6 Temmuz'02
Sayı: 26 (66)


  Kızıl Bayrak'tan
  Yıkım ve yağma programına karşı mücadelede birleşelim!..
  Niyet mektubu ve kamuda tasfiye
  İş kanunu tasarısıyla kıdem hakkı da gaspediliyor...
  İMF artık siyasete de müdahaleye başladı
  Sivas'ın ışığı sönmeyecek!
  Sivas'ın katili sermaye devleti!
  BİR-KAR'dan direnişçi İSDEMİR işçilerine...
  İSDEMİR direnişi ve sınıfa karşı sorumluluklar
  İnsanca yaşamaya yetecek vergiden muaf asgari ücret!
  İşçi ve emekçi eylemlerinden...
  Kamu emekçilerinin 12 yıllık fiili-meşru mücadelesi 2 saate sığdırıldı
  "Bilim Kurulu"nun esnek üretim gerekçeleri ve gerçekler
  Düzenin sol kulvarında yeni bir oyuncu
   "Solcu aydın" geçinen holding kalemşörlerinin AB feveranları
   İsrail siyonizmi Filistin'de kalıcı işgal peşinde
   Bir kültürel etkinlik deneyimi...
   Venezüela’da yeni faşist darbe hazırlığı
   Emperyalistlerden "umut yolculuğuna” duvar
   Emperyalist G8 zirvesi..
   “Güneydoğu Müsteşarlığı” ile OHAL’e devam!...
   Cezaevleri Sempozyumu...
   Küreselleşmenin sonu mu?
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
“F tiplerine geçiş ülkenin içinden geçtiği ekonomik ve siyasi ortamdan bağımsız değildir...”

Cezaevleri Sempozyumu’nda
F tipi hücreler ve
devletin tecrit saldırısı tartışıldı

Marmara Üniversitesi Rektörlüğü’nde 10:30’da başlayan sempozyumun açılış konuşmasını İstanbul Barosu Başkanı Yücel Sayman yaptı. Adalet Bakanı’nın, kişilerin iradelerine rağmen terbiye edilebileceği, belli bir kalıba sokulabileceği ve sokulması gerektiği inancında olduğunu, kendilerininse bu görüşe karşı olduklarını söyledi. Ardından F tiplerindeki tecritten ve son olarak gündeme getirilen zorla çalıştırmaya yönelik infaz hukukundan söz ederek, bunun büyük sermayeye ucuz el emeği sunma amacı taşıdığını belirtti.

Ardından Cezaevleri İnfaz ve Yönetim Mevzuatı’nın görüşüldüğü birinci oturuma geçildi. İlk olarak Mimar Hasan Kıvırcık söz alarak, F tiplerine geçiş sürecinin ülkenin içinden geçtiği ekonomik ve siyasi ortamdan bağımsız olmadığını anlattı.

Ankara barosundan Av. Şenal Sarıhan, devletin cezaevleri sorununu çözmek adına her gün yeni mevzuatlar ve hayretler uyandıran önermelerle karşılarına çıktığını; demokratik muhalefetin ise devlete göre geri bir noktada bulunduğunu belirttikten sonra, ceza ve cezaevleri tarihine ve bunların her ekonomik sisteme göre değiştiğine değindi.

Eski cezaevi savcısı Necati Özdemir; cezaevlerinde uyulması gereken kurallar ve bunlara uyması istenenlerle uygulayanlar hakkında bilgi verdi. Ayrıca ceza infaz sisteminde gelinen noktayı da tuzun kokması olarak değerlendirdi.

Köksal Bayraktar; cezaevlerinin bir sürecin son noktası olduğunu ve şu andaki cezaevlerinin Ortaçağ’dan farklı olmadığını, cezanın 8. yy’da da 21. yy’da da kefaret ve ibret olduğunu belirtti. Ayrıca uygulanan ceza sisteminde istenenin mahkumun robotlaşması olduğunu belirttikten sonra, uygulanan ceza yönteminin para ya da hapis olarak görüldüğünü, ancak bundan sonra başka müeyyideler bulunması gerektiğini söyledi.

