8 Kasım'03
Sayı: 2003 (07)


  Kızıl Bayrak'tan
  Hükümetin 1 yıllık icraatı ve 80. yılında tükenmiş bir cumhuriyet
  Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısı...
  Erdoğan'ın "sosyal devlet" yalanları ve gerçekler...
  5 Kasım iş bırakma eylemine yaygın ve coşkulu katılım...
  5 Kasım iş bırakma eylemleri...
  6 Kasım'da gençlik alanlardaydı...
  6 Kasım: Ankara sokaklarında militan direniş!
  6 Kasım eylemlerinden...
  Filistin direnişi siyonizmi çöküşe sürüklüyor!
  Şam'da yapılan "komşular toplantısı"nda emperyalist işgal meşrulaştırıldı...
  Irak halkının haklı ve onurlu direnişi emperyalist zorbaları sıkıştırıyor!
  İşçi ve emekçi eylemlerinden...
  Dünya, Türkiye ve sol hareket/4
  Devrimci çizgiden Amerikan işbirlikçiliğine...
  Şan olsun Yeni Ekimler'in Partisi'ne!
  Sermaye iktidarının "demokratikleşme" aldatmacası
  Yeni Ekimler'in Partisi'ni güçlendirelim...
  Geceye gönderilen mesajlardan...
  TKİP Yurdışı Örgütü adına gecede yapılan konuşma...
  Parti gecesine gelen mesajlardan...
  Berlin'de 100 bini aşkın işçi ve emekçi haykırdı... "Mücadeleyi paylaşmayan yenilgiyi paylaşır!"
  Rus petrol tekeli Lukos'a yönelik operasyonun perde arkası
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Devrimci çizgiden
Amerikan işbirlikçiliğine...

H. Fırat

Birbirine komşu dört ülke tarafından tarihsel olarak parçalanmış bulunan Kürdistan’ın her bir parçasındaki Kürt hareketinin kendine özgü bir tarihsel gelişme dinamiği ve seyri olmuştur. Türkiye ve Irak Kürdistanı’ndaki Kürt hareketlerinin kısaca karşılaştırılması bu açıdan açıklayıcı olacaktır.

Irak’ta 1958’deki darbeyle kralın devrilmesi, Irak’ın Bağdat Paktı’ndan çekilmesi ve ardından Baascı rejimin kurulmasıyla birlikte, bu ülke emperyalizmin denetiminden uzaklaşarak adım adım Sovyetler Birliği’nin etkisi altına girdi. Bu durum zaman içerisinde Kürt hareketinin Amerikan emperyalizmi tarafından gerektiğinde kendi amaçları doğrultusunda kullanılabilmesinin de tarihsel zeminini yarattı.

Irak Kürtleri ABD tarafından bu tür bir kullanılışın iki tarihsel örneğini yaşadılar ve bunun ağır bedellerini ödediler. İlki ‘70’li yılların başında ve baba Barzani döneminde yaşandı. CİA ve Şah rejiminin ortak çabasıyla baba Barzani Baascı Irak rejimine karşı yıllarca kullanıldı. Fakat İran ile Irak arasında 1975’de gerçekleşen Cezayir Antlaşması’nın ardından Irak Kürtleri bunun faturasını ağır bir biçimde ödediler. Benzer bir durum 1991 Körfez Savaşı sırasında yaşandı. Bu kez sahnede oğul Barzani ile Talabani vardı. ABD tarafından ayaklanmaya kışkırtılan Irak Kürtleri, ardından ortada bırakıldılar ve böylece yeni bir felaketle yüzyüze kaldılar.

Yinelenen bu acılı deneyimlere rağmen Irak Kürtleri arasında Amerikancılık Körfez Savaşı’nın ardından zayıflamak bir yana daha da güçlendi. Bu nedensiz de değildi. Kuzeyde ve güneyde Irak için uçuşa yasak bölgeler yaratan Amerikan emperyalizmi, böylece Güney Kürtleri’ne kendi vesayeti altında bir koruma bölgesi yaratmış oldu. Bu amaç çerçevesinde savaşın ardından Türkiye’de üslenen Çekiç Güç’le korunan Irak Kürt bölgesinde giderek bir özerk yönetim örgütlendi ve bu zamanla bir Kürt devleti oluşumuna doğru evrildi. Herşeyiyle ABD’ye bağımlı olan ve bundan dolayı da “kukla devlet” nitelemesine hak kazanan bu oluşum, Irak Kürtleri arasında zaten tarihsel bir temele sahip olan Amerikancılığa yeni bir güç kazandırdı. Baba Barzani döneminde Sovyetler’e yakın bir ¸izgide olan ve hatta hatta “sosyalist” olmak iddiası bile taşıyan Talabani’nin KYB’si de oğul Barzani döneminde, daha kesin olarak da Körfez Savaşı döneminde, artık tümüyle Amerikancı bir çizgiye kaydı. Böylece Irak’taki büyük Kürt hareketleri kendi aralarında sorunlar yaşamayı sürdürseler de Amerikancı çizgide birleştiler.

