Mustafa Alp Dağıstanlı Aslında, harekatın olacağı Başbakan Bülent Ecevitin Ocaktaki Washington seferinde belli olmuştu. O ziyarette belli olan bir şey daha vardı; ABD Türkiyeden de katkı istiyordu, Irak harekatına. Üstelik, biliyoruz ki, istenen bu katkı İncirlik Üssünün kullandırılmasından daha fazla bir şeydi. Çünkü Başbakan Ecevit, İncirliki zaten kullanıyorlar demişti. Şimdi durumu kabaca bir gözden geçirelim; zira durum da zaten yeteri kadar kaba. ABDnin Saddam Hüseyin rejimini alaşağı etmek için 250 bin askerin bir kara harekatına girişmesine ihtiyacı olduğu söyleniyor. Peki kim olacak bu askerler? Amerikalılara desteğe uygunadım koşacak 30 bin kadar İngiliz askeri mi? Yetmez. Tabii ki, bu iki ülke bu sayıda asker çıkarabilir, ama iş sayıyla bitmiyor. Eski CIA Başkanı James Woolsey, Savunma Bakanlığı Başdanışmanı Richard Perle gibi Irak operasyonunu vargüçleriyle itekleyen şahinler ne diyor? Bir Irak operasyonu için ABDnin hiçbir ülkeye ihtiyacı yok, Türkiye hariç diyorlar. Neden böyle dediklerini anlamak için haritaya bakmak yeterli ipucunu verir. Amerikan askerleri, uçak gemileriyle, çıkartma gemileriyle, uygun başka hangi araçları varsa onlarla Basra Körfezinden Iraka dayanır ve askerlerini yürütebilir kuzeye, Bağdata doğru. Ama etkili ve kısa sürede sonuç alınacak bir kara harekatı için bir şey daha gerekiyor. Irak ordusunun Bağdatın kuzeyine doğru çekilebileceği, ona manevra ve nefes alma imkanı sağlayacak bir cephe gerisi bulamaması lazım. Yani birilerinin de kuzeyden güneye yürümesi gerekiyor. Kim bu yürüyecek askerler? Dananın kuyruğunun koptuğu yer burası işte. Yoksa ABD, Türkiyeden Irak operasyonu için müsaade istemiyor, İncirlik Üssünü kullanmak için de yalvarmıyor. Gazetelere de yansıdığı gibi, pazarlık aşamasındayız. Aslında, pazarlık da Ecevitin Ocak gezisinde başlamıştı; daha doğrusu Eceviti zaten bunun için çağırmışlardı oraya. ABDnin kendi iç tartışmaları ve zaman ayarlamaları dolayısıyla araya ara girdi ve şimdi tekrar operasyon durağına geldik. Wolfowitzin görüşmelerinden anlaşılıyor ki, Ankara o zaman kimi kabul edilen, ama askıda bekletilen taleplerini tekrar masaya sürmüş. Bunca talep sadece bir üs kullanma ihtiyacı için olabilir mi? Bize söylenmeyen birşeyler var. Pazarlık filan deniyor mesela; bunlar sızdırılmış. Dikkat ederseniz, yine Ecevitin gezisindeki gibi hep Türkiyenin istedikleri konuşuluyor. ABDnin ne istediğine dair bir şey duyan, okuyan, gören var mı? Neyin karşılığında istiyor Türkiye bunları? Sadece bir tarafın isteklerinin konuşulduğu bir pazarlık olabilir mi? Dahası var. ABDnin bazı etkili isimleri Türkiyeye Musul ve Kerkük petrollerinden pay verilmesini bile önermişti, Ankarayı ikna etmek için. Neye ikna etmek için? Türkiyeyi tava getirmek için ortaya atılmış boş bir vaad de olabilir bu, ama yine de bir şeyin göstergesi: Musul ve Kerkükü tepside Türkiyeye ikram edecek kadar cömertleştiğine göre ABD, karşılığında pek büyük bir şey istiyor demek. Hangi kazın gelmesini bekliyorlar da tavuğu esirgemiyorlar? Bana öyle geliyor ki, Türkiyeden istenen şey Memetçiktir. Türk askerinin kuzeyden güneye yürüyerek Irak ordusuna bir cephe arkası bırakmamasıdır. Ağır bir yük! Buradan devam etmeden, bir de terazinin öbür kefesine bakalım. Türkiyeyi yönetenlerin hayır deme şansı var mı? Askerin karşı olduğunu söyleyenler var. Bilmiyorum, belki de öyledir, ama