sendikaların sözlü itirazlarının huzur bozmaya yeterli olmadığı ortadadır. Şimdi, yeni personel asası yürürlüğe konmak üzere olmasına ve bu yasa ile devlet memurlarının nerdeyse yarısı işini kaybedecek olmasına rağmen yine huzur kaçıracak tek bir itiraz duyulmamaktadır.

Kısacası; hem emperyalistlere ve işbirlikçi kapitalistlere verdiği sözleri yerine getirmiş, hem de bu icraatına rağmen ciddi tek bir problemle karşılaşmamış olan bir hükümet “rahat ve huzur” içinde olmasın da ne yapsın? Burjuvalar ve temsilcileri ile işçi sınıfı ve emekçi kitleler arasındaki denklemde, rahat ve huzur ters orantılı olarak işler. Biri ne kadar rahatsa karşı taraf o kadar rahatsız ve bir taraf ne kadar huzurluysa karşı taraf o derece huzursuzdur.

Başbakanın ve temsil ettiği sınıfın rahat ve huzuru, ancak, işçi sınıfı ve emekçiler rahat ve huzura kavuşmaya başladığında bozulabilecektir.