Aynı tarihi dönemde, Türkiye’deki Kürt hareketi tümüyle farklı bir çizgide gelişiyordu. ‘60’lı yıllar Türkiye’sinde, genel sosyal uyanışa ve dünya ölçüsünde yükselen devrimci dalgaya paralel olarak, yeni sosyal-siyasal temeller üzerinde kendini bulan bir Kürt hareketi çıktı ortaya. Bu hareket alt sınıflara dayanıyor ve sosyalizm iddiası taşıyordu. Anti-emperyalist bir çizgideydi ve Amerikan emperyalizmine karşı Türkiye çapında yükselen mücadelenin bir parçasıydı.

Irak Kürt hareketiyle bu farklılık, bu öznel etkenlerin yanı sıra, Türkiye’nin nesnel tarihsel-toplumsal durumuyla da yakından bağlantılıydı. Türkiye bir NATO üyesiydi ve ülkede Amerikan işbirlikçisi bir rejim egemendi. İşbirlikçi rejimin gerisindeki emperyalizm, Kürtler üzerindeki köleci egemenliğin dış dayanağını oluşturmaktaydı. Kürt mülk sahibi sınıflar ise, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki isyanların bastırılmasının ardından önce yıldırılmış, sonra da düzene eklemlenmişlerdi. Tüm siyasal temsilcileri devlet yanlısı ve emperyalizmin işbirlikçileriydi. Kürtlerin özgürlük ve eşitlik davası artık onları hiçbir biçimde ilgilendirmiyordu.

Bu tarihi-toplumsal durum, ‘90’lı yılların başına kadar, genellikle alt sınıflardan gelen ve onlara dayanan Türkiye’deki Kürt akımlarının büyük bir bölümüyle ilerici, devrimci, anti-emperyalist ve sosyalist nitelikte ya da iddiada olmasını da kolayca açıklamaktadır.

‘90’ların başında değişen ise Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki yıkılışlar, devrim ve sosyalizm mücadelelerinin dibe vurması, tersinden ise Körfez Savaşı sonrasında ABD himayesinde Irak Kürdistanı’nda ortaya çıkan özel durum oldu. Bu gelişmeler daha o zamandan Kürt reformist akımları arasında anti-emperyalist tutum ve duyarlılığı hızla erozyona uğratarak, bugün gelinen yerde açıktan ABD savunuculuğu yapmaya varan teslimiyetçi ve işbirlikçi çizgiyi üretti. Kürt özgürlük mücadelesinin etkisi ve basıncı altında ulusal anlamda politize olan, fakat kendi güç ve etkisini hareketi geriye, düzen içi sınırlara çekmek doğrultusunda kullanmakta gecikmeyen Kürt mülk sahibi sınıfların özel ağırlığı ve çabası ise bunu ayrıca kolaylaştırdı.

Yine de ‘90’lı yılların özellikle ilk yarısında, bu gelişmenin hızını kesen temel önemde bir etken vardı. Bu, PKK önderliğinde önemli bir güç kazanan ulusal özgürlük mücadelesinin karşı durulamayan etkisiydi. Bunu, o günkü durumun olduğu kadar bugün varılan ibret verici noktanın anlaşılması bakımından da son derece açıklayıcı olan bir olay üzerinden örnekleyelim. Abdullah Öcalan, Temmuz ‘92 tarihinde, eski solcu Talabani’nin kendisine gönderdiği önemli bir mektubu kamuoyuna açıkladı (Yeni Ülke, sayı: 31, 26 Temmuz-1 Ağustos 1992). Söz konusu mektubunda Talabani, Öcalan’a tehdit dolu ifadelerle şunları yazıyordu: “Devrimler dönemi bitmiştir, silahlı direnme dönemi bitmiştir, artık tarihe karışmıştır. Yeni dünya düzeni siyasi görüşmeler yoluyla, ABD’nin himayesinde, serbest piyasaya dayalı, burjuva deokrasiler sistemi hakim tek nizamdır. Sizin de bunu kabul etmekten başka bir çareniz yoktur.”

