6 Temmuz'02
Sayı: 26 (66)


  Kızıl Bayrak'tan
  Yıkım ve yağma programına karşı mücadelede birleşelim!..
  Niyet mektubu ve kamuda tasfiye
  İş kanunu tasarısıyla kıdem hakkı da gaspediliyor...
  İMF artık siyasete de müdahaleye başladı
  Sivas'ın ışığı sönmeyecek!
  Sivas'ın katili sermaye devleti!
  BİR-KAR'dan direnişçi İSDEMİR işçilerine...
  İSDEMİR direnişi ve sınıfa karşı sorumluluklar
  İnsanca yaşamaya yetecek vergiden muaf asgari ücret!
  İşçi ve emekçi eylemlerinden...
  Kamu emekçilerinin 12 yıllık fiili-meşru mücadelesi 2 saate sığdırıldı
  "Bilim Kurulu"nun esnek üretim gerekçeleri ve gerçekler
  Düzenin sol kulvarında yeni bir oyuncu
   "Solcu aydın" geçinen holding kalemşörlerinin AB feveranları
   İsrail siyonizmi Filistin'de kalıcı işgal peşinde
   Bir kültürel etkinlik deneyimi...
   Venezüela’da yeni faşist darbe hazırlığı
   Emperyalistlerden "umut yolculuğuna” duvar
   Emperyalist G8 zirvesi..
   “Güneydoğu Müsteşarlığı” ile OHAL’e devam!...
   Cezaevleri Sempozyumu...
   Küreselleşmenin sonu mu?
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Bir deri işçisinden ablasına...

Yeni bir dünya kuracağız, mutlaka!..

O henüz 17 yaşında işe atılmıştı. Köyünden sürgün edilmiş velatından(ülkesinden) uzaklaştırılmıştı. Altı kardeştiler ve evin tüm yükünü omuzlamıştı. Köyünde kendi evinde özgür yaşamaya alışmıştı. Bilmiyordu şehir yaşamının bu kadar zor olduğunu; hele bir işçinin ne koşullarda çalıştığını. Nasıl sömürüldüğünü hiç bilmiyordu.

Köyünden geldikten sonra ilk işe başladığı gün hem mutlu hem bir o kadar da üzgündü. Mutluydu; çalışıp ailesini kimseye muhtaç etmeyecekti. Üzgündü çünkü işe ağabeyinin yanında bir deri fabrikasında başladı. İlk başladığı gün makinelerin gürültüsü, deriden her yana yayılan ağır ve pis koku ona çok yabancı gelmişti. Beyni durmuş gibi idi, kendini robot gibi hissediyor ama yine de her şeyi kabullenmek zorunda olduğunu düşünüyordu.

Kardeşleri okula gidiyorlardı. Annesinin evde aç kalmaması gerektiğini düşünerek kendini avutmaya çalışıyordu. Günler geçtikçe işçi olmanın zorluğunu yaşayarak kavramaya başladı. Patronların, ustaların bağırmaları, azarlama ve ağır hakaretleri, fabrikada hiçbir sağlık güvencesinin olmaması, sigortalarının bile tam gösterilmeyip eksik yatırılması, emeğinin karşılığının verilmemesi... onda derin üzüntü yaratırken öte yandan öfkesini de biliyordu.
Bütün bunların kaynağını bulmaya, çözmeye çalışıyordu. Ailesini ve kendisini köyünden ayıran, sürgün eden, acımasızca sokağa atan güç devletti. Burada ise karşısına farklı bir kılıkla çıkıyordu. Üstelik fabrikada çalışırken, alınteri dökerken karşısına yine aynı güç aygıtı çıkıyordu.

Artık herşeyi sorgulamaya başlamıştı. Düşündükçe güzel hayaller kuruyordu. Başka bir dünya kurulmalıydı. Bu dünyada açlık olmamalı, insanlar ölmemeli, öldürülmemeli, emeğinin karşılığını alabilmeliydi.

