ÇHD İstanbul Şubesinin suç duyurusudan...
Kontr-gerilla mensupları yargılanmalıdır! Susurluk kazası ile bir bölümü ortaya çıkan kontr-gerilla gerçeği bugün yeniden toplumun gündemindedir. Kazadan sonra, bu örgütlenme içerisinde yer alan kişilerin ve eylemlerinin ortaya çıkarılarak yargılanmaları yönünde güçlü bir kamuoyu duyarlılığı oluştuğu halde derinlemesine bir soruşturma yapılmamış, isimleri ve ilişkisi açıkça ortada olan birçok kişi yargı önüne bile çıkarılamamıştır. Birkaç kişiye verilen sembolik cezalar ile çetenin gerçek boyutu arka planda kalmıştır. Eylemleri kamuoyunun gözleri önünde olduğu halde, bu birkaç kişinin de verilen hafif cezalardan bile kurtarılması için organize bir çabanın açıkça yürütüldüğü görülmektedir. Emekli generallerden eski başbakana, genelkurmay başkanına, emniyet genel müdürüne, İT müsteşarına varana dek dönemin yetkili ve sorumlularının açıklama yoluyla yürüttüğü bu kampanya konuyu yeniden gündemimize taşıdı. Bu durum kontr-gerilla gerçeğinin aydınlatılması için yeni bir olanaktır. Geldiğimiz aşama bu çabayı kaçınılmaz kılmaktadır. (...) 1) Açıklamaların tümü aynı zamanda ve organize bir şekilde yapılmıştır; içerikleri ve biçimleri birbiriyle büyük ölçüde benzerdir. Organik bir bütünlük içinde ve planlı olarak yapılmış açıklamalardır. Açıklama sahiplerinin hepsi döneminin üst düzey general, emniyet müdürü, genelkurmay başkanı, OHAL valisi ya da başbakanı olması nedeni ile yetkili ve sorumlu konumdadırlar. Bu şekilde ceza alan mensuplarını kurtarmaya yönelik örgütlü bir girişimin yapıldığı görülmektedir. Özellikle ilgili hükümlünün karar düzeltme başvurusuyla aynı anda yaptıkları bu planlı girişim, organize faaliyetlerinin fikir ve eylem birlikteliklerinin halen devam ettiğini de göstermektedir. 2) Hatta faaliyetlerinin bu düzeyde de kalmayıp somut kişileri hedefleyen şekle de yöneldiği görülmektedir. Nitekim suçlananlardan Mehmet Ağar bir televizyon programında Av. Ergin Cinmeni Sizin gibilerle her türlü platformda her şekilde hesaplaşacağız. Kesin hesaplaşma bitmemiştir Türkiyede diyerek tehdit etmiştir. Çete faaliyetlerinin ortaya çıkarılıp cezalandırılması için çalışan tüm kişi ve kurumlara karşı yapılan bu açık yıldırma girişimi biçim olarak çete faaliyetlerinin tipik görünümlerindendir. 3) Yapılan açıklamalardan, Susurluk davasında yargılanan sanıkların eylemlerinin emir komuta zinciri içerisinde gerçekleştiği ve aleyhine suç duyurusunda bulunduğumuz şahısların da bu suçlara iştirak ettikleri ya da bizzat yönetici ve emir veren konumunda bulundukları kendi beyanları ile ortaya çıkmıştır. 4) Yargıtay kararında da değinildiği gibi, Susurluk yargılamasında gerçek sorumlular yargı önüne çıkarılamamıştır. Emir veren konumundaki üst düzey görevliler yargılanmamıştır. Organizasyonun emniyet, ordu ve siyasetçiler içerisindeki üyeleri soruşturulmamıştır. 