Sonunda Kopenhag Zirvesi gelip çattı. Burada alınacak kararla, nihayet, son 3-4 yıldır temcit pilavı gibi önümüze sürülüp duran üyeliği aldık-alıyoruz yavanlığından, hiç olmazsa bir süreliğine kurtulabileceğiz. 57. hükümetin ömrünü vakfettiği bu ortaoyununa, bugün 58. hükümeti icra etmekte olan AKP de, daha işbaşına bile geçmeden dahil olmuş, ilk büyük çıkışını da AB üyeliği turlarıyla gerçekleştirmeye çalışmıştı. Halen de bununla uğraşıyor. Kopenhag öncesi alelacele toplanan Bakanlar Kuruluna bir-iki uyum yasası çıkartmaya çalışmak da bu çabaların sonuncusu oldu. 58. hükümet sözcüleri ile 57. hükümet sözcülerinin söylemleri arasında dikkate değer hiçbir fark bulunmuyor. Elbette yalnızca söylem konusunda değil, icraat konusunda da durum aynıdır. Dün Yılmazın üstlendiği temas turları görevini bugün Erdoğan devralmıştır sadece. Söylenen de, yapılan da birbirinin tekrarı niteliğindedir. Biz Kopenhag Kriterleri konusunda üstümüze düşeni yaptık/yapıyoruz, sıra ABde. Bize mutlaka bir müzakere tarihi verilmelidir, vb... Yapılansa, bırakınız uygulamada, kağıt üzerinde bile elle tutulur bir değişiklik içermeyen yasa değişiklikleridir. 57. hükümet döneminde ikide bir meclisin önüne sürülen yasa değişikliği paketleriyle, sözde Kopenhag Kriterleri çerçevesinde demokratik değişimler gerçekleştirilmişti. Ancak yaşadığımız gerçekler tam tersini söylüyor. Bu koalisyonun başta kaldığı 4 yıl boyunca, demokratik hak ve özgürlükler konusundaki gerileme, darbenin kendisi de dahil olmak üzere 12 Eylülü takibeden 20 yılın kayıplarını kat kat aşmıştır. Dolayısıyla, dün koalisyon hükümetinin, bugün de AKP hükümetinin tarih isteklerine AB tarafından hele bir uygulamayı görelim yanıtı verilmesi boşa değil. Yapılan yasa oyunlarının göstermelik olduğunu sadece bu ülkede yaşayanlar görmüyor kuşkusuz. Bu o derece açık bir oyun ki, dışardan üstünkörü bir bakışla bile anlaşılmaması imkansız. Kaldı ki, bu ülkede sonuçlandırılamayan her hak ihlali, merkezi Avrupada bulunan uluslararası mahkemeye gidiyor. İşkence başta olmak üzere, çeşitli hak ihlalleri suçlamasıyla açılan davalarda Türk devleti çoğunlukla suçlu bulunup, tazminat ödemeye mahkum ediliyor. Türk devleti yasal düzenlemelere ilişkin sahtekarlığı sadece ABye karşı ve üyelik amacıyla değil, aynı zamanda içerde, kendi halkına karşı ve onu demokratikleşme masalıyla oyalama amacıyla da sürdürüyor. Fakat artık bu ortaoyununa ara vermenin zamanı geldi. Zaten demokratikleşme oyunuyla bir arada yürütülemeyecek olan savaş hali durumu nedeniyle de ihtiyacı var Türk devletinin buna. Ancak, savaş haline geçmeden önce, AB ortaoyunu konusunda birkaç söz daha etmek gerekiyor. AKPnin daha hükümeti bile kurmadan bu oyuna dahil olduğunu söylemiştik. Oyunun başında hallettik-ediyoruz havası yaratılmaya çalışıldı. Hemen tüm AB ülkelerine turlar düzenlendi, görüşmeler yapıldı. Medya tarafından kitlelere olumluluk mesajları iletildi. Peki şimdi gelinen noktada durum nedir? Tabii ki AB cephesinde değişen hiçbir şey yoktur. AB dün ne söylüyor idiyse aynısını tekrarlamayı sürdürmektedir. Çünkü ABnin asıl sorunu Türkiyenin demokratikleşip demokratikleşmemesi değildir. Görüntüde Türkiye üzerinden yaşanan