karşı duracak hali var mı? Pek şüpheli. Askerin tek çekincesi Kuzey Irakta bir Kürt devleti ihtimali. O konuda da en yetkili ağızlardan garanti veriyor ABD. Türkiyede askerin bakış açısı, özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra ABDye gayet uygundur. Ayrıca, şunu da gözden uzak tutmamakta fayda var: Iraka askeri operasyonu kışkırtan, asıl olarak, Wolfowitzin de önde gelen isimlerinden olduğu ABDdeki Yahudi lobisidir. İsrail, en yetkili ve etkili ağızlarından bu kışkırtma işine su taşımaktadır. Türkiye ile İsrail arasındaki stratejik ittifakın mimarı da TSKdır. Ve yine bütün gelişmeler İsrail-Türkiye ekseninin berkitilmesine doğru akmaktadır. Ecevitin Washington gezisinde Türkiye ABDden serbest ticaret bölgeleri kurulması, bazı ticari ayrıcalıklar tanınması gibi isteklerde bulunmuştu. Washington, bu istekleri nitelikli sanayi bölgelerine yönlendirdi. Nitelikli sanayi bölgelerinin mimarı İsraildir ve halihazırda İsrail-Ürdün ve İsrail-Mısır arasında işlemektedir. Washingtonın önerisi, Türkiyenin de bu eksene dahil edilmesi yönündedir. Bu uzun, ama yine de özet geçtiğim ouml;nemli parantezi kapatıyorum. Bir de malum, Türkiye hala bir iktisadi kriz içinde debelenmekte. Bütün söylenenlere rağmen eğer daha kötü bir yerde değilse, kritik eşikte duruyor Türkiye ve önümüzdeki yıl daha da zor geçecek. Sözü uzmanına bırakayım. Eski Merkez Bankası başkan yardımcısı, Hürriyet yazarı Ercan Kumcunun Ülkenin önünü açmak başlıklı yazısından birkaç cümle (17 Temmuz 2002): Bu halimizle dahi 2003 yılını çıkarabilmek için IMFden ek mali yardım almak durumunda olduğumuz unutulmamalıdır. Olası bir Irak müdahalesi ek kaynak ihtiyacımızı artıracak bir olgudur. Kısacası, işte bu durumun da teşvikiyle bir Irak operasyonuna ve Türkiyenin de bu operasyona katılmasına kurtarıcı gözüyle bakan insanlar var ülkemizde. Bu kabul edilemez bir şey. Asla kabul edilemez bir şey. ABDnin Iraka saldırması da kabul edilemez, İngiltereyi ve İsraili bir kenara bırakırsanız destekleyen bir tek ülke bile yok. Gerekçeleri çok tartışmalı, meşruiyet zemini zedeli bir operasyon olacak bu. ABD tek süpergüç. Türkiye, ABD ile aynı değerleri paylaşmıyor ve paylaşmamalı. Bir ülkeye saldırmak, savunulabilecek, paylaşılabilecek bir değer olamaz. Üstelik, Türkiye, katılırsa bu operasyona, bir komşusuna saldırmış olacak. Bu önemli bir şey. Ve saldırmak için hiçbir meşru gerekçesi yok. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığıyla bir şey söylemiyorum, ama dediğim gibi, ABD operasyonunun da gerekçesi meşru olmayacak zate. Dahası, bu saldırı, Türkiyenin güvenliğini pekiştirmek bir yana, daha da riskli bir duruma taşıyacak. Bir kere, öbür komşularımız da bilecek ve her an gözlerinin önünde tutacakları bir yere not edecekler ki, Türkiye komşularına saldıran bir ülkedir. Sonra, toplumların ortak hafızası var ve Irak halkının hafızasına da kazınacak Türkiyenin kendilerine saldırdığı. Evet, belki Saddam Hüseyin gidecek, Irak halkı cani bir diktatörden kurtulacak, yerine yakın vadede Türkiyeyle müttefik bir yönetim geçecek, ama Irak unutmayacak Türkiyenin saldırgan olduğunu. İleride, tarih kitaplarında ne yazacak? Türkiyenin komşusu Iraka ABD ile beraber saldırdığı. Bu hamle, geriye dönülmez ve telafi edilemez biçimde Türkiyenin bütün dış politikasında kategorik bir değişime yol açacak. Türkiye daha zarar görebilir bir hale