14 Aralık '02
Sayı: 48 (88)


  Kızıl Bayrak'tan
  Pazarlık masasındaki Türkiye
  AB'ye uyum için "demokratikleşme" üzerine sahte söylemler ve gerçekler
  T. Erdoğan'ın ABD ziyareti
  Kopenhag Zirvesi ve Kıbrıs sorunu
  AKP'nin vaadleri ve icraatları
  İMF heyeti gözden geçirme görüşmeleri için Türkiye'de...
  Savaş hazırlıkları tamamlanıyor
  1 Aralık eylemlerinden...
  Etkin bir kitle çalışmasının önemi
  Sermayenin topyekûn saldırısına karşı direnişe geçelim!
  Seçimler sonrası yeni dönem
  19 Aralık katliamının 3. yıldönümü...
  9. ÖO Ekibi'nin açıklaması...
  Esenyurt İşçi Bülteni'nin Aralık sayısından...
  Ankara Öncü İşçi-Emekçi Platformu Bülteni'nin Aralık sayısından...
  Emperyalist savaş hazırlığının gölgesinde Filistin'de siyonist katliamlar
  Emperyalist savaş ve Kürdistan
  Sınıfı, Parti'yi ve Devrimi destekleyelim!
  Ford'un kirli savaştaki rolü
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
AB’ye uyum için “demokratikleşme” üzerine sahte söylemler ve gerçekler

Sonunda Kopenhag Zirvesi gelip çattı. Burada alınacak kararla, nihayet, son 3-4 yıldır temcit pilavı gibi önümüze sürülüp duran “üyeliği aldık-alıyoruz” yavanlığından, hiç olmazsa bir süreliğine kurtulabileceğiz. 57. hükümetin ömrünü vakfettiği bu ortaoyununa, bugün 58. hükümeti icra etmekte olan AKP de, daha işbaşına bile geçmeden dahil olmuş, ilk “büyük” çıkışını da AB üyeliği turlarıyla gerçekleştirmeye çalışmıştı. Halen de bununla uğraşıyor. Kopenhag öncesi alelacele toplanan Bakanlar Kurulu’na bir-iki “uyum yasası” çıkartmaya çalışmak da bu çabaların sonuncusu oldu.

58. hükümet sözcüleri ile 57. hükümet sözcülerinin söylemleri arasında dikkate değer hiçbir fark bulunmuyor. Elbette yalnızca söylem konusunda değil, icraat konusunda da durum aynıdır. Dün Yılmaz’ın üstlendiği temas turları görevini bugün Erdoğan devralmıştır sadece. Söylenen de, yapılan da birbirinin tekrarı niteliğindedir. Biz Kopenhag Kriterleri konusunda üstümüze düşeni yaptık/yapıyoruz, sıra AB’de. Bize mutlaka bir müzakere tarihi verilmelidir, vb...

Yapılansa, bırakınız uygulamada, kağıt üzerinde bile elle tutulur bir değişiklik içermeyen yasa değişiklikleridir. 57. hükümet döneminde ikide bir meclisin önüne sürülen yasa değişikliği paketleriyle, sözde Kopenhag Kriterleri çerçevesinde demokratik değişimler gerçekleştirilmişti. Ancak yaşadığımız gerçekler tam tersini söylüyor. Bu koalisyonun başta kaldığı 4 yıl boyunca, demokratik hak ve özgürlükler konusundaki gerileme, darbenin kendisi de dahil olmak üzere 12 Eylül’ü takibeden 20 yılın kayıplarını kat kat aşmıştır.

Dolayısıyla, dün koalisyon hükümetinin, bugün de AKP hükümetinin tarih isteklerine AB tarafından “hele bir uygulamayı görelim” yanıtı verilmesi boşa değil. Yapılan yasa oyunlarının göstermelik olduğunu sadece bu ülkede yaşayanlar görmüyor kuşkusuz. Bu o derece açık bir oyun ki, dışardan üstünkörü bir bakışla bile anlaşılmaması imkansız. Kaldı ki, bu ülkede sonuçlandırılamayan her hak ihlali, merkezi Avrupa’da bulunan uluslararası mahkemeye gidiyor. İşkence başta olmak üzere, çeşitli hak ihlalleri suçlamasıyla açılan davalarda Türk devleti çoğunlukla suçlu bulunup, tazminat ödemeye mahkum ediliyor.

Türk devleti yasal düzenlemelere ilişkin sahtekarlığı sadece AB’ye karşı ve üyelik amacıyla değil, aynı zamanda içerde, kendi halkına karşı ve onu demokratikleşme masalıyla oyalama amacıyla da sürdürüyor. Fakat artık bu ortaoyununa ara vermenin zamanı geldi. Zaten demokratikleşme oyunuyla bir arada yürütülemeyecek olan savaş hali durumu nedeniyle de ihtiyacı var Türk devletinin buna.

