20 Temmuz'02
Sayı: 28 (68)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD hesabına savaşacak ve sosyal yıkımı sürdürecek yeni bir yönetim arayışı
  Düzen çözümsüzlüğe mahkumdur
  Emperyalizm "seçim"ini yaptı!
  Yeni oluşum"un solculuğu!
  İMF-TÜSİAD koalisyon hükümetinin üç yıllık icraatları/1
  Esnek üretim saldırısı eylemli bir mücadeleyle püskürtülebilir
  Sınıfı köleleştirme saldırısına karşı kampanyamız sürüyor
  Türkiye nasıl yönetiliyor?
  Belediyelerde TİS süreci üzerine
  F tipinde intihar!..
  "Devrimci basın susturulamaz!"
  Irak'a karşı emperyalist savaş için son pazarlıklar...
  Direnişçi İSDEMİR işçileri ile dayanışmayı yükseltelim!
   Jandarma İSDEMİR işçilerinin eylemine saldırdı...
   İSDEMİR işçilerine!
   Saldırı ve ihanete karşı sınıf seferberliği!
   Yeni iş kanunu tasarısı: Sermayeye kuralsız ve sınırsız sömürü güvencesi!
   Adana Öncü İşçi Platformu Girişimi Bülteni'nden...
   Esenyurt İşçi Bülteni'nden...
   Pratik faaliyetlerden...
   İddialar ve gerçekler...
   Türkiye neden Irak'a girmemeli?
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
“Hücre ölüm demektir!” Tecrit çarkı sonuçlarını üretiyor...

F tipinde intihar!..

K. Ferhat

15 Temmuz gecesi F tipinden bir intihar çığlığı yankılandı. Çığlığın sahibi 25 yaşındaki bir genç, Volkan Ağırman'dı. Ağırman, Ümraniye Cezaevi'nden 19 Aralık katliamı sonrasında Kandıra F Tipi Cezaevi'ne götürülenler arasındaydı. Amcası İsmet Ağırman'ın açıklamasına göre Volkan Ağırman itirafçılığa zorlanmış, kabul etmeyince üç kişilik hücrede tek başına tutulmaya başlanmıştı. Babasının yaptığı açıklamalara bakılırsa Volkan Ağırman'ın intiharı geliyorum demişti. İHD Başkanı Hüsnü Öndül'ün 18 Temmuz tarihli Evrensel'deki yazısında aktardıkları bu durumun bir göstergesi niteliğinde: "12 Temmuz Cuma günüydü ve TAYAD'lı ailelerle, TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanı Hüseyin Akgül ile görüşüyorduk", görüşmede Volkan'ın babası "'Volkan Ağıman' dedi, 'benim oğlumdur ve tecrit yüzünden çıldırmak üzeredir.' Adam ağlamaklı idi." Yine babasının anlattığına göre Volkan Ağırman görüşmeleri sırasında "Baba burada yaşanmaz. Burada geçen her gün bir ömre bedel" demiştir.

Bu kısa açıklamalardan da anlaşılacağı gibi Volkan Ağırman'ın katili F tipidir. Fakat burada gencecik bir insanın hayatının güzel günlerinde ölümü yaşama tercih etmesine biraz daha yakından bakmamız gerekiyor. Volkan Ağırman'ın tüm insanlığa yönelttiği çığlık bunu yapmamızı bir anlamda zorunlu kılıyor. Volkan Ağırman F tipi cezaevlerinden çıkan ilk ölü değil. O'na onlarcasından sonuncusu demek daha doğru olur.