O zaman Talabani’nin bu tehditkar ve dayatmacı tavsiyelerini ihanet olarak niteleyen ve kamuoyu önünde teşhir eden Öcalan, şimdi “demokratik uygarlık projesi” ambalajıyla sarmalayarak bu aynı ihaneti Türkiye Kürtleri’ne bir program olarak sunacak noktaya gelmiştir. Bu, Türkiye’deki Kürt hareketinin kendi tarihsel kimliğini ve birikimini tümden red ve inkar ederek vardığı noktadır aynı zamanda. Bu nedenledir ki, bugün artık KADEK adını almış bulunan PKK, ABD’nin Irak’a müdahalesini desteklemektedir. Türk devletine benzer bir biçimde Filistin direnişiyle siyonist saldırganlığa eşit mesafede durmakta, sonuçta nesnel olarak siyonist saldırganlığa destek olmaktadır.

PKK’daki kimlik değişiminden beri Türkiye’deki Kürt hareketi, artık her türlü anti-emperyalist tutum ve duyarlılığı bir yana bırakarak Amerikancı ve AB’ci çizgide birleşmiş durumdadır. Bu, Türkiye’deki Kürt hareketinde köklü bir tutum ve kimlik değişimidir. Bu tutumu hazırlayan ise, devrim ve sosyalizm mücadelesindeki genel gerilemenin yanı sıra, daha da belirleyici olarak, ABD emperyalizminin kendi Ortadoğu politika ve planları çerçevesinde Kürtlere kendi tam denetiminde bir siyasal varlık alanı açma çabasıdır. ABD’nin bu çabası siyonist İsrail’in çoktandır izlediği çizgiyle de örtüşmektedir. İsrail için bu, bünyesinde Kürt sorununu barındıran Arap ya da İran türünden İslam devletlerini parçalayıp güçten düşürmenin temel önemde bir olanağı ve yoludur. Bu niyet ve esapları tüm açıklığı ile ortaya koyan gizli belgeler bugün artık gözler önündedir.

Dünya ölçüsünde ve özellikle de bugünün Türkiye’sinde sosyal mücadelenin ve dolayısıyla devrimci hareketin zayıflığı, Kürt akımlarının emperyalizmin ve siyonizmin tuzağına düşmelerine ve aleti haline gelmelerine uygun bir zemin oluşturmaktadır. Bu zeminin dışında kalanlar, tarihsel ve sınıfsal bir bilinçle hareket etmeyi başararak soluklu davranabilenlerdir. Yazık ki bunlar halihazırda çok küçük bir azınlığı oluşturmaktadırlar. Fakat geleceği onlar temsil etmektedirler. Emperyalizmle iş ve kader birliği, hiçbir yerde halklara özgürlük ve bağımsızlık getirmemiş, fakat istisnasız her yerde onları yeni biçimler içinde ağır ve utanç verici bir kölelikle yüzyüze bırakmıştır. Kürt hareketinin kendi yakın geçmişinde ise bu tutum, kitlesel acı ve yıkımlara yolaçan ağır felaketlerle sonu&cceil;lanmıştır. Bugün tüm umutlarını emperyalizme bağlayanlar daha düne kadar bütün bunları biliyorlardı, bugün ise bunları modası geçmiş lakırdı sayıyorlar.

Düne kadar Filistin ve Kürt sorunlarını Ortadoğu’nun temel önemde iki devrimci dinamiği olarak tanımlamak olağandı. Ortaya koyduğumuz nedenlerden dolayı bunu Kürt sorunu için ileri sürmek artık eskisi kadar kolay değildir. Tam tersine, Kürt sorunu, Ortadoğu’nun karmaşık ilişki ve dengeleri içinde, emperyalizm tarafından kolayca istismar edilebilir bir sorun haline gelmiştir. Güney Kürdistan’ın ardından Kuzey Kürdistan’da da güçlü bir Amerikancılığın ortaya çıkması bunun böyle olduğunu somut olarak göstermektedir.

(...)

(Emperyalizmin Kıskacında Ortadoğu, Nisan 2002
Dünya, Ortadoğu ve Türkiye içinde, s.398-403)