14 Aralık '02
Sayı: 48 (88)


  Kızıl Bayrak'tan
  Pazarlık masasındaki Türkiye
  AB'ye uyum için "demokratikleşme" üzerine sahte söylemler ve gerçekler
  T. Erdoğan'ın ABD ziyareti
  Kopenhag Zirvesi ve Kıbrıs sorunu
  AKP'nin vaadleri ve icraatları
  İMF heyeti gözden geçirme görüşmeleri için Türkiye'de...
  Savaş hazırlıkları tamamlanıyor
  1 Aralık eylemlerinden...
  Etkin bir kitle çalışmasının önemi
  Sermayenin topyekûn saldırısına karşı direnişe geçelim!
  Seçimler sonrası yeni dönem
  19 Aralık katliamının 3. yıldönümü...
  9. ÖO Ekibi'nin açıklaması...
  Esenyurt İşçi Bülteni'nin Aralık sayısından...
  Ankara Öncü İşçi-Emekçi Platformu Bülteni'nin Aralık sayısından...
  Emperyalist savaş hazırlığının gölgesinde Filistin'de siyonist katliamlar
  Emperyalist savaş ve Kürdistan
  Sınıfı, Parti'yi ve Devrimi destekleyelim!
  Ford'un kirli savaştaki rolü
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Emperyalist savaş ve Kürdistan

ABD, harıl harıl Irak savaşına hazırlanıyor. Askeri hazırlıkların son aşamaya geldiği söyleniyor. Diplomatik çabalar bütün yoğunluğu ile devam ediyor. Bu bağlamda diğer emperyalist devletlerle varolan çatlaklar verilen tavizler, hegemonya kavgasında vaadedilen sözlerle giderilmeye çalışılıyor. BM Güvenlik Konseyi kararı ile “Silah denetleyicilerinin” Irak’a gitmesi ve Irak’ın elinde bulundurduğu silahlarla ilgili binlerce sayfayı bulan raporunu BM’ye sunması da hazırlıkları son aşamaya vardırılan savaşı durdurmaya yetmeyecektir. Tersine ABD, bunların herbirini yeni bir bahane oluşturmada kullanacaktır. Bütün gelişmeler, yakın gelecekte Irak hegemonya savaşının başlayacağına işaret etmektedir.

Belli bir süre Irak savaşına itiraz eden Rusya ve Fransa yapılan pazarlıklar ve bu pazarlıklar sonucu elde edilen paylar sonucunda bu itirazlarını en alt düzeye indirmiş bulunuyorlar. Almanya’nın durumu da aşağı yukarı bu noktadır. Kuşkusuz aralarındaki çelişkiler Irak petrolleri üzerinde denetim ve hegemonya kurma, Ortadoğu’ya daha fazla hakim olma politikalarından kaynaklanıyordu. ABD karşısında bir blok tavrını geliştirme güç ve yetenekleri bu aşamada olmadığı için uzlaşmak, uzlaşırken en fazla payı gözeterek uzlaşmayı esas almak durumunda kaldılar. Savaşarak hegemonya kavgasını yürütme konumunda olmadıkları için uzlaşarak hegemonya savaşını sürdürmeyi zorunlu gördüler. Uzlaşma altında hegemonya kavgasını yürütme, tek kutuplu dünya gerçeğinin temel özelliklerinden biri. Bu noktayı açmak yerine Irak savaşının Kürdistan açısından anlamını, getiip götüreceklerini kısaca açmaya çalışalım. Esas konumuz da bu.

Yakın bir gelecekte ABD’nin Irak saldırısı başlayacak. Bu kesin. Diğer bir kesin olan nokta da şu. Başta Güney olmak üzere Kuzeyi ve Güneyi ile Kürdistan’ın bu savaşta çok önemli ölçüde etkileneceğidir. Şöyle de denilebilir: Hazırlıkları süren Irak savaşı, bundan sonraki Kürdistan tarihi üzerinde çok önemli bir etkide bulunacaktır. Bu noktada hemen hemen bütün Kürt grupları ve siyasal unsurları hemfikir. Ancak bu Kürt gruplarının eli kulağında olan savaşı değerlendirmeleri, savaş karşısında aldıkları tutum birbirinden son derece farklıdır. Görülen ve yansıyan genel eğilim şöyle özetlenebilir:

ABD’nin Irak’a düzenleyeceği bir askeri sefer, yapacağı bir savaş, özellikle Güney Kürdistan’a yeni açılımlar getirecek, varolan devletleşme düzeyini daha üst bir aşamaya sıçratacak ve genelde Irak’ın "yeniden yapılandırılması programı, Kürtlere büyük avantajlar, büyük olanaklar sağlayacaktır!" Dolayısıyla Saddam rejimini yerle bir edecek, Irak’ı federal bir devlet haline getirecek bir savaş iyidir, Kürtler’in yararına ve hayrınadır!

