6 Temmuz'02
Sayı: 26 (66)


  Kızıl Bayrak'tan
  Yıkım ve yağma programına karşı mücadelede birleşelim!..
  Niyet mektubu ve kamuda tasfiye
  İş kanunu tasarısıyla kıdem hakkı da gaspediliyor...
  İMF artık siyasete de müdahaleye başladı
  Sivas'ın ışığı sönmeyecek!
  Sivas'ın katili sermaye devleti!
  BİR-KAR'dan direnişçi İSDEMİR işçilerine...
  İSDEMİR direnişi ve sınıfa karşı sorumluluklar
  İnsanca yaşamaya yetecek vergiden muaf asgari ücret!
  İşçi ve emekçi eylemlerinden...
  Kamu emekçilerinin 12 yıllık fiili-meşru mücadelesi 2 saate sığdırıldı
  "Bilim Kurulu"nun esnek üretim gerekçeleri ve gerçekler
  Düzenin sol kulvarında yeni bir oyuncu
   "Solcu aydın" geçinen holding kalemşörlerinin AB feveranları
   İsrail siyonizmi Filistin'de kalıcı işgal peşinde
   Bir kültürel etkinlik deneyimi...
   Venezüela’da yeni faşist darbe hazırlığı
   Emperyalistlerden "umut yolculuğuna” duvar
   Emperyalist G8 zirvesi..
   “Güneydoğu Müsteşarlığı” ile OHAL’e devam!...
   Cezaevleri Sempozyumu...
   Küreselleşmenin sonu mu?
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Küreselleşmenin sonu mu?

Ergin Yıldızoğlu

Enron, Dynegy, Adeplhi, Global Crossing, Tayco Internationa, WorldCom, Xerox gibi, salt ABD ekonomisinin değil, küreselleşme sürecinin yıldızı dev uluslararası şirketlerin, yıllardır türlü muhasebe oyunlarıyla, mali durumlarını olduğundan daha iyi gösterdiklerini itiraf etmelerine tanık oluyoruz. Yargı kurumları bu “sahte-kârlar” (*) hakkında soruşturma açıyor. Ancak, muhasebe oyunlarıyla durumu olduğundan iyi gösterme hastalığının özel şirketlerle sınırlı kalmadığını, ABD'nin resmi istatistik kurumlarına da bulaşmış olduğunu düşündüren göstergeler var.

ABD piyasalarına her yıl 400 milyar dolar pompalayan yabancı yatırımcıların, bu koşullarda, paralarını çekmeye başladıkları görülüyor. Frankfurt'taki Dresdner Investment Trust’ın başyatırım uzmanı Wolfram Gerdes, “Tüm meslek yaşantım boyunca ABD'ye yönelik bu kadar kötümser bir ruh haline şahit olmadım” diyor ve ekliyor, “Bugünlerde genel kanı ABD’nin artık yatırım yapılacak en iyi yer olmadığı doğrultusunda” (The New York Times, 27/06).

ABD ekonomisine yönelik kötümserliğin salt konjonktürel bir gelişme olmadığını, birçok gözlemcinin, uluslararası gazetelerin yorumcusunun saptamasına bakarak artık diğer ülkelerdeki iş çevrelerinin (genel olarak kapitalist sınıfın) ve devleti yöneten elitinin, ABD’de uygulanan ekonomik modele ve iş yapma tarzlarına güvenlerini yitirdiklerini söylemek mümkün. Eğer bu algılamalar doğruysa, ABD liderliği/hegemonyası altında yaşanan 20 yıllık küreselleşme sürecinin de artık sonuna geldiğimize işaret eden güçlü bir gelişmeyle karşı karşıyayız demektir. Çünkü “Küreselleşme esas olarak Amerikan modelinin küresel çapta benimsenmesiydi” (Kissinger) ve “ABD dünyadaki en ileri kapitalist toplum, kurumları da piyasa güçlerinin mantıksal evriminin bir ürünü” olduğu için “merikanlaşma küreselleşmeyle birlikte gidecekti” (Fukuyama), “Bugün gerçekten küresel çıkarları olan tek bir ülke vardı ve o da Amerika’ydı” (QDR-2002, Savunma Bakanı Rumsfeld).