Evlerine zaman zaman gelenleri ve aralarında geçen konuşmaları düşündü. Yoldaşlığı... Yoldaşları “evet” dedi. Hep söylerlerdi yeni bir dünya kurulacak, insanın sömürülmediği, insanca bir yaşanabilecek bir dünya. Ve içindeki ses haykırıyordu o dünya kurulsun artık... Ve bir umut doluverdi gözlerine...

Tam altı yılını deri fabrikasında geçirdi. Hiçbir hakkını almadan. Altı güzel yıl, gençliğinin en güzel yılları. Ama onun zeytin gözleri parlamıyordu, sinirli yorgun ve bitkin düşmüştü. Onu (ablamı) üç sene sonra gördüğümde tanımakta zorluk çektim. Hiçbir şey, sömürüyü, bizi nasıl sömürdüklerini ablamın yüz hatlarından daha iyi anlatamazdı. Bana bu yüz hatlarından daha iyi anlatamazdı çalışma koşullarını.

Sonunda evlenmeye karar verdi, çok geçmeden evlendi. Düğünü güzel geçmişti. Bir işçi düğünü, işçi kadar sade ve sıcak. Kurtulmuştu 6 yılını çalan deri fabrikasından ama yüzü yine üzgündü. Şimdi kardeşlerine devretmişti işçiliği ve onlar da kendisi gibi yıllarca kötü koşullarda çalışacak yoğun sömürüye maruz kalacaktı. Bu ona üzüntü veriyordu. Ama bilmiyordu ki kardeşlerine güzel bir miras bırakmıştı! Onurlu bir yaşam ve umut! Düğününde defalarca aynı şarkının çalınmasını istedi. “Sayısı onbinlerce özgürlük mahkumları, işkencede günlerce...” duygularını dile getiriyordu bu dizelerde.

Çünkü o inanıyordu bu köhne düzeni hep beraber birleşip yıkabileceklerine, yerine yeni bir dünya kuracaklarına. İnanıyordu işçi kardeşlerinin sosyalizmi inşa edeceklerine.

İşçi kardeşleri bunu başaracaklar!..

O şimdi bizden çok uzakta ama aynı zamanda kardeşleriyle beraber bizimle yüreğimizde. Çünkü bize bıraktığı önemli bir miras var. Benim hayallerimi süslüyor. Uzak ülkelerde olması benden uzaklaştırmıyor. Hem sesini de duyabiliyorum, onun yılmayan, bitip tükenmeyen inancı benim inancımı besliyor. Umudumu büyütüyor. İnanıyorum yeni bir dünya kuracağız abla belki bugünden başladı. Belki yarın; harcındayız şimdi...

Mutlaka kuracağız, işçi ve emekçiler sınıfın birleşik gücü kuracak...

Bir deri işçisi/İzmir



Tarihin akışını hiçbir güç durduramayacak!

Türkiye’de yaşamakta olan halkımızın proleter mücadelesinden yana olan bir emekçi çocuğuyum. Hayata ve mücadeleye içtenlikle bağlı ve kararlı olduğumdan eminim. Yorulmadan, usanmadan azimle okumayı eksiksiz yerine getirmeye çalışıyorum.

Ben ezilen kitlenin, sömürülen halkın yolunda mücadele etmeye kararlıyım. Faşist düzen tüm olanaklarıyla emekçi halkın mücadelesine ne kadar engel olmaya çalışırsa çalışsın biz güç kazanacağız.

Proleterya mücadelesinin bağımsızlığı mutlaktır. Tarihin akışını hiçbir güç durduramayacaktır. Bizler devrim talebesiyiz. Bizler her zorluğa hazırız ve azimliyiz. Halkımızın mücadelesine evet diyenleri saygıyla selamlıyorum.

Rumeli yakasından bir tekstil işçisi



İşçi ve emekçileri,
sınıfın devrimci partisine kazanmalıyız!

Merhaba,

Ben tekstil sektöründe çalışan genç bir işçiyim ve sizlere başımdan geçen bir olayı anlatmak istiyorum.