çelişkinin arkasında duran gerçek ABD olgusu ya da sorunudur. Dolayısıyla, medyanın ve Erdoğanın olumlu bir gelişme gibi sunduğu AB üyeliği knusunda ABD desteği alma işi, üyelik konusuna katkı sunmak bir yana engeli büyüten bir etkendir. ABD Türkiyenin üyeliği konusunda ne kadar yüklenirse, AB ülkelerinin çekincesi o kadar artacaktır. Çünkü Türkiyenin üyeliğine ilişkin asıl kaygıları, bir ABD uydusunun daha içeri alınmasının getireceği risklerdir. Öte yandan AB, Türkiyeyi tümüyle itmenin tamamen ABD&146;nin kucağına itmek anlamına geldiğini de hesapladığı için, bugün Kopenhag Zirvesiyle bir kez daha netleşen oyalama taktiğini tercih ediyor. Türkiye, ABD ile AB güçleri arasında süregiden rekabetin kritik coğrafyasında bulunuyor çünkü. Nitekim bu kritiklik yakın süreçte Irak petrolleri meselesinde kendini daha bariz biçimde gösterecektir. Türk hükümetlerinin söylemleri ile uygulamaları arasındaki çelişkiler de işte bu aynı alanda, ABnin ABD hegemonyası konusundaki çekinceleri konusunda ortaya çıkıyor. Bu çekinceleri bile bile, bir yandan ABD maşalığını artırarak sürdürmeye, diğer yandan da beni içinize alın diye yakarmaya devam ediyor. Bu çelişki, hiç kuşkusuz, hükümetlerden ziyade devletin bir çelişkisidir. Çünkü diğer bütün konularda olduğu gibi, ABye üyelik konusunda da politikanın oluşturulması hükümetin vazifesi değildir. Hükümetler sadece önceden ve yukardan oluşturulmuş bulunan politikaları uygulamakla yükümlü bulunuyorlar. Daha doğrusu, bu politikaları en rahat uygulayabileceği düşünülen partiler iş başına getiriliyor. AKPnin iktidara yürüyüş serüveni, bu serüvene atılırken çaldığı icazet kapıları düşünülecek olursa, Türk devletinin politikalarının da nerede, nasıl belirlendiği görülebilir. İçerde MGK (ki bu esasta ordu anlamına gelir), dışarda ise ABD ve İMFden icazet almayan hiçbir parti Türkiyede hükümet olamaz. Herşeye rağmen olursa indirmenin bir yolu bulunur. Sonuçta, ABye üyelik konusunda Türk devleti bugüne dek ABDnin yönlendirmesiyle hareket etmiş, çok açıktan sürdürülen bu yönlendirme nedeniyle de AB tarafından oyalanıp durmuştur. Asıl etken bu olmakla birlikte, Avrupa sermayesiyle azımsanmayacak düzeyde göbek bağına sahip olan sermaye gruplarının basıncı da gözardı edilmemelidir. Yani, bir yandan efendinin politik yönlendirmesi, diğer yandan sermaye gruplarının ekonomik çıkarları Türk devletinin AB üyeliği konusundaki abartılı tutkusunun bir sebebidir. Ancak Türk devleti sadece AB konusunda değil, ABD ile ilişkiler konusunda da abartma sınırlarını çoktan aşmış bulunuyor. En hassas olduğu konularda bile taviz vermeye hazır bu tutumun arkasındaki ikinci büyük sebep ise bir türlü aşamadığı krizdir. Artık iş o raddeye gelmiştir ki, üç kuruşluk kredi karşılığında her türlü tavizi vermeye hazır durumdadır. ABye üyelik karşılığında Kıbrıs, 3-5 tank ve helikopter karşılığında binlerce mehmedin kanı... Tüm bunların faturası kanıyla, canıyla, ekmeğiyle halka ödetilecek, bu çok iyi biliniyor. Yeni dönemde emekçilere karşı bu suçu işlemek üzere seçilen ise AKP oldu. Türkiye halkları şimdi bu çok müslüman partinin nasıl gözünü kırpmadan müslüman Iraka sefer kararına imza attığına tanıklık edecek. |
|||||