gelecek. Bu silahlanma harcamalarının artması demek doğrudan doğruya. Belki de iç politikaya paralel olarak, dış politikada da yeni bir oluşumla karşı karşıya kalacağız. ABD harekatına Türkiyenin aktif olarak katılmasını isteyenlerin argümanlarından biri de, dışında kalıp pasif durumda olmaktansa, içinde yer alıp masada da söz sahibi olmanın iyi olacağı. (Savaşa girin masaya oturun Sabah, 18.07.2002) Bu da kabul edilemez bir argüman. Bu, doğrudan doğruya, bir paylaşım kavgasının taraflarından biri olma pozisyonunu tarif ediyor. Akbaba kültürünü pışpışlıyor. Bu, bize yabancı, hiç de aşina olmadığımız bir tavır. Memetçikin Iraka girmesi durumunda, bir tehlike daha var hesaba katılması gereken. ABD, bir operasyon durumunda, Saddam Hüseyinin biyolojik, kimyasal silah kullanma ihtimali olduğunu söylüyor. Eğer bu doğruysa, Türkiyeye karşı da kullanabilir, en azından Iraka giren askerlere karşı kullanabilir. Kimin savaşında, kimin için, ne uğruna ölecek Memetçikler? Bir soru daha var aklıma gelen. Belki Memetçikler bir şey diyemiyor, ama Memetler ve Ayşeler ne diyor Türkiyenin ABD kuyruğunda Iraka saldırmasına? (Operasyon, harekat gibi kibarlaştırılmış laflardan sıyrılalım). ABDde bile Iraka operasyona kamuoyu desteği yüzde 59 düzeyinde. Müttefiklerinin katkısı olmadan, tek başına hareket etmesi durumunda daha da düşüyor bu destek (Christian Science Monitor, 17.07.2002). Türkiye halkı ne düşünüyor peki? Neden tartışılmıyor bunlar? Ankara, ABDye Bize Irak sürprizi yapmayın demiş. Ben de Ankaraya diyorum: Bize Irak sürprizi yapmayın sakın. Sakın! 18 Temmuz 2002
Pariste Sivas şehitleri anıldı 2 Temmuz 93te Sivasda katledilen 35 aydın ve sanatçıyı anmak için, 6 Temmuz Cumartesi günü Pariste, Türkiyeli demokratik kuruluşların oluşturduğu bir komite (ACTIT, APA, ASEP, BIR-KAR, EKM VE ODAK) tarafından bir miting düzenledi. Birkaç gün öncesinden Türkiyelilerin yoğun olduğu semtlerde bildiri dağıtıldı ve miting için çağrı yapıldı. Saat 18:00de başlayan miting 21:00de sona erdi. Eyleme 300ün üzerinde katılım sağlandı. Bu rakam, son eylemlere katılımın zayıflığı düşünüldüğünde anlamlıydı. Ünlü Republique (Cumhuriyet) meydanında gerçekleştirilen mitingde komite tarafından hazırlanan program sunuldu. Sivasla ilgili şiirler okundu, mitinge katılan sanatçı ve gruplar türküler söylediler, halk oyunları sunuldu. Komite adına bir konuşma yapıldı. Konuşmacı, Sivas katliamının unutulmayacağını ve katliamın arkasında devletin olduğunu vurguladı. Miting halaylarla sona erdi. Bir-Kar/Paris Adanada anma... 1991 yılında katledilen İHD yöneticisi Vedat Aydının cenazesine giderken kaza sonucu yaşamlarını yitiren Adana İHD başkanı ve yöneticileri (Elif Tuncer, Celal Ülmez, İmam Turan, Hasan Üzüm, Yusuf Üzüm) ölümlerinin 11. yıldönümünde mezarları başında anıldı. Jandarma ve polisin yaptığı kimlik kontrolü sonrasında mezarlığa girildi. İHDnin hazırlamış olduğu anmaya İHD yöneticileri, HADEP il başkanı ve yöneticileri, aileler ve sosyalist basın katıldı. Jandarmanın tutumunu eleştiren konuşmanın ardından devrim şehitleri adına bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. Bir İHD yöneticisinin beşleri anlatan konuşmasının ardından Devrim şehitleri ölümsüzdür!, Beşler onurumuzdur! sloganları atıldı. Mücadelede şehit düşen diğer devrimcilerin mezarlarının ziyaretinin ardından eylem son buldu. SY Kızıl Bayrak/Adana |
|||||