İMF-TÜSİAD koalisyon hükümetinin üç yıllık icraatları/1
Emperyalizmin ve sermayenin hizmetinde Bir istikrar arayışının ürünü olarak kurulan, fakat istikrarsızlığı daha da artırmaktan kaçınamayan 57. cumhuriyet hükümeti de bir seçim dönemini tamamlayamadan yıkılma aşamasına gelmiş bulunuyor. Ve sistem bir kez daha istikrarı sağlamanın yolunu erken seçimlerde arıyor. Yolun sonuna gelmiş bulunan DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti, tıkandığı noktaya kadarki tüm icraatlarında gösterdiği müthiş uyumla, güya ülkede siyasi bir istikrar ortamı oluşturmuştu. Gerçekten de, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerinin giriştiği kısmi mücadele dışında, düzen cephesinden bu hükümete karşı ciddi bir muhalefet yürütüldüğü iddia edilemez. Ecevitin bir dönem ikide bir tekrarladığı alternatifimiz yok sözleri de, düzen cephesindeki bu siyasal daralmışlığın itirafından başka bir anlam ifade etmemektedir. 3lü koalisyondan oluşan bu istikrar hükümetinin nasıl olup da tam tersinden istikrarsızlığın artmasına yol açtığını anlamak için üç yıllık icraatına kabaca göz atmak bile yeterlidir. Ama önce, gelinen noktada erken seçimi zorunlu hale getirmiş bulunan istikrarsızlığın ana hatlarını ortaya koyalım. 57. hükümet döneminde ülke ekonomisi, eğer Amerika stratejik çıkarları nedeniyle desteklemeseydi, ardarda yaşanan krizler yüzünden çöküş noktasına getirilmiştir. Ekonomiyi krize sürükleyen asıl etmenin İMF programları olduğunu artık dünya alem biliyor. Bu hükümet ise daha kurulmadan İMF programlarının kararlı uygulayıcısı olma sözü vermiş, bu sözü sonuna kadar tutmakta tereddüt göstermemiştir. İkinci istikrarsızlık alanı siyaset alanıdır. Hükümetin düzen içi bir ciddi muhalefetle karşılaşmaması, hatta her alanda destek gören bir ulusal mutabakat hükümeti misyonuna büründürülmesi, ülkede siyasal istikrar sağlandığının göstergesi değildir. Ezen ve ezilen sınıflardan oluşan bir toplumda siyasal istikrar, bu sınıflar arasındaki çatışmanın asgariye indiği koşulların ifadesi olabilir. 57 hükümet ise uyguladığı İMF-TÜSİAD programlarıyla sınıflar arasındaki uçurumu hızla derinleştiren, dolayısıyla sınıf çelişkilerini keskinleştiren bir rol üstlenmiştir. Bu hükümetin iş başında olduğu üç yıl süresince, işçi sınıfı ve emekçi kitleler en az 33 kat yoksullaştırılmıştır. Bu hükümetin imzaladığı ve uyguladığı Stand-bylarla ücretler sabitlenirken ürünler sürekli zmlanmış; İMF direktifleriyle kapatılan veya satılan kamu işletmelerinden tasfiye edilen onbinlerce işçiye, kriz nedeniyle kapatılan işletmelerden tasfiye edilen onbinlerin eklenmesiyle, işsizler ordusuna yeni açlık taburları eklenmiştir. Hükümetin bu alanlarda aldığı kararlar, yürüttüğü programların 3 yıllık dökümünü özetleyecek olursak: * Daha iş başına geçer geçmez, İMF ile yakın izleme anlaşmasının yeni Stand-byın imzalanacağı 2000 başına kadar uzatılması konusunda anlaştı. Bu uzatmanın koşulları; kamu ürünlerine zam, kamu mallarının satışı, ücretlerin enflasyona endekslenmesi, uluslararası tahkimin, özel tüketim vergisinin, mezarda emekliliğin yasalaştırılması, devlet bankalarının özelleştirilmesi, tarımda destekleme alımlarının en aza indirilmesi, kamu emekçilerine sahte sendika yasası dayatması idi. Bu saldırı anlaşmasına karşı işçi ve emekçiler yükselen bir eylemlilikle yanıt verdi. 24 Temmuzda Ankarada yapılan merkezi eyleme 500 bin işçi ve emekçi katıldı. * Hükümet yıkım programlarına karşı yükselen bu eylemli direnişi kırmayı 17 Ağustos depremi sayesinde başarabildi. Depremle gelen büyük felaket, iş başındaki hükümetin olduğu kadar egemen burjuvazinin de ne kadar acımasız olduğunu bir kez daha ve çok çarpıcı biçimde kanıtladı. Yıkıntılar altından yükselen feryatlara gözünü-kulağını tıkayan 3lü koalisyon hükümeti, yıkılan sanayi bölgesinin büyük çoğunluğu işçi ve emekçi olan mağdurlarına yardım etmek için kılını kıpırdatmazken, İMF direktiflerini uygulamak için bu acıyı fırsat bildi. Deprem yıkımı için toplanamadığı söylenen hükümet ve meclis, mezarda emeklilik ve tahkim yasalarını çıkarmak için toplandı. * Yılın sonuna doğru, Kasım ayı içinde, 2000 Ocak ayında yürürlüğe girmek üzere İMF ile imzalanacak 3. Stand-by ve niyet mektubu hazırlandı. Aralık ayında ise hükümet deprem vergisi adı altında yeni bir vergi getirdi. 