6 Temmuz'02
Sayı: 26 (66)


  Kızıl Bayrak'tan
  Yıkım ve yağma programına karşı mücadelede birleşelim!..
  Niyet mektubu ve kamuda tasfiye
  İş kanunu tasarısıyla kıdem hakkı da gaspediliyor...
  İMF artık siyasete de müdahaleye başladı
  Sivas'ın ışığı sönmeyecek!
  Sivas'ın katili sermaye devleti!
  BİR-KAR'dan direnişçi İSDEMİR işçilerine...
  İSDEMİR direnişi ve sınıfa karşı sorumluluklar
  İnsanca yaşamaya yetecek vergiden muaf asgari ücret!
  İşçi ve emekçi eylemlerinden...
  Kamu emekçilerinin 12 yıllık fiili-meşru mücadelesi 2 saate sığdırıldı
  "Bilim Kurulu"nun esnek üretim gerekçeleri ve gerçekler
  Düzenin sol kulvarında yeni bir oyuncu
   "Solcu aydın" geçinen holding kalemşörlerinin AB feveranları
   İsrail siyonizmi Filistin'de kalıcı işgal peşinde
   Bir kültürel etkinlik deneyimi...
   Venezüela’da yeni faşist darbe hazırlığı
   Emperyalistlerden "umut yolculuğuna” duvar
   Emperyalist G8 zirvesi..
   “Güneydoğu Müsteşarlığı” ile OHAL’e devam!...
   Cezaevleri Sempozyumu...
   Küreselleşmenin sonu mu?
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Yeni “ek niyet mektubu” açıklandı...

İşçi ve emekçilerin sefaleti derinleşecek...
Ülke kaynakları ve değerlerinin yağması sürecek...

Yıkım ve yağma programına karşı
mücadelede birleşelim!..

Hükümetin İkinci Gözden Geçirme’ye ilişkin 19 Haziran 2002 tarihli Niyet Mektubu, İMF İcra Direktörleri Kurulu tarafından onaylandıktan sonra, nihayet açıklanmış bulunuyor. Ekonomiden sorumlu bakan Kemal Derviş ve Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti’nin imzalarını taşıyan 22 maddelik mektupta, öncelikle, İMF programlarını uygulamadaki kararlılık yineleniyor. Ancak bu öyle sıradan bir yineleme de değil, bir nevi bağlılık yemini. Basında bu konuda yer alan ifadeler aynen şöyle:

“Türkiye’nin gerçek büyüme potansiyelini yakalamanın ve ekonominin dayanıklılığını daha da artırmanın en iyi yolu olduğuna inandığımız mevcut ekonomik programa bütünüyle bağlı kalınmaya devam edilecektir.”

Bu sözler, emperyalizme kölece uşaklıkta katedilen mesafenin ifadelere bile nasıl sindiğine tanıklık ediyor. “Büyüme potansiyelini yakalama” gibi söylemlerinse, gerek programın, gerekse de bizzat içinde yer aldığı mektubun özüyle temelden çeliştiği çok açık. Dünyada İMF programını uygulayan hiçbir ülkenin ekonomisi iflah olmamış, büyüme yerine küçülme yaşanmış, sonuçta son olarak Arjantin örneğinde olduğu gibi ülke iflasa sürüklenmiştir.

Öte yandan, bizzat bu mektupta sıralanan vaatlerin başında yatırımların bir süre daha durdurulması geliyor. Kuşkusuz İMF programları bir büyümeye yol açıyor. Fakat bunu uygulayan ülkede olmadığı kesin. Büyümenin gerçek adresi, borç faizlerinin aktığı emperyalist devletler ve tekellerdir. Bunları Türkiye’nin başındaki işbirlikçi uşak takımı, İMF-DB’nin bu iradesiz memurları da kuşkusuz çok iyi biliyorlar. Dolayısıyla, söz konusu olan beceriksizlik ya da hata değildir. Onlar bilerek ve isteyerek ülkeyi emperyalizme peşkeş çekiyorlar.