5) Gazetelere yapılan bu açıklamalar bir suç itirafıdır. Şimdi görev Yargıya düşmektedir. Konumu, sıfatı, görevi ne olursa olsun suç işleyen herkes yargı önüne çıkarılmalıdır. Susurluk sanıklarının yargı kararıyla sabit olmuş eylemlerini gerçekleştirdikleri dönemlerde, karar alma-emir verme yetkisine sahip kişiler hakkında ciddi bir inceleme ve soruşturma yapılarak, çetenin ortaya çıkarılmamış diğer üyelerinin de yargılanması sağlanmalıdır. 6) Örgütün büyüklüğü, sayısız eylem ve faaliyetlerinin bulunması, birçok faili meçhul olay ile ilişkisi, eylemlerinin toplumda yarattığı olumsuz etki düşünüldüğünde, ceza yasamızın terminolojisinin de karşılamadığı "insanlık suçu" olarak tanımlanması yerinde olacaktır. Olay tek tek kişilerin ya da bazı kamu görevlilerinin yetkilerini aşan faaliyeti değildir, kapsamı ve etkileri ile toplumun geniş kesimlerinin ilgisini çeken bir olaydır. Toplumun bu geniş kesimleri haklı olarak bu örgütün tüm bağlantı ve emir/komuta ağıyla ortaya çıkarılmasını ve yargılanmasını beklemektedir. Cumhuriyet savcıları bu tarihsel sorumluluk ile karşı karşıyadır, görevlerini yapmalı, yetkilerini kullanmaktan kaçınmamalıdırlar. Sonuç ve İstem: Hakkında suç duyurusunda bulunduğumuz ve ilişkisi tespit edilebilecek diğer kişiler hakkında gerekli soruşturmanın yapılarak, cürüm işlemek amacıyla silahlı teşekkül oluşturmak ve yönetmek, kanunun cürüm saydığı fiili açıkça övmek ve tespit edilecek başkaca suçlardan kamu davası açılmasına karar verilmesini talep ederiz. 20 Mart 2002 Suçlananlar: 1- Doğan Güreş (Emekli Orgeneral ) Genelkurmay eski başkanı-DYP milletvekili
ÇHD İstanbul Şubesi: İstanbul Emniyet Müdürü Hasan Özdemir Bilindiği üzere Finansbank Kazasker Şubesini soymak isteyen iki kişi, güvenlik görevlisi Engin Bozkurt tarafından vurularak öldürülmüştü. İstanbul Emniyet Müdürü Hasan Özdemir Bozkurtun iki kişiyi öldürmesi ile ilgili olarak Görevini yerine getirmiştir. Gidip alnından öpeceğim, bizim polislerin yapamadığını yaptı dedi. Bu açıklamasını yaptığı 8 Mart 2002 tarihinde Engin Bozkurt daha savcılığa bile sevk edilmemişti. Soruşturmanın tüm adımlarını yürüten, delilleri toplayan polislerin müdürü daha olayın başında, yargının yerine de geçerek kararı vermiş, zanlının iki kişiyi öldürmesini meşru saymış, hatta daha da ileri giderek bunu övülecek bir davranış olarak gördüğünü açıklamıştı. İnsanlarımızın yaşama güvenliğinden sorumlu emniyet müdürü, iki kişinin öldürülmesini katilin alnından öpülmesini gerektirecek bir olay olarak görüyor. Şüphe yok ki bu olay özelinde düşünülürse, zihniyeti bu olan bir emniyet ne delilleri toplamada, ne yargı organlarının isteklerini yerine getirmede objektif olmayacaktır. Hiçbir güvenlik görevlisinin bir miktar parayı çalan ve kaçmakta olan kişilerin arkasından öldürücü şekilde ve defalarca ateş ederek iki ikşiyi öldürme hakkı ve yetkisi yoktur. Güvenlik görevlilerinin silah kullanma yetkisi sınırsız değildir. Silah ancak başka çare kalmadığı zaman kullanılır. Ayrıca yasada mümkün olduğunca yaralayak yakalanmalı ifadesi vardır. Açılan dava ve tutuklama kararı ardından yargılama esnasında