6 Temmuz'02
Sayı: 26 (66)


  Kızıl Bayrak'tan
  Yıkım ve yağma programına karşı mücadelede birleşelim!..
  Niyet mektubu ve kamuda tasfiye
  İş kanunu tasarısıyla kıdem hakkı da gaspediliyor...
  İMF artık siyasete de müdahaleye başladı
  Sivas'ın ışığı sönmeyecek!
  Sivas'ın katili sermaye devleti!
  BİR-KAR'dan direnişçi İSDEMİR işçilerine...
  İSDEMİR direnişi ve sınıfa karşı sorumluluklar
  İnsanca yaşamaya yetecek vergiden muaf asgari ücret!
  İşçi ve emekçi eylemlerinden...
  Kamu emekçilerinin 12 yıllık fiili-meşru mücadelesi 2 saate sığdırıldı
  "Bilim Kurulu"nun esnek üretim gerekçeleri ve gerçekler
  Düzenin sol kulvarında yeni bir oyuncu
   "Solcu aydın" geçinen holding kalemşörlerinin AB feveranları
   İsrail siyonizmi Filistin'de kalıcı işgal peşinde
   Bir kültürel etkinlik deneyimi...
   Venezüela’da yeni faşist darbe hazırlığı
   Emperyalistlerden "umut yolculuğuna” duvar
   Emperyalist G8 zirvesi..
   “Güneydoğu Müsteşarlığı” ile OHAL’e devam!...
   Cezaevleri Sempozyumu...
   Küreselleşmenin sonu mu?
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Sömürge yönetiminin halleri ya da OHAL kalkıyor mu?

“Güneydoğu Müsteşarlığı” ile OHAL’e devam!...

Son MGK toplantılarında OHAL’ın kaldırılması yönünde kararlar alındı. Kalkacak OHAL’ın yerine ise "Güneydoğu Müsteşarlığı" kurulması yönünde karar alındığı ve bunun "esas ve usulleri" üzerinde çalışılmaya başlandığı doğrultusundan bir açıklama yapıldı. Bu karar ve açıklamalar kafalarda bir dizi soru işaretinin belirmesine yolaçıyor. Bunlardan biri, gerçekten OHAL kalkıyor mu sorusudur? Bunun devamı niteliğindeki ikinci bir soru ise şu: Bu, mümkün mu? Yani Kürdistan’ın normal bir yönetime geçmesi mümkün mü? Değilse, peki yapılan nedir? İlk soruya görünürde ve biçimsel açıdan "evet" denilebilir. Ya gerçeklik?

Yanıtımız kesin ve nettir: OHAL, olağanlaştırılıyor, süreklileştiriliyor! Kürdistan’daki sömürge yönetimi yeniden biçimlendiriliyor, günün koşullarına ve ihtiyaçlarına yeniden uyarlanıyor.

Süreç içinde bunun yasal dayanakları da oluşturuldu. İller İdaresi Yasası ve diğerleri gibi... Ancak bu yasalar kendi başına sömürge yönetimini "yerel düzlemde" tek elde toplamada, merkezileştirmede yetersiz kalıyor. Şimdi bu "yetersizliği" aşacak yasal ve idari araçların üzerinde çalışıyorlar.

Olağanüstü Hal Valiliği, sömürge yönetimini yeniden biçimlendiriyor ve merkezileştiriyordu. Bu, aynı zamanda özel savaşın her açıdan kurumlaştırılması, yasal ve maddi dayanaklara dayandırılması anlamına da geliyordu. Ortaya dev bir aygıt ve sayısız kirli işin merkezileştiği bir yapı çıktı. Daha da önemlisi TC, son 15-20 yıl içinde Kürdistan’da adeta yeniden örgütlendi, kurumlaştı, eskiyen yanlarını aştı, tam anlamıyla bir özel savaş yapılandırması içine girdi. Bütün bunları da OHAL şemsiyesi altında gerçekleştirdi. Gelinen noktada OHAL içte ve dışta son derece deşifre oldu, onun esas gerekçesi olarak gösterilen devrimci savaş ise üç yıl önce noktalandırıldı ve çok yönlü bir tasfiye sürecine alındı. Bu biçimsel gerekçenin ortadan kaldırılması zaten deşifre olan OHAL’in sürdürülmesini daha ccedil;ok güçleştirdi. Dolayısıyla OHAL’i varolan biçimiyle sürdürmek devlet açısından da bir kambura dönüşmüştü, kaldırılmalıydı. O yönde karar aldılar. Ama "onun yerine ne koymak gerekir" sorusunu sorup yanıtını da verdiler:

"Güneydoğu Müsteşarlığı"!..