Mektup gözden geçirmeye ilişkin olduğu için, sıralanan vaadler bir yenilik içermiyor. Bir önceki mektuptan bu yana geçen süre içinde, belirlenen hedeflerin ne kadarının gerçekleştirilebildiği, kalanların ne kadar sürede gerçekleştirilmek istendiği, esas olarak da bu konudaki istek ve kararlılık beyan ediliyor. Bu İMF için oldukça önemli. Uygulayıcıların sadakatinden kuşku duydukları için değil, İMF’den kuşku duyanlara ders olması için.

Vaadler yenilik içermese de, işçi sınıfı ve emekçileri doğrudan hedefleyen belli başlı maddelerin hatırlanmasında yarar var. Bunların başında kamuda tasfiye sürecinin hızlandırılacağına ilişkin madde geliyor. Bunu özelleştirmelere ilişkin kararlar takip ediyor. Bu, mektupta tasfiye edileceği belirtilen 45.800 işçiye binlercesinin daha ekleneceği anlamına geliyor. Toptan ya da parça parça satışına imkan sağlayacak yasanın Ekim sonuna kadar çıkarılacağı vaadedilen ve özelleştirmede öncelikli olan Telekom; Temmuz ayı ortasına kadar kamu hisse payı yüzde 50’nin altına indirileceği belirtilen ERDEMİR; TÜPRAŞ ve şeker fabrikaları, binlerce işçinin istihdam edildiği, zamanında tekel konumunda olan işletmeler... Bunlara, şube kapatmaların süreceği sözü verilen Ziraat ve Halk Bankası, özelleştirilmesinin önündeki engellerin kaldırılaca&crren;ı söylenen Vakıfbank vb. eklendiğinde, planlanan tasfiyelerin boyutunun ne kadar büyük olduğu açıkça görülür.

Söz konusu olan işsizleştirme olunca, işin devlet işletmelerinde resmen işten çıkarmalarla sınırlı kalmayacağı, özel sektörde de tasfiyelerin gündeme geleceği, geçmiş yılların deneyimleriyle biliniyor. Ek olarak, İMF programlarının yarattığı sürekli kriz ortamında gerçekten batan şirketlerden çıkarılan işçiler var. Ya da satışı pek mümkün görülmediği için devlet eliyle batırılan işletmelerden çıkarılanlar... Ve İSDEMİR’de sürmekte olan tasfiyeler ve çok yakında kapatılmak zorunda kalacağı ilan edilmiş olan Kardemir’de toplu olarak işsiz kalacak olanlar...

Tam da bu yoğun tasfiye programıyla eş zamanlı olarak işçi çıkarmayı (ve esnek çalışma ile çıkarmadan işsiz bırakmayı) sınırsızca kolaylaştıran yeni iş yasası gündeme alınmış durumda. Ve her konuda olduğu gibi bu konuda da işçi sınıfıyla alay edercesine, kapsamlı bir yeni saldırı yasasını tutup “iş güvenliği yasası” olarak yutturmaya kalkıyorlar.

Çalışanların tasfiyesi özelleştirmeler yoluyla yürütülen saldırının sadece bir cephesidir. Sınıf açısından doğrudan ve kısa sürede yıkım getirdiği için önemli bir cephesi olmakla birlikte, Telekom, şeker fabrikaları gibi alanlardaki özelleştirmelerin, daha uzun süreçte, tasfiye edilen işçilerle sınırlı olmayan ağır sonuçlar yaratacağı ortadadır. Özellikle iletişim sektörünün emperyalist bir gücün eline geçmesi ülke çıkarları açısından vahim sonuçlar yaratacaktır. Şeker fabrikalarını özelleştirme adı altında yapılmaya çalışılan ise yerli şeker üretiminin ortadan kaldırılmasıdır. Pancar üretimine yönelik kısıtlama ve engellemelerle birlikte düşünüldüğünde, şeker fabrikaları da tıpkı daha önce çimento ve diğer KİT’lerin başına geldiği gibi, arazileri ya&urren;malanmak üzere sudan ucuza kapatılacaktır. İMF’nin el attığı hemen her ülkede gerçekleştirdiği ve Amerika’nın Türkiye’de uzun süredir adım adım gerçekleştirmeye çalıştığı ulusal tarımın çökertilmesi ve ülkenin Amerikan tarım ürünlerine açık pazar haline getirilmesi sürecinin son adımları anlamına gelmektedir bu. Adına hiç utanmadan “ulusal program” denilen bu yıkım progrmı tüm sonuçlarına ulaştığında, Türkiye Amerika’nın uzak “arka bahçesi” haline gelmiş olacaktır.