bütün bu ayrıntılar tartışılmalı, delillerin sağlıklı değerlendirmesi yapılmalıdır. Bu yasal durumu elbette ki Hasan Özdemir de bilmektedir ve buna rağmen bu açıklamasını yapmıştır. Biz olayın asıl önemli tarafına dikkat çekmek istiyoruz. Bu olay, bir kez daha emniyet müdürünün idare anlayışını sergilemiştir. Birçok keyfi ve baskıcı uygulamanın sahibi olan Hasan Özdemir nüfusu 15 milyonu aşan bir kentin emniyet müdürüdür. Emrinde binlerce silahlı memur bulunmaktadır. Bu açıklaması da göstermektedir ki yaşama hakkını hiçe sayan, keyfi bir tutum içindedir. Açıklaması salt bu olayla sınırlı olmayan, ileriye dönük bir mesajdır. Kendi emrindeki silahlı güçlere, siz tereddüt etmeden öldürmek için ateş açın ben arkanızdayım demektedir. Aynı gün yapılan bir başka soygunda soygunculara ateş açmayan, onları öldürmeyen polisleri jet hızıyla görevden alarak tutumunu, bakışını ve anlayışını pekiştirmiştir. Biim polislerin yapamadığını yaptı demesi de bu nedenledir. Adam öldüreni alnından öpen, öldürmeyene ceza veren bir emniyet müdürü görevdedir. Bu anlayış insan yaşamına hiç değer vermediğinden insanların öldürülmesini kamuoyu önünde övecek kadar rahat hareket etmektedir. Böyle bir anlayışın emir ve komutasında olan bir polis gücünün olduğu kentte hiç kimsenin hayatı garanti altında değildir. Sebebi veya suçu ne olursa olsun insanlarımızı sokaklarda öldürtmeyi övünç kaynağı gören bir emniyet müdürünün hala görevde olduğu bir ülkede hukukun egemenliğinden, yargının gücünden asla söz edilemez. İnsanlarımızın yaşamını tehdit eden, yargılamayı işlevsizleştiren bu anlayışa sahip Hasan Özdemirin derhal görevden alınması gerekir. Çağdaş Hukukçular Derneği
Üç Baronun ortak açıklaması... Susurluk çetesinin ortaya çıkmamış mensupları da yargı önüne getirilmelidir! 3 Kasım 1996 tarihinde, Balıkesirin Susurluk ilçesinde meydana gelen kaza sonucu, kamuoyunda Susurluk çetesi olarak adlandırılan, devlet içinde de örgütlenmiş bir grup ortaya çıktı. Halkın deyimi ile Susurluk çetesini oluşturanların bir bölümü yargılandı ve yargılama sonucu bunların terörle mücadele adı altında suç örgütlenmesi içerisine girdikleri, adam kaçırma, cinayet, uyuşturucu ticareti, silah kaçakçılığı, terör eylemleri gibi eylemlere yöneldikleri, bu eylemleri organize biçimde yönettikleri anlaşıldı; İstanbul 6 Nolu DGMsi 1997/180 Esas, 2001/3 Karar sayılı ve 12. 12. 2001 günlü kararıyla, Susurluk çetesi mesuplarından suçlu bulduklarını mahkum etti. Yargıtay 8. Ceza Dairesi 2001/16176 Esas, 2001/123 Karar sayılı ve 15. 01. 2002 tarihli kararı ile tüm sanıklar hakkındaki mahkumiyet kararlarını onadı. Susurluk çetesi NATO üyesi ülkelerde oluşturulan Gladio tipi örgütlenmenin uzantısı, bir parçası, yüzeye çıkan görüntüsü olarak değerlendirildi. Ne var ki, Susurluk çetesinin parlamento içindeki ayağı soruşturulamadı, dokunulmazlıkları nedeniyle milletvekilleri, bakanlar yargılanamadılar. Susurluk çetesinin emniyet güçleri içindeki uzantıları da soruşturulmadılar.
