Larry Rohter 1976 Nisan'ında bir sabah, bir düzineden fazla silahlı adam fabrikaya girip ona doğru yöneldiğinde Pedro Troiani, Ford Motor fabrikasında işinin başındaydı. Fabrikanın içinden yürütülerek şirket arabasına bindirilip, şirketin futbol sahasında kurduğu gözaltı merkezine götürüldüğünü anlatıyor. İple bağlandığını, dövüldüğünü ve fabrika alanında sekiz saat boyunca tutulduğunu... O zamanlar işçi lideri olan Troiani, kendisinin ve diğer dört Ford çalışanının, ülkeyi 1976'dan 1983'e kadar yöneten cuntalara muhalif olan herkese karşı başlatılan "kirli savaşın" bir parçası olarak açılan gizli gözaltı kampına götürüldüklerini anlatıyor. Tutuklama merkezleri Ford sözcülerinden Rolo Ceretti, Troiani'nin iddialarına "ne karşı çıkabileceğini, ne de iddiaları kabul edebileceğini", çünkü olayların 26 yıl önce meydana geldiğini ve o zamanlar şirkette çalışan birçok işçinin artık burada bulunmadığını söylüyor. Sözcü, "Fabrika alanımızda bir gözaltı merkezinden bahsetmek çok doğru değil" diyor ve ekliyor: "Çok acı ve üzücü zamanlardı; kimse olanları savunamaz. Ama hükümet düzeyinde yapılanların sorumluluğunu fabrikamıza yüklemek bana biraz saçma geliyor." Ancak federal savcı, Troiani'nin söylediklerini de göz önüne alarak, Arjantin Ford hakkında suç duyurusunda bulundu ve şirketin cunta yönetimi sırasında nasıl idare edildiğinin araştırılmasını istedi. Savcı, Ford'u ve eski yönetimini "Troiani ve diğer onlarca işçiyi yasadışı yollarla gözaltına almak ya da gözaltına alınmalarına yardım etmekle" suçladı. İşçi infazları Bir röportajda Troiani, "Hapishane berbat bir yerdi, çünkü insanlar sürekli yok oluyordu ve infaz edilecek bir sonraki kişinin siz olup olmadığını bilmiyordunuz. Uzun süre geçti; fakat gerçek şu ki Ford kendi işçilerinin kaçırılması için tezgah kurdu ve bence bundan sorumlulular" diyor. Defalarca dövüldüğünü, işkence gördüğünü, yiyeceksiz ve uykusuz bırakıldığını anlatıyor. Bu dava, halen DaimlerChrysler adı ile faaliyet yürüten Alman Mercedes-Benz'e açılan davaların devamı niteliğinde. 1976'dan 1977'ye kadar, başkent Buenos Aires'in kenar mahallelerinde bulunan fabrika alanında 16 işçi kaçırıldı ve ikisi dışında hepsi öldürüldü. Mercedes-Benz hakkında söylenenler, Alman gazeteci Gabriele Weber'in çalışmalarıyla son dört yılda gündeme geldi. Weber, konu hakkında araştırmalarını "Merecedes-Benz'in Yokoluşu" adlı bir kitapta topladı. Ancak araştırmalar Arjantin'de bu derece etkili olmadı; çünkü birçok Arjantinli, ülkenin ekonomik çöküşüne odaklanmış durumda ve tarihlerinin acı dolu sayfalarını henüz açmak istemiyorlar. Sendika liderleri hedefte Arjantin DaimlerChrysler ise, araştırma hakkında yorum yapmayı reddeti. Ancak şirketin Almanya merkezinin sözcüsü Ursula Mertzig, "hiçbir yanlış uygulamanın yapılmadığı" konusunda emin olduklarını söylüyor. Mertzig, "14 işçinin kayıp olması üzücü bir olay. Şirketimizin bu konuyla ilgisi olduğuna dair bir kanıt yok" diye konuşuyor 1980'de hükümete bağlı çalışan Kaybolan İşçileri Araştırma Komisyonu; Ford, Mercedes-Benz ve aralarında tersane, demir-çelik ve ilaç fabrikalarının bulunduğu birçok fabrikada adam kaçırma eylemlerinin gerçekleştirildiğini ortaya çıkardı. Hesaplamalara göre, cunta döneminde kaybolan kişilerin (sayıları 15 bin ile 30 bin arasında gösteriliyor) yarısı işçiler ve sendika liderleri. Cuntaya patron desteği Ford aleyhine açılan davalarla ilgilenen Savcı Félix Crous, otomobil şirketlerinin