Böyle bir yeniden yapılanma Kürt halkı, Kürdistan açısından ne anlama geliyor? Sömürge rejimi açısından ne anlama geliyor?

OHAL ile birlikte Kürdistan’daki sömürge yönetimi gizlenemez hale geldi. Doğru bir adlandırmayla birçok çevre ve kişi buna "Sömürge Valiliği" dedi. Oysa daha önce TC, Kürdistan’daki idari yapının Türkiye’deki idari yapı ile farklılık göstermemesine özen gösteriyordu. Sıkıyönetimler, olağanüstü hal uygulamalarının biçimsel olarak "geçici" olmasına veya öyle algılanmasına özen gösterilmeye çalışılıyordu. Yapabildikleri ölçüde bunu yapıyorlardı.

Ancak OHAL ile birlikte "hukuki" olarak geçici olsa da gerçekte, olağanüstü yönetimler olağanlaştırıldı, süreklileştirildi. Özel yasalar, özel kurumlaşmalar, çok özel askeri ve polis kurumları ve uygulamaları OHAL altında gerçekleştirildi. Bütün bu aygıt ve araçların tasfiyesini hiç mi hiç düşünmüyorlar, tersine yeni bir ad ve yapı altında yeniden biçimlendirmek istiyorlar. "Güneydoğu Müsteşarlığı" ile yapılmak istenen budur.

Dolayısıyla OHAL kalkıyor diye sevinenler, kendilerini aldatıyorlar. Hayır, OHAL kalkmıyor, sadece adı değişiyor, yeniden yapılanıyor ve süreklileşiyor. Artık dört ayda bir biçimsel kararlar alıp Meclis’e onaylatmayacaklar, MGK’ya bağlı bir müsteşarlıkla sömürge özel savaş aygıtını daha rahat bir biçimde sürdürmeye çalışacaklardır. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.

Sömürge yönetimin yeni biçimi olan "Müsteşarlık", sadece bir karşı-devrim yapılanması, özel savaş aygıtı olmayacak; bununla birlikte tam bir "rehabilitasyon" ve "entegrasyon" karargahı olarak da işlev görecektir. "Güneydoğu Müsteşarlığı", İmralı tasfiyeciliğinin yarattığı elverişli ortamda sömürgecilik cephesindeki işlevlerini yerine getirecektir. Mücadelenin kazanımları, özellikle bilinçte, ruhta ve bellekte yarattığı birikimler özel programlar ve uygulamalarla tasfiye edilecektir... TC, yeni bir "Kürt kalkışması" ile yüzleşmemek için uzun vadeli bir programı "Güneydoğu Müsteşarlığı" eliyle yaşama geçirmeye çalışacaktır. "Islah" ve "entegrasyon" programı kapsamında, GAP TV kanalında sıkı sıkıya denetlenecek ve çok kısa kimi "Kürtçe" yaınlar da gündeme gelebilir. Ama anılan "Islah programı" kapsamlı kültürel kırıntıları vermeyi içermeyecektir. Tersine inkar ve imha sistemi bütün şiddetiyle varlığını sürdürecektir.

Ayrıca bu yeniden yapılandırma sürecinde İmralı Partisi de karşı-devrimci rolünü derinleştirerek sürdürecek, dolayısıyla sömürgeciliğin işini son derece kolaylaştıracaktır... Tasfiyecilik bir yandan değerlerin ve devrimci yurtsever bilinç ve ruhun yokedilmesi işlevinin yanı sıra her açıdan devletle ve sistemle bütünleşme çabaları da derinleşecek, yeni boyutlar kazanacaktır. HADEP’in kendini feshederek Karayalçın’ın SHP’sine katılması çabaları da bu bağlamda değerlendirilmelidir. Bu konuyu da başka bir değerlendirmede ele almak istiyoruz.