9 Aralıkta, yeni Stand-byın gerektirdiği yeni bir para ve kur politikası açıklandı. 2000in ilk ayından itibaren İMF direktifleri harfiyen ve adım adım uygulamaya devam edildi. Ancak sermayeye bu derece kölece hizmetin bir de getirisi olmalıydı. Milletvekillerine kıyak emeklilik yasası, Ocak ayının son icraatlarından biri olarak meclisten geçti. Mart başında ise POAŞın satış ihalesi yapıldı. Ancak İMFnin yıkım direktiflerini öyle çok kolayından uygulamak mümkün görünmüyordu. İşçi ve emekçi mücadelesi bastırılmadan yıkımı gerçekleştirmek mümkün görünmüyordu. Mayıs ayında deprem yıkımını yaşamış ve halen yaralarını saramamış durumdaki Kocaeli işçisinin grevleri ertelendi. Good-Year, Brisa, Pirelli fabrikalarının işçileri grev yasağıyla bastırıldı. Haziranda ise Çorludaki deri işletmelerinde direnişe geçen işçilere yöneltildi bu kez devlet terörü. Üç sendikacı tutuklandı. Özelleştirilen Çayırhan Termik Santrali işçilerinin Ankara yürüyüşü de benzer bir biçimde engellenmeye çalışıldı. Askerler işçilerin önünü Sincanda kesti. Bu arada hükümet İMFye vereceği 2. ek niyet mektubunu hazırlıyordu. Sınıf mücadelesini bastırmaya yönelik baskılara Temmuzda 10 sendikanın yetkisinin düşürülmesi eklendi. Kamu emekçilerinin mücadelesini bastırmak içinse daha özgün baskı araçları devreye sokuldu. Bir yandan ilk fırsatta yeniden gündeme getirilmek üzere hazır tutulan sahte sendika yasası, diğer yandan tasfiye kararnameleriyle bu alandaki direniş baskı altına alınmaya çalışıldı. Grev ertelemelerine Ağustos sonunda belediyeler eklendi. Ağustos sonundaki İMF teftişinin hemen ardından, elektrik faturalarını fahiş miktarlara çıkaran enerji tasarrufu genelgesi yayınlandı. Ekimde açıklanan 2001 bütçesi ise, önceki yılı bile aratacak bir saldırı bütçesi olarak gündeme getirildi. Martta İş Bankası-Doğan Holding ortak girişimine satışı gerçekleştirilen POAŞ, Ekimde toplu tensikata girişti. 1200 işçi direnişe geçti. Kasımda üç kamu bankasının özelleştirilmesine imkan sağlayan kamu bankaları kanunu Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi. Aynı günlerde, daha yılını bile doldurmamış olan hükümetin uygulamaları ilk meyvelerini vermeye başlıyordu. Sonradan Kasım krizi olarak adlandırılan kriz, aslında birkaç ay sonra patlayacak büyük krizin habercisiydi. Nitekim büyük kriz 21 Şubatta patlak verdi. Ekonomiyi batıran aslında hükümetin ekonomi yönetimini tümüyle eline bıraktığı İMFnin programlarıydı. Kriz, ekonomiyi çökertecek şiddette olmasına rağmen, ABD-İMFnin desteğiyle, atlatılamadıysa da yönetilebilir duruma getirildi. Ama bunun için İMFnin ekonominin başına fiilen de geçmesi gerekiyordu. Dünya Bankasında memurluk yapmakta iken ekonomiden sorumlu bakan sıfatıyla kriz yönetimi için görevlendirilmek üzere Kemal Derviş gönderildi. 15 günde 15 yasa iddiasıyla göreve başlayan Derviş, ardardına, kamu bankaları yasasını, tütün yasasını, ek vergileri çıkardı. Dervişin ekonomi yönetimi, krizi aşmanın yolu olarak onu yaratan İMFye daha geniş yetkiler tanımak anlamına geliyordu. Şimdi aynı Derviş, 57. hükümete alternatif olacak/yerine kurulacak yeni bir ABD-İMF hükümetinin liderliğine parlatılıyor. Tam da ABDnin Ortadoğuda yeni bir savaşa hazırlandığı ve Türkiyeyi de etkilemesi kaçınılmaz bir krizin Latin Amerikadan doğru yayılmaya başladığı bir evrede. Hükümeti bugünkü yıkılışa götüren icraatların başında ekonomi alanındaki geliyor, ki bu da esasta İMF tarafından hazırlanmış programların uygulanmasından ibarettir. Koalisyon hükümetinin daha bağımsız bir inisiyatifle yürüttüğü siyasal programı ise işçi ve emekçi kitlelerin yıkıma karşı itirazlarının bastırılması üzerine inşa edilmiştir. ABye uyum yasaları ve demokratikleşme adı altında yürütülen bu siyasi programın ayrıntılarına ayrıca değineceğiz. Fakat bunun da, tıpkı İMF-TÜSİAD yıkım programlarına istikrar programı adı verilmesi gibi, korkunç bir yanılsama üslubu olduğunu, reform adı altında çıkarılmış bulunan hiçbir yasanın, öncekine kıyasla bir adım dahi ilerilik taşımadığını belirtmek gerekiyor. Tam tersine, Avrupa demokrasisine uyum adı altında yapılan tüm yasal düzenlemeler, kırıtı demokratik hakların dahi ortadan kaldırılmasını hedefliyor. |
|||||