Devrimci sosyalist bakışaçısını bir yana bırakalım ve gerçek anlamda Kürt halkının çıkarlarını ve kazanımlarını bakışaçısının odağına oturtan milliyetçi bir bakışaçısıyla gelişmelere bakalım ve soralım:

Gerçekten emperyalist bir savaş Kürtler’in temel hak ve kazanımlarına ne tür katkılar getirecek? Böyle bir savaşta Güney Kürdistan, ulaşılan devletleşme düzeyini koruyabilecek mi, yoksa altı boşalmış bir özerk yönetimle mi yetinmek durumunda kalacak? Bu sorular önemli. Doğru yanıtlayabilmek için Irak, Kürdistan ve Ortadoğu üzerinde süren politikalara bakmamız gerekir. Kürtler için sorun, Saddam rejiminin yıkılıp yıkılmamasında düğümlenmiyor. Gerçekten de savaştan sonra Irak yeniden biçimlendirilirken Kürtler daha geniş bir özerk yönetime ulaşabilirler. Bu mümkün. Zaten mevcut Irak Anayasası’nda Güneye sınırları çok sıkı bir biçimde çizilmiş bir özerklik öngörülüyor, yeniden yapılanmanın bundan geri olmayacağı açıktır. Ancak bu sorunun sadece bir boyudur. Esas boyutu Irak, Kürditan ve Ortadoğu üzerinde odaklaşan politikaların kendisinde düğümleniyor...

ABD için önemli olan ve politikasının odağında olan tek şey, Irak üzerinden Ortadoğu petrolleri, su yolları üzerinde tek başına egemen olmak, Ortadoğu’yu tek başına hegemonyasına almaktır. Bunun da dünyayı rakipsiz ve tek başına bir imparatorluk gibi yönetmenin çok önemli bir ayağı olduğu kesindir. Dünyayı bir imparatorluk gibi tek başına yönetme stratejisinde bölgesel ve yerel müttefiklere ihtiyaç duyduğu ve bunları oluşturmak için çok yönlü bir çaba içinde olduğu bilinen diğer bir gerçekliktir. Bu bağlamda TC’ye bölgesel düzeyde stratejik bir önem verdiği, AB üyeliğini de bu bağlamda desteklediği, bunu dünya hegemonyasının yerel, bölgesel köprü başlarını oluşturma ve geliştirme stratejisinin bir parçası olarak algıladığı biliniyor. Dolayısıya Ortadoğu, Irak ve Kürdistan politikasında ABD’nin TC’nin kimi duyarlılıklarını gözeterek onu en üst düzeyde kullanmaya çalışacağı kesindir. Irak üzerinde bir işgal yönetimi kurarken ve Irak’ı yeniden biçimlendirirken TC’nin temelde itiraz edeceği ve kendisi için yaşamsal saydığı noktaları gözardı etmeyeceği açıktır.

Kaldı ki, gelinen noktada Irak savaşı, bunun stratejik planlamasında TC’ye düşen rol, bu planlamada TC’nin katılım düzeyi, Irak’ın yeniden biçimlendirilmesi konularında ABD ile TC arasında belli bir anlaşmanın yapıldığı ve bunun ayrıntılarının bile şekillendirildiği karşılıklı yapılan son gezilerden sonra basına da yansıtıldı. ABD Savunma Bakan yardımcısı, TC’nin Irak savaşına en üst düzeyde ve etkin bir biçimde katılacağını, askeri üslerin modernize edileceğini ve katkılarının diğer müttefiklerinin katkılarının üstünde olacağını açıkladı.