sadece orduyla işbirliği yapmadığını, ayrıca cuntanın işçileri ve sendika liderlerini hedef haline getirmesinden kâr elde ettiğini de ortaya koydu. Savcı, her şirketin orduyu desteklediğini söylüyor. Mercedes-Benz ordu için kamyonlar üretirken; Ford, ölüm mangaları tarafından binlerce insanın kaçırılmasında kullanılan yeşil-gri Falcon'ları yaptı. Michigan'da bulunan Ford merkezinin Uluslararası Halkla İlişkiler Müdürü Ken Zino, "Bizim durumumuz, Mercedes-Benz'inkine benzemiyor. Suçlamalardan haberdardık ama hiçbir şey görmedik. Uygun bir zamanda cevap vereceğiz" diyerek, yorum yapmayı reddediyor. İşkence edip kovdular Ford ve Mercedes-Benz, Mart 1976 askeri darbesinden önceki dönemde Montonero gerilla hareketi tarafından hedef alınıyordu. Bir Mercedes-Benz yöneticisi kaçırılmış ve fidye karşılığı serbest bırakılmıştı. Ford, iki yöneticinin öldürülmesinden ve diğerlerinin yaralanmasından sonra, ülkedeki ABD'li çalışanlarını geri çekmişti. Arjantin Ford'un sözcüsü Ceretti, bu tehditlerin Ford'u "bir dizi askeri önlem almaya yönlendirdiğini" söylüyor, ancak bu önlemlerin gözaltı merkezleri kurmak olmadığını öne sürüyor. Troiani'nin eşinin aktardığına göre, kocasının kaçırılmasından sonra evine, "eşinin işe dönmemesi halinde kovulacağı" uyarısında bulunan bir telgraf geldi. Bu telgrafa yanıt, "Yönetim eşimin fabrikada gözaltında tutulduğunu gayet iyi biliyor" şeklinde oldu. Troiani, yöneticilerin kendisine işini aksatan bir eleman muamelesi yaptığını ve daha sonra resmen işten atıldığını söylüyor. Bir yıl boyunca üç farklı hapishanede tutulan Troiani, ilerleyen aylarda, hasta çocuğuna bakması için serbest bırakılmış. Eski sendikacı, şu anda bir otomobil dükkanı işletiyor. Mahkeme, Troiani'nin tutuklu kaldığı dönemde alması gereken ödenmemiş maaşlarını alma talebini, zaman aşımı gerekçesiyle reddetti. (New York Times)
İki ucu bloklu yol Ergin Yıldızoğlu Türkiye hem Avrupa Birliğinin üyesi olmak istiyor hem de ABDnin dünyanın petrol kaynaklarına yönelik operasyonunda köşe taşı olmayı kabul ediyor. Avrupanın stratejik amacı gelecek 10-15 yıl içinde bir süper güç olmak. ABDnin aynı döneme ilişkin amacı, yeni bir süper gücün yükselmesini engellemek. Türkiye, ortasında durduğu yolun iki ucunun da hegemonik blok projeleriyle tıkalı olduğunun farkında değil. Üstelik, 10-15 yılı bir kenara bırakıp, Irakta Rejim Değişikliği projesine bakarsak, Türkiyenin tutumunun, üyesi olmak istediği Avrupanın uzun dönemli projelerine ne kadar ters düştüğünü hemen görürüz. Türkiye, adeta binmek istediği dalı daha binerken kesmeye çalışan birine benziyor! ABD projesinden emin... ABD uzun dönemli projelerinin gereği bölgede, adeta Sykes-Picot (1916) Anlaşmasını anımsatan bir yeniden yapılanmanın gereğine, bunu gerçekleştirebileceğine inanıyor. İşe de bölgenin jeopolitik olarak en starejik coğrafyasında yer alan Iraktan başlıyor. Böylece hem Suriye, İran ve Suudi Arabistanın ortasında kocaman bir toprak parçasına yerleşmiş hem de dünyanın ikinci büyük petrol rezervine el koymuş olacak. Bu noktadan sonra da ABD açısından, artık Suudi Arabistan, Suriye ve İran rejimlerine, petrol fiyatlarını da kullanarak müdahale etmek, 1970lerden beri başının belası OPECi yıkmak çok daha erişilebilir bir hedef haline geliyor. Bu süreç aynı zamanda İsrailin bölgedeki güvenliğini de sağlamış olacak. Eğer ABDnin bu projesi gerçekleşecek olursa bölgede birçok sınır yeniden çizilecek. Irak savaşı yeni devletlerin