Yargıtay 8. Ceza Dairesi, onama kararında, ulaşılan bilgi ve belgelerin, olayın arkasındaki ilişkilerin çözülmesinin güç, karmaşık ve duyarlı makamları ve görevlileri kapsayacak ölçüde olduğunu ortaya çıkardığı(nı).. belirterek, haklarında mahkumiyet hükmü bulunan sanıklar dışındaki kimi görevliler ile bunlara yardım edenlerin yargı önüne çıkarılmaları görevinin devletin yetkili organlarında olduğunu vurguladı. İstanbul 6 Nolu DGMsinin 6 yıl hapis cezasına çarptırdığı bir sanığı karar düzeltme isteminin görüşülmesi öncesinde, yargılama sürecinde değerlendirilen eylemlerin gerçekleştirildiği tarihlerde üst düzey önemli görevlerde bulunan ve o günlerde emir verme, yönlendirme yetkisine sahip, şimdi hepsi emekli, biri Genelkurmay Başkanı, biri MİT müsteşarlığı yapmış dört general, iki emniyet genel müdürü, iki OHAL valisi ve dönemin başbakanı, adı geçen sanığa sahip çıkarak onu KAHRAMAN ilan ettiler, yargıyı böylece etkilemeye çaba gösterdiler. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, bazı köşe yazarları ve günlük gazete destekli bu Kahramanlık öykülerinden etkilenmedi, karar düzeltme istemini reddetti. Reddetti, çünkü kahramanlık, yasaların suç saydığı eylemleri işleyenlere dokunulmazlık zırhı giydirmez, giydirirse hukuka güven kalmaz. Sıra yargının bu yeni durumu, KAHRAMAN ilan ettikleri sanığın sabit olmuş eylemleri gerçekleştirdiği dönemlerde, karar alma, emir verme yetkisine sahip kişiler hakkında inceleme ve derin bir soruşturma yürüterek, Susurluk çetesinin ortaya çıkmamış mensuplarını da yargı önüne getirmesindedir. Susurluk mahkumlarına sahip çıkanlar mahkum edilenlerin kahramanlıklarını anlatmak için, Susurluk çamuruna nasıl battıklarını ve onların suçlarına nasıl ortak olduklarını açıklıyorlar. Bu bir suç itirafıdır. Kendileri doğrudan suç işlemeyip mahkum olan Susurluk sanıklarını suç işlemeye özendirdilerse, bu da bir suçtur. Türk Ceza Yasasının 64. maddesinde, suça iştirak edenlerin de aynı cezaya çarptırılacağı öngörülmüştür. 65. maddede, suç oluşturan fiille ilgili talimat vermek, suç işlemeye teşvik etmek veya suç işlendikten sonra yardım ve destekte bulunacağının vaadedilmiş olması hali de cezalandırılmaktadır. Bu iştirak olmaksızın, suç oluşturan eylemin gerçekleşmesi mümkün değilse, suça destek ve teşvikte bulanan bu kişiler hakkında maddede öngörülen indirim hükümlerinin de uygulanamayacağı belirtilmiştir. Örgütü ortaya çıkarmanın yolu, bu açıklamalarla belli olan diğer çete mensuplarının hukuki ve fiili dokunulmazlıklarını kaldırarak onları adalete teslim etmektir. O zaman belki, yalnızca kimlere emir verdiklerini değil, kimlerden emir aldıklarını da açıklarlar ve bu, çetenin uluslararası boyutunun da ortaya çıkarılmasına yardımcı olur. Son günlerde kendilerini güven duygusu içinde görmeyenler, kendilerini eleştirenleri tehdit etmeye de başladılar. Türkiye, Adalet Bakanlığı da yapmış, dokunulmazlığı nedeni ile yargılanamayan bir milletvekilinin Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık eyleminin sözcülerinden Av. Ergin Cinmeni bir TV programında tehdit etmesini de hayretle izledi. Demokrasi ve hukukun üstünlüğüne inanmış kişilerin ve demokratik örgütlerin böylesi tehditlere boyun eğmeyeceğini de tekrar tekrar belirtiyoruz. Değerli basın mensupları, Ankara, İstanbul, İzmir baroları üstlerine düşeni yapmaya hazırdırlar, kararlıdırlar. Kararlı kişiler korkmazlar; Saygılarımızla. Av. Sadık Erdoğan/Ankara Barosu Bşk. |
|||||