TC Genelkurmay’ı da kendi stratejisinin ana çizgilerini basına yansıttı. Buna göre, Türkiye’nin sorunların barışçı yöntemlerle çözülmesinden yana olduğunu hatırlatan demagojik laftan sonra şu noktaların altı çizildi. Türkiye bu savaşta etkin bir politika izleyecektir. Kesinlikle bir Kürt devletinin ortaya çıkmasına izin vermeyecek, sınıra askeri güç ve malzeme konumlandırılacak ve savaş anında ise gelebilecek tehlikeler sınırın ötesinde karşılanacak ve orada denetlenecektir. Basına yansıtılan bu sözlerin anlamı açıktır. Irak savaşında TC, Güney Kürdistan’ı işgal edecek, bu işgali süreklileştirecek ve bunu Irak’ın yeniden şekillendirilmesi planında daha etkin söz ve karar sahibi olmada etkili bir politik ve askeri koz olarak kullanacaktır. Bu işgal sürecinde Güney’de uluslaşma, devletleşme ve toplumsal kurumlaşma düzeyinde yaratılan değerlei ve kazanımları tasfiye etmek için herşeyi yapacağı da kesindir. Ortada belki bir kabuk bırakacaktır, ama bu, Filistin’de bırakılan kabuğun ötesinde bir anlam ifade etmeyecektir. İsrail şimdi Filistin’de ne yapıyor? Bu, TC ve ABD için önemli bir deneyimdir. Bu deneyimden sonuna kadar yararlanacaklardır. Burada daha derin tahliller yapmaya gerek yoktur. Soru ve sorun şudur, bir savaşın Kürtler’e çok şey getireceğini düşünen siasal grup ve “şahsiyetler” bunun üzerinde birazcık düşünmelidirler:

İşgal altında, içi boşaltılmış, alt yapısı tasfiye edilmiş bir özerklik veya federe devlet oluşumunun ne anlamı olacak? ABD’nin genel Irak planında, Irak’ın yeniden önemli bir güç ve ağırlık olmasını önlemek amacıyla merkeziyetçi bir devlet yerine, bölgelere dayalı bir federasyon öngörülüyor. Bu noktada Güney Kürdistan’ın geniş bir özerkliğe sahip federe devlet olabileceği de varsayılıyor. Ancak öte yandan TC’nin Güneyi işgali ve Irak’ın resmi açıklamalara göre en az bir yıl bir Amerikalı generalin başında bulunduğu bir işgal yönetiminde olacağı düşünüldüğünde, Güney Kürdistan’ı yeni zorlu bir sürecin beklediği de açıktır.

Kuzey de bir savaş alanı olacaktır. Bu, daha fazla yıkım, daha fazla yoksullaşma, göç ve yurtsuzlaşma anlamına gelir.

Öte yandan böyle bir savaşın KADEK’in kaderini de büyük ölçüde etkileyeceğini, hatta belirleyeceğini geçerken sadece not etmekle yetinelim.

Bütün bu gelişmeleri alt alta topladığımızda milliyetçi bir bakış açısına göre bile emperyalist bir savaşın Kürtler’in aleyhine olduğu açıktır. Kaldı ki ABD’nin dünya ve bölge stratejisinin bütün halklar açısından ne anlama geldiği, geçmişte Vietnam’da, Latin Amerika’da, bugün Filistin’de besbellidir. Bu dünya ve bölge stratejisinin halkların özgürlük, bağımsızlık ve toplumsal kurutuluş özlemleri ve mücadeleleri açısından nasıl büyük bir handikap olduğunu genişçe açmamıza gerek var mı?

Kısacası Güneyi ve Kuzeyi ile Kürdistan’ı zorlu günler bekliyor. Savaş sürecinde kimi boşluklar, fırsatlar, olanaklar ortaya çıkabilir. Bunlar da mümkün. Ama egemen olan yan zorluklar, tehlikeler ve imha-tasfiye planlarıdır. Bunları bugünden görmeden sıradan bir yurtsever olmak, hele tutarlı bir yurtsever olmak mümkün değildir.

Kuzeydeki devrimci yurtsever güçler açısından temel sorun, halkımızın politikasız, doğrultusuz olması; buna karşılık, İmralı çizgisi doğrultusunda çok yönlü bir tasfiyeye götürülmesi gerçekliği karşısında bir seçenek olamamalarıdır. Görev de bu soruna çözüm getirmektir.

PKK-Devrimci Çizgi Savaşçıları