doğmasına yol açacak bir big bang olacak. Ancak, Türkiye de dahil, bölgedeki ülkeler son resmin neye benzeyeceğini bilemiyorlar. Yine de, geçenlerde, bugüne kadar kimsenin konuşmadığı bir konunun, Suriyedeki 1.7 milyon Kürt nüfusun büyük çoğunluğunun yasal haklarının, vatandaşlık kimliklerinin olmamasının, ama yaşadıkları Dicle-Fırat arası verimli bölgenin Suriyenin tahıl üretiminin yarısını pamuk ihracatının önemli bir kısmını üretiyor olmasının, buradaki petrol ve gaz yataklarının gündeme getirilmesi anlamlıydı (The Times, 26/11/02). ABD bu büyük altüst oluş olasılığına hazır, bölgede en büyük manivelaya sahip oyuncu olarak orada oluşacak tüm kargaşa içinde manzarayı kendi istediği yönde biçimlendireceğinden emin. Öylesine hazır ki, Los Angeles Timesta yayımlanan bir araştırmanın aktardığına göre (8/12/02) bu savaşta, daha önce hiçbir yerde kullanılmamış kurgu bilim silahlarını devreye sokmaya hazır. Düşmanın elektronik araçlarını felç eden doğrudan enerji silahı, düşman personelinin derisinde çok yoğun acı verici etki yaratan mikro dalga silahı, kimyasal ve biyolojik silahların sığınaklarını delebilecek 4000 titanyum çubuğu içeren, uzaktan kumandalı parça tesirli bomba, suyla söndürülemeyecek kadar yoğun yangınlar çıkaran bir başka bomba, nihayet biyolojik-kimyasal silahları radyasyonla ok etmeyi amaçlayan (besbelli ki nükleer) bir bomba, bu savaşta kullanılmayı bekliyor. Tabii daha önce aktardığımız, özellikle Saddam için geliştirilerek geçen sene hizmete sokulan, sığınak delici düşük yoğunluklu nükleer bomba da var. Avrupa zararlı çıkacak Avrupanın bir süper olma projesini gerçekleştirebilmesi için uzun bir yol kat etmesi, bu yol boyunca da askeri olmasa bile kesinlikle diplomatik ve ekonomik alanlarda ABD ile sürekli bir sürtüşme içinde olması gerekiyor. Bir Stratfor raporunun işaret ettiği gibi, Avrupa bu uzun soluklu stratejik rekabette, Avrupa Birliğini, ekonomisini, Euronun gücünü, gelişmekte olan ülkeler üzerindeki siyasi etkisini silah olarak kullanacak. ABD ile yabancı piyasalar üzerinde rekabet edecek, Washingtonun askeri girişimlerini engellemeye çalışacak. Avrupanın Irak savaşına karşı çıkışını ve Ortadoğudaki diplomatik girişimlerini hep bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor (4/12). ABDnin Irak projesiyle, planladığı yeniden yapılanma başarılı olursa, Avrupa, Ortadoğuda, Irak petrollerine ulaşması zorlaşacağı (hatta engelleneceği) için ekonomik, ABDyi durduramadığı için de siyasi diplomatik çok önemli mevziler kaybedecek. ABD bölgeye yerleşmeye başlayınca, gücünden çekinen bölge ülkeleri Avrupadan uzaklaşıp ABDye yakınlaşmayı çıkarlarına daha uygun bulacaklar. Buna karşılık eğer radikal İslamın terörist tepkisi tırmanmaya devam ederse, Avrupa, adeta yumuşak bir hedef olarak bunun etkilerinden kendini koruyamayacak. Avrupa açısından Irak savaşının engellenmesi büyük öneme sahip. Türkiyenin ABD karşısındaki teslimiyetçi tavrıysa, Avrupanın projesine hiç de olumlu bir katkı değil. Diğer bir deyişle Türkiye, bu Irak savaşındaki tutumuyla, katılmak istediği siyasi ekonomik blokun (Avrupa Birliğinin) uzun dönemli çıkarına balta vuruyor. Ya Türkiyenin liderliği ne yaptığını bilmiyor, ya tümüyle ABD güdümünde ya da Avrupa Birliği umudunu, artık kendi halkına sunamadığı nurlu ufuklar , fantezisinin yerine ikame edecek bir yem borusu olarak kullanıyor. Bu garip tutum daha ne kadar sürdürülebilir? (Cumhuriyet, 11 Aralık 2002) |
|||||