İkinci oturumun ilk konuşmacısı Av. Fatma Ufuk Gürler (İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi Üyesi), “Türkiye’deki kadın cezaevleri ve cezaevlerindeki kadın koğuşları ile ilgili genel bir çerçeve çizmek istiyorum” dedikten sonra, başta Bakırköy olmak üzere pek çok kadın ve çocuk cezaevine ve diğer cezaevlerinin kadın bölümlerine ilişkin bilgiler verdi. Daha vahim durumda gördüğü çocuk hapishaneleri ve diğer hapishanelerin çocuk (sübyan) koğuşları hakkında da ayrıntılı bilgiler verdikten sonra, çocukların hapsedilmesine ilişkin projelere de değinerek sözlerini bitirdi.

İkinci konuşmacı, İHD Cezaevleri Komisyonu’ndan Ümit Efe idi. Hapishane gerçeği hakkında “perspektif sunma” iddiasıyla sözlerine başlayan Efe, insan hakları savunucularının hapis cezası hakkındaki görüşlerini aktararak devam etti. Hapis cezasının caydırıcı bir özelliği olmadığının 200 yıllık bir uygulama ile kanıtlandığını, dolayısıyla sistemin hapis cezasını caydırıcılıktan ziyade imha amacıyla uyguladığını belirtti. Sözlerinin devamında hapishanelerin ekonomik hedeflerine vurgu yaparken, F tiplerinden sonra gündeme getirilen L tipi cezaevleri için, “ucuz, sigortasız, mahpus emeğinden rant sağlayan bir sektör oluşturulması düşünülmektedir” görüşünü dile getirdi.

Daha sonra adli tutuklu ve hükümlü kadınların maruz kaldığı hukuk ve insanlık dışı muameleler, taciz ve tecavüzlerle bu saldırılar karşısındaki tutumlarından bahsetti. Çeşitli cezaevlerindeki kadın ve çocukların durumu, sorunları, ihtiyaçları, hakları ve hak ihlalleri ile özelde İHD’nin konuya ilişkin talep ve önerilerini ayrıntılı biçimde anlattıktan sonra, ortak ve sistemli bir mücadelenin gerekli olduğunu vurgulayarak sözlerini tamamladı.

Yeşim İşleğen (İTO İnsan Hakları Komisyonu başkanı), genel olarak mahkumlar değil de, özellikle kadın ve çocuk mahkumların tartışılma nedeninin, bunların en fazla hak ihlaline uğrayan kesimi oluşturmalarından kaynaklandığını, hak ihlallerinin de en fazla Amerikan tipi cezaevlerinde uygulanabildiğini belirterek sözlerine başladı. “Cinsiyet ayrımcılığının hegemonik güce, devlete, daha fazla yaklaştıkça daha fazla artıyor olması”nın en önemli faktörlerden biri olduğunu vurgulayarak devam etti.

İşleğen, sadece kadınlara yönelik cezaevleri açılmasının kadınların sorunlarını azaltmadığını, bu durumda çok ideolojik bir engelle karşı karşıya olduklarını, dolayısıyla kadınlarla ilgili herhangi bir politikadan söz ederken cinsiyet ayrımcılığına dayalı politikalara dönük bir mücadele vermek gerektiğini vurguladı. Kadın ve çocuk cezaevlerindeki sağlık koşullarına, hizmetlerine, daha özelde saldırılara bağlı sağlık sorunlarına ve cezaevlerindeki durumun dışardaki durumla bağlantılarına değindi. Kadın mahkum sayısının bugün için çok yüksek olmadığını, ancak yoksulluk ve sefaletin artışı oranında bu sayının artmasının da kaçınılmaz olduğunu, dolayısıyla insan hakları örgütlerinin konuyu daha fazla gündemlerine alması gerektiğini vurgulayarak, konuşmasını sonlandırdı.

