Birbirine komşu dört ülke tarafından tarihsel olarak parçalanmış bulunan Kürdistanın her bir parçasındaki Kürt hareketinin kendine özgü bir tarihsel gelişme dinamiği ve seyri olmuştur. Türkiye ve Irak Kürdistanındaki Kürt hareketlerinin kısaca karşılaştırılması bu açıdan açıklayıcı olacaktır.
Irakta 1958deki darbeyle kralın devrilmesi, Irakın Bağdat Paktından çekilmesi ve ardından Baascı rejimin kurulmasıyla birlikte, bu ülke emperyalizmin denetiminden uzaklaşarak adım adım Sovyetler Birliğinin etkisi altına girdi. Bu durum zaman içerisinde Kürt hareketinin Amerikan emperyalizmi tarafından gerektiğinde kendi amaçları doğrultusunda kullanılabilmesinin de tarihsel zeminini yarattı.
Irak Kürtleri ABD tarafından bu tür bir kullanılışın iki tarihsel örneğini yaşadılar ve bunun ağır bedellerini ödediler. İlki 70li yılların başında ve baba Barzani döneminde yaşandı. CİA ve Şah rejiminin ortak çabasıyla baba Barzani Baascı Irak rejimine karşı yıllarca kullanıldı. Fakat İran ile Irak arasında 1975de gerçekleşen Cezayir Antlaşmasının ardından Irak Kürtleri bunun faturasını ağır bir biçimde ödediler. Benzer bir durum 1991 Körfez Savaşı sırasında yaşandı. Bu kez sahnede oğul Barzani ile Talabani vardı. ABD tarafından ayaklanmaya kışkırtılan Irak Kürtleri, ardından ortada bırakıldılar ve böylece yeni bir felaketle yüzyüze kaldılar.
Yinelenen bu acılı deneyimlere rağmen Irak Kürtleri arasında Amerikancılık Körfez Savaşının ardından zayıflamak bir yana daha da güçlendi. Bu nedensiz de değildi. Kuzeyde ve güneyde Irak için uçuşa yasak bölgeler yaratan Amerikan emperyalizmi, böylece Güney Kürtlerine kendi vesayeti altında bir koruma bölgesi yaratmış oldu. Bu amaç çerçevesinde savaşın ardından Türkiyede üslenen Çekiç Güçle korunan Irak Kürt bölgesinde giderek bir özerk yönetim örgütlendi ve bu zamanla bir Kürt devleti oluşumuna doğru evrildi. Herşeyiyle ABDye bağımlı olan ve bundan dolayı da kukla devlet nitelemesine hak kazanan bu oluşum, Irak Kürtleri arasında zaten tarihsel bir temele sahip olan Amerikancılığa yeni bir güç kazandırdı. Baba Barzani döneminde Sovyetlere yakın bir ¸izgide olan ve hatta hatta sosyalist olmak iddiası bile taşıyan Talabaninin KYBsi de oğul Barzani döneminde, daha kesin olarak da Körfez Savaşı döneminde, artık tümüyle Amerikancı bir çizgiye kaydı. Böylece Iraktaki büyük Kürt hareketleri kendi aralarında sorunlar yaşamayı sürdürseler de Amerikancı çizgide birleştiler.
Aynı tarihi dönemde, Türkiyedeki Kürt hareketi tümüyle farklı bir çizgide gelişiyordu. 60lı yıllar Türkiyesinde, genel sosyal uyanışa ve dünya ölçüsünde yükselen devrimci dalgaya paralel olarak, yeni sosyal-siyasal temeller üzerinde kendini bulan bir Kürt hareketi çıktı ortaya. Bu hareket alt sınıflara dayanıyor ve sosyalizm iddiası taşıyordu. Anti-emperyalist bir çizgideydi ve Amerikan emperyalizmine karşı Türkiye çapında yükselen mücadelenin bir parçasıydı.
Irak Kürt hareketiyle bu farklılık, bu öznel etkenlerin yanı sıra, Türkiyenin nesnel tarihsel-toplumsal durumuyla da yakından bağlantılıydı. Türkiye bir NATO üyesiydi ve ülkede Amerikan işbirlikçisi bir rejim egemendi. İşbirlikçi rejimin gerisindeki emperyalizm, Kürtler üzerindeki köleci egemenliğin dış dayanağını oluşturmaktaydı. Kürt mülk sahibi sınıflar ise, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki isyanların bastırılmasının ardından önce yıldırılmış, sonra da düzene eklemlenmişlerdi. Tüm siyasal temsilcileri devlet yanlısı ve emperyalizmin işbirlikçileriydi. Kürtlerin özgürlük ve eşitlik davası artık onları hiçbir biçimde ilgilendirmiyordu.
Bu tarihi-toplumsal durum, 90lı yılların başına kadar, genellikle alt sınıflardan gelen ve onlara dayanan Türkiyedeki Kürt akımlarının büyük bir bölümüyle ilerici, devrimci, anti-emperyalist ve sosyalist nitelikte ya da iddiada olmasını da kolayca açıklamaktadır.
90ların başında değişen ise Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupadaki yıkılışlar, devrim ve sosyalizm mücadelelerinin dibe vurması, tersinden ise Körfez Savaşı sonrasında ABD himayesinde Irak Kürdistanında ortaya çıkan özel durum oldu. Bu gelişmeler daha o zamandan Kürt reformist akımları arasında anti-emperyalist tutum ve duyarlılığı hızla erozyona uğratarak, bugün gelinen yerde açıktan ABD savunuculuğu yapmaya varan teslimiyetçi ve işbirlikçi çizgiyi üretti. Kürt özgürlük mücadelesinin etkisi ve basıncı altında ulusal anlamda politize olan, fakat kendi güç ve etkisini hareketi geriye, düzen içi sınırlara çekmek doğrultusunda kullanmakta gecikmeyen Kürt mülk sahibi sınıfların özel ağırlığı ve çabası ise bunu ayrıca kolaylaştırdı.