Bu intihar F tipinin gerçekliğine can pahasına tutulmuş bir başka ışıktır. Ağırman tecrit çarkının canından etmek anlamında öğüttüğü ilk insan ve öyle görünüyor ki son insan da olmayacak. Çünkü basında Volkan Ağırman'ın intiharı üzerine yapılan haberler, yalnızca O'nun intiharını vermekle kalmıyor. Ölüm düzeyinde olmasa da, ölümle boy ölçüşür örnekler de bu habere eşlik ediyor. Bir örnek olarak Evrensel gazetesinin 18 Temmuz tarihli haberini verebiliriz. Volkan Ağırman'ın intiharının verildiği haberin yanında verilen üç küçük haberi özetleyelim. İlk haberde "Avukatlar Gülizar Tuncer ve Mihriban Kırdök; Kandıra, Tekirdağ ve Sincan F Tipi cezaevlerinde tutulan müvekkillerinin psikolojilerinde bozulmalar meydana geldiğini söylüyorlar... Bu kişiler arasında akırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne kaldırılanların bulunduğuna işaret eden avukatlar, bir kısmının da cezaevi revirine kaldırıldığını ve Kandıra F Tipi Cezaevi psikoloğu denetiminde tedavi gördüklerini aktarıyorlar". İkinci haberde "Bir müvekkilinin gösterdiği davranış bozuklukları yüzünden Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne kaldırıldığını dile getiren Av. Oya Ersoy Ataman...". Üç¨ncü haberde ise 19 Aralık katliamı sonrasında düzenlenen operasyonlarda tutuklanan ve F tipinde on buçuk ay kalan Yüksel Atay, bu süre içerisinde F tipinde kalmasının üzerinde yarattığı etkileri ifade ediyor: "...İnsan çürüyor... F tipine giren insanın davranışlarının değişmemesi olanaksız... Çok sinirli biri oldum. En ufak bir şeyden kavga ediyorum... Ev yaşantımda hep bir şeyler eksik gibi... Vücudun iflas ediyor, benin iflas etmese de..."

Bu örnekler elbetteki buzdağının görünen kısmından. Bir de görünmeyen kısmı var. F tipinin insan öğüten çarkları işledikçe kimbilir daha kaç Volkan'ın intiharını duyacağız. Daha kaç kişinin psikolojik durumuyla ilgili açıklamalar yapılacak. Ya da bu konularla ilgili daha kaç yazı yazacağız. Belki de gitgide bu ölümleri ve olayları da kanıksayacağız. Onlarca kişinin ölümünü kanıksadığımız gibi.

Ağırman'ın çığlığının ve diğer örneklerin ortaya koyduğu bir başka gerçeklik daha var. Evet, gencecik bedenler için intiharı bir kurtuluş haline getiren tecrit gerçekliği, devletin propagandasının yalan olduğunun göstergeleri. Çünkü hatırlanırsa F tiplerine geçilmeden önce, devlet tarafından F tipleri konforlu, rahat vs. gibi niteleme ve görüntülerle kamuoyuna propaganda edilmişti. Tecridin olmadığı hala iddia ediliyor! İntiharlar F tiplerinin yaşanabilir yerler olmadığının yakıcı kanıtları. Ama bunun da ötesinde, bu tür olaylar F tiplerinin amaçlananı yerine getirdiğinin birer kanıtıdır aynı zamanda. Çünkü F tipleriyle amaçlanan insanları teslim almak, alamadığını yoketmektir. Bedensel olarak tutsak edilseler de ideolojik ve siyasi kişilikleri teslim alınamayanların F tipinin dehlizlerinde yitirilmesi amaçlanmaktadır. Bu ise çeşitli şekillerde gerçekleşiyor. Bazen intihara kadar varıyor... Bazen ileri derecede ruhsal bozukluklar... Bazen ise fiziki rahatsızlıklar...

Evet, Volkan Ağırman'ın intiharında da bir kez daha görüldüğü üzere F tipleri işliyor. Bu işleyiş o kadar insanlık dışı sonuçlar üretiyor ki, ne kadar görmezlikten gelinse de sonuçları kendini dayatıyor. Bu dayatma her seferinde "Hücre ölüm demektir!" ifadesinin doğruluğuna tanıklık ediyor. Aynı anlama gelmek üzere devrimcilerin bu konudaki söylediklerini de doğruluyor. Hatta daha da ötesini... Ne diyordu Volkan Ağırman babasına "Baba burada yaşanmaz. Burada geçen her gün bir ömre bedel".



Tecride hayır, ölümleri durdurun!

12 Temmuz Cuma günüydü ve TAYAD'lı ailelerle, TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanı Hüseyin Akgül ile görüşüyorduk. Mavi gömlekli, esmer, bıyıklı bir baba benim yanımda oturuyordu. Sanıyorum benden gençti. İki oğlu cezaevindeymiş. Anlattı. “Volkan Ağırman” dedi, “Benim oğlumdur ve tecrit yüzünden çıldırmak üzeredir.” Adam ağlamaklı idi. Tutuyordu kendisini. Besbelli. Benim yanımda oturuyordu. Ben, özellikle ailelerin anlatımlarının kayda geçmesi için, tutuklu ve hükümlülerin adlarının ve hangi cezaevinde bulunduklarının belirtilmesini istiyordum. Kayda geçirilmişti, Volkan'ın adı.