Amerikan modeli

Küreselleşme sürecinin bütün parlak ambalajlarını açıp da içine baktığımızda, dünya çapında bir serbest piyasa inşası projesi görürüz. Küreselleşme sürecini temsil eden olguların hiçbiri kendiliğinden evrimsel bir biçimde ortaya çıkmadı, aksine devlet eliyle yukarıdan aşağıya, kimi zamanda zor kullanılarak bir ekonomik modelin uygulanmaya başlamasıyla oluştu. Neo-liberalizm olarak da bilinen bu ekonomik model, piyasanın serbestçe işleyişini engelleyen (diğer bir deyişle sermayenin seçeneklerine toplumsal çıkarlar gözeterek kimi kurallar getiren) tüm denetlemelerin kaldırılmasını ve yerine sermayenin kendi kendini denetlemesini getiriyordu.

Daha derinde, bu modelin felsefi temellerinde de, 1980'lerin meşhur Wall Street (Oliver Stone) filmindeki banker Gekko’nun vurguladığı gibi “Açgözlülük iyidir!”... “Bu açgözlü bireylerin, serbestçe işleyen bir piyasa içinde kendi bencil çıkarları için yaptıkları kıran kırana mücadele, gelişmenin kaynağı, ekonomik hatta sosyal yaşamı düzenlemenin en ideal yoludur” tezi vardı. Bu modelin dünya çapında yaygınlaştırılması, serbest piyasa altında entegre olmuş tek bir dünya ekonomisi oluşturulması için başlatılan “sosyal mühendislik” faaliyetinin, bu kapitalist ütopya’nın adı da “küreselleşme” oldu.

1980'lerden bu yana bu model, “Bakınız ABD şirketleri en kârlı, en kolay küreselleşen şirketler, ABD ekonomisi en sağlıklı ekonomidir; siz de bu modeli benimseyin” sloganıyla gelişmiş ülkelerde pazarlandı. Azgelişmiş ülkelere ise “Tüm dünya bu modeli benimsiyor, küreselleşiyor; siz de bu trene atlayınız” ve “IMF programını kabul etmezseniz kredi muslukları kapanır” denilerek havuç ve sopa tekniğiyle dayatıldı. Ancak senaryo sunulduğu yönde gelişmedi, kimi sorular oluşmaya başladı.

'Sahte-kârlar' her yerde

Ya 1990'larda bizi “nurlu ufuklara” götürmeye başlayan küreselleşme, aslında ABD kapitalizminin dünyanın geri kalanından faydalanmasının bir aracı idiyse? Ya 1990'ların ikinci yarısında “ABD dünya ekonomisini durgunluktan çıkardı” saptamasını, “ABD dünyanın geri kalanından transfer ettiği tasarruflarla kendi ekonomik büyümesini finanse edebildi” biçiminde düzeltmek gerekiyorsa? Ya Enron’dan WorldCom’a kadar sayıları çoktan 1000'i aşan şirketin sahte kârları, bu ABD modelinin bir parçasıysa? Ya bu model ABD'nin ekonomisini olduğundan çok daha iyi göstererek dünyanın geri kalanından yılda 400 milyar dolarlık bir tasarrufu emmesinin, ABD askeri-sınai kompleksinin yenilenmesinin ve güçlendirilmesinin, dolayısıyla ABD hegemonyasının korunmasının bir aracıysa?

ABD Morgan Stanley’in başekonomisti Stanley Roach’ın aktardıklarına bakılırsa, ABD şirketleri yeni ve yaratıcı muhasebe yöntemleriyle zararlarını gizler, kârlarını abartır, böylece borsa değerlerini korur, yabancılar da dolduruşa gelmiş gibi bu kâğıtları alarak ABD borsasını beslerken, resmi istatistik kurumları da ABD ekonomisinin durumunu olduğundan iyi göstermekle meşgulmüş (Global Economic Forum, 28/06). 31 Temmuz'da açıklanacak olan istatistiklerden basına sızmaya başlayanlar, ABD ekonomisinin o muhteşem performansının, özellikle savunma dışı sermaye harcamalarının, servis sektörü dış ticaretinin ve kişisel gelirlerin yaklaşık yarısının kurgu olduğunu gösteriyor. Şimdi gerekli düzeltmeler yapıldıktan sonra, 1999-2001 yıllarındaki büyüme oranlarında en az bir puan indirim yapılması gerekecek, böylece “masallara layık ekonomik boom” da ortadan kalkmış olacak.

Modelin iki yüzü

Gelişmiş ülkeler, ABD modelini benimsedikleri, yatırımcı da ABD borsasına gittiği oranda ABD’nin sınai-askeri kompleksinin yenilenme sürecini finanse etti, hegemonyasını güçlendirdiler, ama zengin ve bağımsız ülke olmanın getirdiği avantajlarla, hem azgelişmiş ülkelerin piyasalarını kullandılar hem de kendilerini koruyabildiler. Gelişmekte olan ülkelerin deneyimiyse farklı oldu. Bunlar, IMF programlarını uyguladıkça, başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerin bankaları ve şirketleri tarafından “hortumlandılar”, ulusal gelişme stratejileri, hatta inisiyatifleri tasfiye edildi.