Ancak, savaş haline geçmeden önce, AB ortaoyunu konusunda birkaç söz daha etmek gerekiyor. AKP’nin daha hükümeti bile kurmadan bu oyuna dahil olduğunu söylemiştik. Oyunun başında “hallettik-ediyoruz” havası yaratılmaya çalışıldı. Hemen tüm AB ülkelerine turlar düzenlendi, görüşmeler yapıldı. Medya tarafından kitlelere “olumluluk” mesajları iletildi. Peki şimdi gelinen noktada durum nedir? Tabii ki AB cephesinde değişen hiçbir şey yoktur. AB dün ne söylüyor idiyse aynısını tekrarlamayı sürdürmektedir. Çünkü AB’nin asıl sorunu Türkiye’nin demokratikleşip demokratikleşmemesi değildir. Görüntüde Türkiye üzerinden yaşanan çelişkinin arkasında duran gerçek ABD olgusu ya da sorunudur. Dolayısıyla, medyanın ve Erdoğan’ın olumlu bir gelişme gibi sunduğu “AB üyeliği knusunda ABD desteği alma” işi, üyelik konusuna katkı sunmak bir yana engeli büyüten bir etkendir. ABD Türkiye’nin üyeliği konusunda ne kadar yüklenirse, AB ülkelerinin çekincesi o kadar artacaktır. Çünkü Türkiye’nin üyeliğine ilişkin asıl kaygıları, bir ABD uydusunun daha içeri alınmasının getireceği risklerdir. Öte yandan AB, Türkiye’yi tümüyle itmenin tamamen ABD&146;nin kucağına itmek anlamına geldiğini de hesapladığı için, bugün Kopenhag Zirvesi’yle bir kez daha netleşen oyalama taktiğini tercih ediyor. Türkiye, ABD ile AB güçleri arasında süregiden rekabetin kritik coğrafyasında bulunuyor çünkü. Nitekim bu “kritiklik” yakın süreçte Irak petrolleri meselesinde kendini daha bariz biçimde gösterecektir.

Türk hükümetlerinin söylemleri ile uygulamaları arasındaki çelişkiler de işte bu aynı alanda, AB’nin ABD hegemonyası konusundaki çekinceleri konusunda ortaya çıkıyor. Bu çekinceleri bile bile, bir yandan ABD maşalığını artırarak sürdürmeye, diğer yandan da beni içinize alın diye yakarmaya devam ediyor. Bu çelişki, hiç kuşkusuz, hükümetlerden ziyade devletin bir çelişkisidir. Çünkü diğer bütün konularda olduğu gibi, AB’ye üyelik konusunda da politikanın oluşturulması hükümetin vazifesi değildir. Hükümetler sadece önceden ve yukardan oluşturulmuş bulunan politikaları uygulamakla yükümlü bulunuyorlar. Daha doğrusu, bu politikaları en rahat uygulayabileceği düşünülen partiler iş başına getiriliyor.

AKP’nin iktidara yürüyüş serüveni, bu serüvene atılırken çaldığı icazet kapıları düşünülecek olursa, Türk devletinin politikalarının da nerede, nasıl belirlendiği görülebilir. İçerde MGK (ki bu esasta ordu anlamına gelir), dışarda ise ABD ve İMF’den icazet almayan hiçbir parti Türkiye’de hükümet olamaz. Herşeye rağmen olursa indirmenin bir yolu bulunur.

Sonuçta, AB’ye üyelik konusunda Türk devleti bugüne dek ABD’nin yönlendirmesiyle hareket etmiş, çok açıktan sürdürülen bu yönlendirme nedeniyle de AB tarafından oyalanıp durmuştur. Asıl etken bu olmakla birlikte, Avrupa sermayesiyle azımsanmayacak düzeyde göbek bağına sahip olan sermaye gruplarının basıncı da gözardı edilmemelidir. Yani, bir yandan efendinin politik yönlendirmesi, diğer yandan sermaye gruplarının ekonomik çıkarları Türk devletinin AB üyeliği konusundaki abartılı tutkusunun bir sebebidir.

Ancak Türk devleti sadece AB konusunda değil, ABD ile ilişkiler konusunda da abartma sınırlarını çoktan aşmış bulunuyor. En hassas olduğu konularda bile taviz vermeye hazır bu tutumun arkasındaki ikinci büyük sebep ise bir türlü aşamadığı krizdir. Artık iş o raddeye gelmiştir ki, üç kuruşluk kredi karşılığında her türlü tavizi vermeye hazır durumdadır. AB’ye üyelik karşılığında Kıbrıs, 3-5 tank ve helikopter karşılığında binlerce mehmedin kanı...

Tüm bunların faturası kanıyla, canıyla, ekmeğiyle halka ödetilecek, bu çok iyi biliniyor. Yeni dönemde emekçilere karşı bu suçu işlemek üzere seçilen ise AKP oldu. Türkiye halkları şimdi bu çok müslüman partinin nasıl gözünü kırpmadan müslüman Irak’a sefer kararına imza attığına tanıklık edecek.