15 Temmuz Pazartesi günü, sabah erkenden geldi TAYAD'lı aileler; İstanbul'dan, İzmir'den, Antalya'dan, Malatya'dan ve başka yörelerden Ankara'daki demokratik kitle örgütlerinin çok sınırlı sayıdaki temsilcisi ile karşıladık onları, Ankara'ya girişte, turnikelerde. Sıhhiye Abdi İpekçi Parkı'na kadar, polis eskordu eşliğinde geldik. Konuşmalar yapıldı. Heyetler oluşturuldu. Yüz bini aşkın imza idi bizi buluşturan. Tecridin ortadan kaldırılması için, ölümlerin durdurulması için atılmış imzalardı bunlar.

Randevu istemlerine olumlu yanıt alamamıştı TAYAD'lı aileler. İHD'nin Adalet Bakanlığı nezdindeki girişimi de sonuç vermemişti.

Beşer altışar heyetler oluşturuldu. Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Adalet Bakanlığı'na imzalar götürülecekti. Özenle düzenlenmiş, dosyalanmıştı imzalar. İmzalar dilekçe olarak sunuldu, yetkili devlet organlarına.

Saadet Partisi Genel Merkezi'nde de görüşme vardı. Aileler yine anlattılar sorunlarını. Ben de söz aldım. Yalnızca, 'Durum acildir' dedim. Gerçekten durumun ne kadar acil olduğunu, bir saat geçmeden hepimiz anlayacaktık. Görüşmeden sonra Abdi İpekçi Parkı'nda bizi bekleyen tutuklu yakınlarının yanına döndük. Artık eylem sona ermişti ve İstanbul'a dönecek olanlar, otobüslerine yönelmişlerdi.

Herkes sıra sıra otobüslere binmeye çalışıyordu. “Eksik var mı” diye soruyorduk.

Mavi gömlekli, siyah gür bıyıklı esmer adam, ağlıyordu. Hem de hıçkırarak.

Volkan'ın ölüm haberi gelmişti.

Eylem sona ermişti. Volkan'ın ölüm haberi gelmişti.

Bizim eylemimiz sona ermişti ama, sona eren neydi?

Sarayı kuşatmazsak, bize saray içinde olanı biteni, entrikaları, diziler halinde pek de eğlenceli biçimde izlettirirler. Biz sarayın dışındakiler, gerçek sorunlarımızla, ölümlerle, tecritlerle, işsizlikle, pahalılıkla, sağlık ve eğitim sorunlarımızla, onları aşamadan yaşar dururuz, yaşayabildiğimiz kadar. Saray dışındakiler, gerçek sorunlarla yüz yüze olanlar, birleşmezsek, sürekli ve düzenli kılmazsak mücadelemizi, daha çok mavi gömlekli, siyah gür bıyıklı babalarımız ağlayacaklardır.

Yiğittir halkımızın babaları ve anaları. Yalnızca bilelim ki, tecrit şu anda hapishane duvarlarının kuşattığı insanların sorunu değildir. O nedenle bırakmayalım anaları babaları bir başlarına.

Yaralı yüreklere söyleyebileceğimiz, gerçekleştirmek istediklerimiz olmalıdır. F tipi cezaevi gerçeği, tecritte kendisini ifade ediyor. Bırakalım şimdi bazı tutuklu ve hükümlülerin ölüm orucu eylemini sürdürüyor olmasını. Biz dışarıdakiler, somut programla ve gerçekten birleşik güçlerimizle ve gerçekleştireceğimiz etkinliklerle çıktığımızda yeryüzüne, kendisini sonu ölümle biten eyleme başvurmak zorunda hisseden mahpus, güvenecektir bize. Bu aynı zamanda bir çağrıdır. Her birimizin ayrı ayrı çabaları ve soruna mesleki açıdan ilgisi (hukuksal ya da tıbbi açıdan) elbette saygı değer çabalardır. Ancak özgürleşmemiz mesleki çabaların en iyi şekilde yerine getirilmesi yanında, artı çabaları ve girişimleri de gerektiriyor. Gün, tecrit koşullarında tutulan insanların çığlı&curre;ına güçlü yanıtlar verme günüdür.

Hüsnü Öndül

(18 Temmuz tarihli Evrensel gazetesinden alınmıştır...)