Sempozyumun ikinci gününün ilk oturumunda, "Avukatlar ve Cezaevleri" konusu tartışıldı. Avukatlar genel olarak savunma, cezaevi giriş-çıkışlarında yaşadıkları, karşılaştıkları sıkıntı ve baskıları dile getirdiler.

İkinci oturumun konusu ise "Cezaevleri ve Tecrit"ti. İlk konuşmacı olan İzmir Baro başkanı Noyan Özkan, Türkiye’deki F tipi uygulaması ve tecrite ilişkin hukuki süreci genel hatlarıyla aktardı.

Milletvekili Mehmet Bekaroğlu, F tiplerinin '80'den sonra gündeme geldiğini, '91’de çıkarılan TMY'de ise terör nitelikli tutuklu ve hükümlülerin nasıl muhafaza edileceklerinin açıkça yazıldığını, F tiplerinin buna dayanarak inşa edildiğini söyledi. Tecritin mahpuslar için can güvenliğinin de ortadan kalkması demek olduğunu vurgulayan Bekaroğlu, bu ülkenin cezaevlerinde yıllarca insanların baskı ve işkence gördüklerini, yaralandıklarını ve öldüklerini belirttikten sonra; cezaevlerinde yıllarca psikiyatrist olarak çalıştığını, görüştüğü mahpusların çoğunda daha çok can güvenliği endişesi olduğunu söyledi. F tiplerindeki ortak alanların tecriti ortadan kaldırmadığını, buralardan yararlanmanın bir takım şartlara bağlı olduğunu, tredman denilenin aslında kişinin düüncesinden soyundurulması olduğunu ve tek başına bunun bile insana saldırı olduğunu vurguladı.

Emekli Cumhuriyet Savcısı Mete Göktürk, koğuş sistemine karşı ve F tiplerinden yana konuşması ve okuduğu kendisine ait eski tarihli bir makalesiyle genel bir tepki topladı. Aslında anlattıkları koğuş sisteminde örgüt baskısı üzerine devletin bildik yavan propagandasının bir tekrarından ibaretti.

Son konuşmacı olan gazeteci Oral Çalışlar, Türkiye'de süren iki tartışma olduğunu, birincisinin mahkum ve tutukluların cezaevinde nasıl yaşamaları gerektiği, ikincisininse siyasi tutukluların nasıl adam edileceği sorusu olduğunu, bu iki tartışmayı birbirinden ayırmak gerektiğini söyledi. Türkiye'de 10 binin üzerinde siyasi mahkum ve tutuklu bulunduğunu, dünyanın hiçbir ülkesinde sayının bu kadar kabarık olmadığını, bunun ancak diktatörlüklerin hakim olduğu ülkelerde görülebileceğini söyledikten sonra, kendi tecrübelerinden de örnekler vererek, aslında F tipi uygulamalarına ilişkin ilk adımların 12 Mart’ın askeri cezaevlerinde atıldığını belirtti. Yer yer Göktürk’e yanıt olacak soru ve açıklamalarla tecrit ve tredmana karşı görüşlerini aktardı.

İkinci tura geçildiğinde söz alan dinleyicilerin hepsi Mete GÖKTÜRK'ün konuşmasına tepkilerini dile getirdiler. Oğlu Kandıra F tipinde bulunan bir ana Göktürk'ün söylediklerine üzüldüğünü belirterek, oğlunun anlatımlarından ve kendi gözlemlerinden F tiplerindeki keyfi, baskıcı, insanlık dışı uygulamaları aktardı. Yeni tahliye olmuş bir devrimci tutsak olan Şadi Özpolat da, yine Mete Göktürk’ün konuşmasına karşı, hiç kimsenin operasyondan sonra devletin kucağına koşmadığını, bu operasyonun asıl amacının insanları kurtarmak olmadığını belirtti. Gelen tepkiler üzerine Göktürk yanlış anlaşıldığını, eğer salonda kırdığı insanlar varsa buna üzüldüğünü söyledi.