Böylece tümüyle, yukarıda değindiğim küreselleşme sürecine bağımlı kılındılar, ama kalkınamadılar, aksine dış ve iç borçları giderek arttı, toplumsal yapılarının dokuları çözüldü.

Bugün gelinen noktada, ABD modeli iflas ederken ortada tam anlamıyla bir enkaz var. Arjantin çöktü ve Financial Times’ın ifadeleriyle küreselleşmenin dışına düştü. Diğer Latin Amerika ülkeleri, Brezilya, Uruguay, Paraguay, Meksika hızla yayılan bir mali krizle karşı karşıya. Türkiye’de ekonomi ancak, ülkenin jeo-stratejik öneminden dolayı gelen ve astarı yüzünden pahalı kredilerle ayakta durabiliyor, bu arada ulusal zenginlikleri, batan geminin malları gibi yok pahasına kapatılıyor.

ABD modeline güven sarsılıyorsa, bu modelin başarıları aslında kurgu, vaatleri boş idiyse, serbest piyasa projesinin ve dolayısıyla küreselleşme sürecinin sonuna geldiğimizi düşünebiliriz. Bunun için bir neden daha var: Kapitalizm sömürü üzerinde durur, hırsızlık değil. Piyasaların üzerindeki denetimlerin kalkması, “Açgözlülük iyidir” anlayışıyla birleşince her türlü hırsızlığın önünü açtı. Bu, kapitalizmi daha kırılgan, ideolojik olarak daha az korunaklı bir konuma itiyor. Bu yüzden de bu model değişmek zorunda.

* Bu sözcük oyunu Mustafa Balbay'ın.

(1 Temmuz 2002 tarihli Cumhuriyet gazetesinden...)



Anadolu Yakası işçi pikniği

Anadolu Yakası işçi ve emekçilerinin birlik ve dayanışma pikniği gerçekleştirildi. Yaklaşık 170 kişinin katıldığı piknik, işçi sınıfının kurtuluş mücadelesinde şehit düşenler için saygı duruşu ile başladı. Ardından bir açılış konuşması yapıldı. Konuşmada işçi sınıfına yönelik saldırılar üzerinde duruldu, son olarak sınıfın yüz yıllık kazanımlarını gaspetmeyi hedefleyen Yeni İş Yasa Tasarısı’nın anlatıldı, sınıfın ancak birleşik-örgütlü bir mücadele ile bu saldırıları püskürtebileceği vurgulandı.

Açılış konuşmasının ardından Grup Eksen’in müzik dinletisine geçildi. Grup Eksen katılımcı emekçiler tarafından beğeniyle dinlendi. Ardından Sefaköy İKE Şiir topluluğu şiirlerini sundu. Pikniğe sazıyla katılan bir arkadaşın söylediği türküler de ilgiyle dinlendi ve eşlik edildi. Programın bu ilk bölümü 22 yıllık işçilik yaşamından sonra emekli olan bir arkadaşın yazdığı şiirleri okuması ile son buldu.

Verilen yemek arasından sonra 2. bölüm Tiyatro Manga’nın Nazım Hikmet’in “Umut” adlı şiirinden yola çıkarak hazırladığı oyun ile başladı. İzleyenlerden büyük beğeni toplayan oyundan sonra 1 işyeri temsilcisi ve bir işçi arkadaş, Nazım Hikmet’ten şiirler okudular. Şiirlerin ardından foruma başlandı. Forumda söz alan arkadaşlar, İş Yasası Tasarısı’nın bugüne kadar kazanılmış olan hakları gaspetmeyi amaçladığını, bu yasanın sadece işçileri değil, tüm halkı, emekçileri, ev kadınlarını etkilediğini söylediler. Sorunlar karşısında duyarlı olmak, ümitsiz olmamak, birbirimize güvenmek ve her alanda örgütlü mücadele etmek gerektiğini belirttiler.

Forumun geç saate sarkması, katılanların iş yasa tasarısını yeni duyuyor olmaları, mekanın uygunsuzluğu forumun zenginleşmesine engel olmasına rağmen katılımcılar konuşmaları ilgiyle izlediler.

Son olarak Grup Eksen’in söylediği türküler ve çekilen halaylarla piknik sona erdi.

İstanbul Anadolu Yakası’ndan işçiler