Çalıştığım işyerinde, geçtiğimiz aylarda patron bir işçi kıza küfür etti ve ben de bu ağza alınmayacak küfürü patrona iade ettim. Bunun üzerine sözde devrimci patron, "Sen çok olmaya başladın ama" diyerek beni tehdit etti. Ben de ona "Ne yapacaksın, işten mi atacaksın?" diye karşılık verdim. Makinayı durdurdum ve işten ayrıldım.

İşyerinden ayrılmamla birlikte arkamdan, küfüre maruz kalan bayan arkadaş ve 5 kişi daha geldiler. Böylece toplam 7 kişi insanlık dışı uygulamaları protesto etmek için ayrılmış olduk. Ayrılırken orada patronu teşhir eden bir ajitasyon konuşması yapmamam büyük bir eksiklikti. Fakat zaten işçilerin gözünde patron yeteri kadar teşhir olmuştu.

İlerleyen günlerde bizimle birlikte ayrılan arkadaşlardan birisi parasını almak için işyerine gittiğinde patron ona emeğinin karşılığını vermemiş ve arkadaş da, "Bu benim hakkım değil mi?" demiş. Ardından patron ve yalakalarının saldırısına uğramış.

Sermaye devleti işçi sınıfına saldırılarını yoğunlaştırırken bir yandan da onu sefalet koşullarında yaşamaya mahkum ediyor. Bunu yaparken de her türlü yozlaşmış ve kokuşmuş yönteme başvuruyor. En üst kademesinden en alt kademesine kadar burjuvazi, yani patronlar tam bir çürüme içindeler.

Bizim iş yerinde de patronumuz kadın arkadaşlara sarkıntılık yapan, işçilere küfür eden ve onları istediği zaman işten atmaya çalışan bir burjuvadır. Üstelik bu basit olay bile, burjuvazinin kadını nasıl bir meta olarak gördüğünün kanıtıdır. Zira patron iki hafta önce aynı bayana arkadaşlık teklif etmiş (üstelik bunu evli ve çocukları olduğu halde yapmış) ve red cevabı almıştır.

Ayrıca bir diğer önemli konu ise, bu adamın kendisini eski bir solcu olarak nitelendirmesidir. Ancak bu adamın ne solculukla ne de ilericilikle uzaktan yakından alakası vardır. Kazanmak için her türlü entrikayı çeviren, bırakın işyerinde çalışanlara, kendi ortaklarına dahi kazık atmaya çalışan düzenbazın biridir. Her işçinin maaşını 20-30 milyon fazla gösteren ve bu fazlalığı işçilere ödemektense kendi cebine atmayı tercih eden bir sahtekardır. Böylelikle hem ortaklarını dolandırmakta hem de bizim hakkımızı yemektedir.
Bu örnek, ayrımın yapay bir sağcı-solcu ayrımı olmadığının, temel sorunun emek-sermaye çelişkisi olduğu gerçeğinin kanıtıdır.

Karşımızdaki sınıf, yani burjuvazi dincisiyle, sağcısıyla, liberaliyle, solcusuyla aynı sınıfın mensubudur ve çıkarları söz konusu olduğunda öyle bütünlüklü ve örgütlü hareket eder ki buna biz bile şaşırırız. Bu nedenle işçi sınıfının tüm mensuplarının birlikte hareket edeceği zemini yaratmak, bu ülkenin devrimcilerinin boynunun borcudur.

İşçi sınıfının partisi 4 yıl önce ete-kemiğe bürünmüştür. Şimdi sıra onu emekçilerle birleştirecek olanakların, araç ve kurumların yaratılmasındadır.

Bizler genç komünist işçiler olarak her türlü haksız uygulamaya irademiz ve partimizin gücüyle karşı koyacağız.

Sınıfa karşı sınıf, düzene karşı devrim, kapitalizme karşı sosyalizm!
Kahrolsun sermaye iktidarı!

Gaziosmanpaşa'dan bir tekstil işçisi