Yine de 90lı yılların özellikle ilk yarısında, bu gelişmenin hızını kesen temel önemde bir etken vardı. Bu, PKK önderliğinde önemli bir güç kazanan ulusal özgürlük mücadelesinin karşı durulamayan etkisiydi. Bunu, o günkü durumun olduğu kadar bugün varılan ibret verici noktanın anlaşılması bakımından da son derece açıklayıcı olan bir olay üzerinden örnekleyelim. Abdullah Öcalan, Temmuz 92 tarihinde, eski solcu Talabaninin kendisine gönderdiği önemli bir mektubu kamuoyuna açıkladı (Yeni Ülke, sayı: 31, 26 Temmuz-1 Ağustos 1992). Söz konusu mektubunda Talabani, Öcalana tehdit dolu ifadelerle şunları yazıyordu: Devrimler dönemi bitmiştir, silahlı direnme dönemi bitmiştir, artık tarihe karışmıştır. Yeni dünya düzeni siyasi görüşmeler yoluyla, ABDnin himayesinde, serbest piyasaya dayalı, burjuva deokrasiler sistemi hakim tek nizamdır. Sizin de bunu kabul etmekten başka bir çareniz yoktur.
O zaman Talabaninin bu tehditkar ve dayatmacı tavsiyelerini ihanet olarak niteleyen ve kamuoyu önünde teşhir eden Öcalan, şimdi demokratik uygarlık projesi ambalajıyla sarmalayarak bu aynı ihaneti Türkiye Kürtlerine bir program olarak sunacak noktaya gelmiştir. Bu, Türkiyedeki Kürt hareketinin kendi tarihsel kimliğini ve birikimini tümden red ve inkar ederek vardığı noktadır aynı zamanda. Bu nedenledir ki, bugün artık KADEK adını almış bulunan PKK, ABDnin Iraka müdahalesini desteklemektedir. Türk devletine benzer bir biçimde Filistin direnişiyle siyonist saldırganlığa eşit mesafede durmakta, sonuçta nesnel olarak siyonist saldırganlığa destek olmaktadır.
PKKdaki kimlik değişiminden beri Türkiyedeki Kürt hareketi, artık her türlü anti-emperyalist tutum ve duyarlılığı bir yana bırakarak Amerikancı ve ABci çizgide birleşmiş durumdadır. Bu, Türkiyedeki Kürt hareketinde köklü bir tutum ve kimlik değişimidir. Bu tutumu hazırlayan ise, devrim ve sosyalizm mücadelesindeki genel gerilemenin yanı sıra, daha da belirleyici olarak, ABD emperyalizminin kendi Ortadoğu politika ve planları çerçevesinde Kürtlere kendi tam denetiminde bir siyasal varlık alanı açma çabasıdır. ABDnin bu çabası siyonist İsrailin çoktandır izlediği çizgiyle de örtüşmektedir. İsrail için bu, bünyesinde Kürt sorununu barındıran Arap ya da İran türünden İslam devletlerini parçalayıp güçten düşürmenin temel önemde bir olanağı ve yoludur. Bu niyet ve esapları tüm açıklığı ile ortaya koyan gizli belgeler bugün artık gözler önündedir.
Dünya ölçüsünde ve özellikle de bugünün Türkiyesinde sosyal mücadelenin ve dolayısıyla devrimci hareketin zayıflığı, Kürt akımlarının emperyalizmin ve siyonizmin tuzağına düşmelerine ve aleti haline gelmelerine uygun bir zemin oluşturmaktadır. Bu zeminin dışında kalanlar, tarihsel ve sınıfsal bir bilinçle hareket etmeyi başararak soluklu davranabilenlerdir. Yazık ki bunlar halihazırda çok küçük bir azınlığı oluşturmaktadırlar. Fakat geleceği onlar temsil etmektedirler. Emperyalizmle iş ve kader birliği, hiçbir yerde halklara özgürlük ve bağımsızlık getirmemiş, fakat istisnasız her yerde onları yeni biçimler içinde ağır ve utanç verici bir kölelikle yüzyüze bırakmıştır. Kürt hareketinin kendi yakın geçmişinde ise bu tutum, kitlesel acı ve yıkımlara yolaçan ağır felaketlerle sonu&cceil;lanmıştır. Bugün tüm umutlarını emperyalizme bağlayanlar daha düne kadar bütün bunları biliyorlardı, bugün ise bunları modası geçmiş lakırdı sayıyorlar.
Düne kadar Filistin ve Kürt sorunlarını Ortadoğunun temel önemde iki devrimci dinamiği olarak tanımlamak olağandı. Ortaya koyduğumuz nedenlerden dolayı bunu Kürt sorunu için ileri sürmek artık eskisi kadar kolay değildir. Tam tersine, Kürt sorunu, Ortadoğunun karmaşık ilişki ve dengeleri içinde, emperyalizm tarafından kolayca istismar edilebilir bir sorun haline gelmiştir. Güney Kürdistanın ardından Kuzey Kürdistanda da güçlü bir Amerikancılığın ortaya çıkması bunun böyle olduğunu somut olarak göstermektedir.
(...)