İktidardaki Amerikan uşakları mektupta, bu sonucu güvenceleyebilmek için herşeyi yapmaya hazır olduklarını döne döne ifade ediyorlar. Fiiliyatta da bunun gereklerini yerine getiriyorlar. Siyasal planda herhangi bir riski göze almamak için yatalak bir başbakanla devam etmeyi bile tercih ediyorlar. Mektupta da bu durumun programın uygulanmasında sıkıntı yaratmadığı ve yaratmayacağı söyleniyor. Yine de herhangi bir sorun yaşanırsa, “programın yolundan sapmaması için, Uluslararası Para Fonu (İMF) ile de istişare edilerek, gerek duyulması halinde ilave tedbirler alınacaktır” sözü veriliyor.

Fakat, ne kadar fazla yinelenirse yinelensin, salt sözlerin İMF için yeterli olmadığı açık. Söz verdikleri krediyi serbest bıraktılar, ama gerekli uyarılardan da geri durmadılar. Kısa zaman önce Kemal Derviş’in ağzından yapılmış olan “siyasal istikrar” uyarısı bu kez İMF Başkanı Köhler tarafından dile getirildi. Tabii ki, memuru söylediğinde şiddetle tepki gösterenlerden başkanın uyarısına karşı en küçük bir itiraz duyulmadı.

Mektupta vaadedilen saldırılara dönecek olursak; işsizleştirmelerin yanısıra ücret dondurma ve fiyat yükseltmelere ilişkin verilen sözler öne çıkıyor. İşçi ücretleriyle memur ücretlerinin yakınlaştırılması olarak ifade edilenin, yüksek olanın düşük olana yaklaştırılması olduğu biliniyor. Temel tüketim maddelerine yönelik zamlar ise sürecek.

Mektup, yukarıda da vurguladığımız gibi, yıkım programının gerekirse daha kapsamlı biçimde uygulanacağı konusunda bir niyet ve kararlılık gösterisi anlamına geliyor. Sadece İMF’ye ve arkasındaki emperyalist güçlere değil, daha ziyade saldırının hedefi olan işçi ve emekçi kitlelere yönelik bir gösteridir bu. Tam da bundan dolayı İMF’den övgü alıyorlar. Bugüne dek program uygulamada asıl başarıyı, bir sosyal patlamaya mahal vermeden yürütebilmiş olmakta gösterdiler. Yoksa, ekonominin düzlüğe çıkması, “sürdürülebilir bir büyüme”nin yakalanması vb., ne İMF’nin umurunda ne de uşaklarının. Bunlar sadece ülke ekonomisinin yıkımı sürecine örtü olarak kullanılan içi boş söz kalıplarıdır.

İçerde yıkımı koşullayan bir ekonomik gidişatı övgüye boğanların siyasette “istikrar” uyarısı yapmalarının altında da bu gerçekler yatıyor. Dolayısıyla, gerek genel olarak yıkımı, gerekse de özel olarak işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki yıkımı durdurmanın yolu, siyasi istikrarın bozulmasından geçiyor. Bu ise işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesi demektir. Bu derece korkunç boyutlarda yıkımı koşullayan bir programı böylesine rahatlıkla sürdürmelerine daha fazla izin verilemez, verilmemelidir.

Hemen her konuda böyle olmakla birlikte, özellikle bu konuda işçi ve emekçilerin sınıfsal çıkarları ülkenin genel çıkarlarıyla tam olarak örtüşmektedir. Bu nedenle, İMF programlarının karşısına kararlılıkla dikilmesini başaranlar, arkalarında çok büyük ve geniş bir kitle desteği bulacaklardır. Dolayısıyla, verili örgütlülüğe, bundan kaynaklı güç ve imkan hesaplarına girmeden mücadeleye atılmak gerekmektedir. Mücadelenin kendisi örgütsel sorunların çözümünün de bir imkanına dönüşecektir.