Kısacası, sömürgeci rejim, yeni ihtiyaçlara göre kendisini yeniden yapılandırıyor. Ama buna karşılık Kürt halkı İmralı Partisi, KADEK eliyle buna payanda yapılmak isteniyor.

Bu da Kürt trajedisinin derinleşerek devam etmesinden başka bir anlama gelmiyor...

PKK-Devrimci Çizgi Savaşçıları



Ulucanlar katliamı duruşmasında
JİTEM müdahalesi

Ulucanlar katliamına ilişkin açılan dava devam ediyor. 27 Haziran’da gerçekleşen duruşmaya jandarma sanıklar katıldı.

Sanıklardan Devrin Erten ve Mesut Erken jandarmada daha önce verdikleri ifadeleri tekrar ettiler. Silah kullanmadıklarını, tutukluların taş, sopa ve silahlarla kendilerine saldırdıklarını, yangın çıkardıklarını, kendilerinin de şiddet kullanmadan bu duruma müdahale ettiklerini söylediler.

Duruşmanın başında jandarma ve mahkumların kullandıkları kapıdan gelen üç sivil şahıs, gözlemci olduklarını söyleyerek izleyicilerin olduğu bölüme oturdular. JİTEM elemanı oldukları anlaşılan şahıslar, jandarmalar ifade verirken, verdikleri ifadelere müdahale etmeye başladılar. Devrimci tutsakların avukatları bu durum karşısında, bu şahısların kimler olduklarının açıklanmasını, ne iseler (avukat ya da izleyici) ona göre davranmaları gerektiğini söylediler. Çıkan gerginlikte mahkeme heyeti avukatları susturmakla yetindi.

Katliamı bizzat yaşayan Derya Şimşek ve Gökçen Kaygusuz, katliam saldırısını tüm detaylarıyla anlattılar. Derya Şimşek katliamın yarattığı tahribatın izlerinin hala mevcut olduğunu söyledi. Operasyona katılanlardan bazılarının tip tarifini yaparak, tanıyabileceğini söyledi. Mahkeme, teşhis amacıyla Emniyet ve Jandarma tarafından gönderilen ve sanıklara ait olduğu iddia edilen resimleri gösterdi. Derya Şimşek ve Gökçen Kaygusuz, fotokopi ve eski tarihe ait fotoğraflardan teşhisin mümkün olmayacağını söyleyerek, sanıkları ancak yüzyüze gördüklerinde tanıyabileceklerini belirttiler. Bunun üzerine avukatlar teşhis yapabilmek amacıyla belirtilen bir tarihte tüm sanıkların getirilmesini talep ettiler.

Mahkeme heyeti, avukatların talebini kabul ederek, sanıkların getirilmesi, ifade vermeyen mağdur ve sanıkların dinlenmesi ve diğer illere gönderilen talimatlara yanıtın beklenmesi amacıyla duruşmayı 9 Ekim 2002 tarihine erteledi.



Hüseyin Kayacı davası

3 Temmuz’da DGM’de başlayan davaya 52 sanıktan 22 kişi katıldı. Gergin başlayan duruşmada mahkeme başkanı davayı izlemeye gelenlere psikolojik baskı uygulamaya çalıştı. Kimlik tespitinden sonra savunmalara geçildi.
Haklarında dava açılanlar, Ölüm Orucu’nda hayatını kaybeden Hüseyin Kayacı’nın cenazesine (ikisi avukat 4 kişi farklı ifade verdiler) katıldıklarını, bunun da doğal insani bir görev olduğunu belirttiler, iddianamede belirtilen suçlamaları reddettiler. ÇHD Başkanı avukat Mustafa Ufacık, eski ÖDP İl Başkanı Haluk Tekeli ve İHD Şube Sekreteri Mihriban Karakaya ise Adli Tıp’a geldiklerini, işlerinin olmasından kaynaklı cenaze törenine katılmadıklarını, burada sanık sıfatıyla yargılanmalarına bir anlam veremediklerini belirttiler.
11 avukat vekil ve müdafi olarak duruşmanın gidişatına ilişkin itirazda ve çeşitli taleplerde bulundular. Mahkeme ise avukatların tüm taleplerinin reddine, diğer sanıkların dinlemesi için duruşmanın 10 Temmuz 2002 tarihinde yapılmasına karar verildi.

SY Kızıl Bayrak/İzmir