23 Mart '02
Sayı: 11 (51)


  Kızıl Bayrak'tan
  Herşeye rağmen yanan isyan ve özgürlük ateşi
  ABD'nin Ortadoğu planları ve Filistin sorunu
  Sıra işçi ve emekçi çocuklarının cepheye sürülmesinde!
  Newroz teslimiyet ve ihanete karşı direniştir
  Çeşitli kentlerde Newroz kutlamaları...
  Cejna Newroz be!
  Yoğunlaşan saldırılara karşı metal işçilerinin örgütlü gücü harekete geçirilmelidir
  Biz kazanacağız!..
  7 saatlik işgünü, 35 saatlik çalışma haftası!
  Feminizm yol değil, bir çıkmaz sokaktır!
  Gençlikten eylem ve etkinlikler...
  Dünyada ve Türkiye'de neo-liberal eğitim politikaları
  "Sermayenin Avrupa'sına hayır!"
  İşgale katılmayı reddediyorum
  ÇHD İstanbul Şubesi'nin suç duyurusundan...
  Sesimizi boğmaya gücünüz yetmez!
  Zorbalık değil devrimci dayanışma!
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Yoğunlaşan saldırılara karşı metal işçilerinin örgütlü gücü harekete geçirilmelidir

Kriz sonrasında metal sektöründe, onbinlerce işçinin işsiz kalmasına, toplusözleşme haklarının gaspına ve sendikal örgütlülüğün daha da zayıflatılmasına yol açan yoğun saldırılar yaşanmıştı.

Türkiye Metal İşverenleri Sendikası’nın (MESS) verilerine göre, 2001 yılı içerisinde MESS’e bağlı işyerlerinin %72’sinde işçi kıyımına gidildi. %57’sinde üretime ara verildi ve bunların %41’inde bu süre bir ayın üzerinde oldu. Bu verileri daha anlaşılır bir ifadeyle özetlersek: MESS’e bağlı işyerlerinin %72’sinde, yani her 10 işyerinden 7’sinde onbinlerce işçinin işsiz kalmasına yol açan kitlesel kıyımlar yaşandı. Yine her 10 işyerinden yaklaşık 5’inde 30 günden fazla bir zaman dilimine yayılan ücretsiz izinler yaşandı. Kuşkusuz MESS’in bu verileri toplusözleşme gasplarını, girdi-çıktıları, taşeronlaştırmaları ve sendikasızlaştırmaları içermiyor.

MESS’in kendisine bağlı patronlarla yaptığı anket sonuçlarına göre, patronların yaklaşık %70’i en temel sorunlarının işgücü maliyeti olduğunu söylüyor. Bu sonuçlar en azından her 10 işyerinden 7’sinde ücret zamlarının, sosyal hakların ve fazla mesai gibi ödemelerin masaya yatırıldığını göstermektedir. Şüphesiz saldırıların yoğunluğunu göstermek için bu verilere ihtiyacımız yok. Çünkü metal fabrikalarının her birinde bu saldırılar çok çeşitli biçimlerde karşımıza çıkıyor ve metal işçileri rakamlara ihtiyaç duymaksızın saldırıların ağırlığını iliklerinde hissediyorlar.

2002 yılının daha ilk günlerinden itibaren yaşanan ve Mart zamlarının gündeme gelmesiyle yoğunlaşan saldırılar, yeni yılda da saldırıların durmaksızın devam edeceğinin göstergesi olmuştur. Bugün her fabrikada çok yönlü saldırılar gündeme gelmiştir. Fabrikaların kimisinde işçi kıyımları, kimisinde taşeronlaştırma-sendikasızlaştırma, kimisinde girdi-çıktı dayatması ve hemen hepsinde ise Mart zamları gündeme getirilmiştir.

Sendikal ihanet saldırıların boyutunu büyütüyor

Tüm bu saldırılar karşısında sendikaların herhangi bir duruş sergilememesi, daha doğrusu Türk Metal-İş ve onun Hak-İş’teki uzantısı Öz Çelik-İş’in tutumu, Birleşik Metal-İş’in ise her saldırı sürecinde “taviz vererek kurtulma!” tutumu, patronları daha büyük saldırılar için heveslendirmektedir. Öyle ki, saldırıların hayat bulmasında aslan payı sendikalarındır. Dün olduğu gibi bugün de sektörde ihanetçiliğin başını Türk Metal çekmektedir.

Eylül zamları döneminde kimi fabrikalarda toplantılar yaparak işçilerin önüne “ya işten atılırsın, ya zamsız çalışırsın” dayatmasını getiren Türk Metal, toplantı yapmaya bile gerek duymaksızın bugün de bu uğursuz rolü oynamaya devam etmektedir. BEKO’da kitlesel kıyımlar yaşanıyor ve üretim taşeronlaştırılıyor. Türk Metal’den ise ses yok. Kale Kilit, Packard, Emas gibi hemen her işyerinde kitlesel işten atmalar ve ücretlerin düşürülmesi gibi yoğun saldırılar yaşanıyor. Türk Metal’den yine ses yok. Öz Çelik-İş’te de durum Türk Metal’den farklı değil. Bu iki sendikanın yöneticileri, saldırılar karşısında tutum almak şöyle dursun, kendi tabanlarından yükselen her aykırı sesi boğmaya çalışıyorlar. Parsat Piston’da yaşananların özü de budur.

Birleşik Metal ise saldırılar karşısında tavizkar bir tutum takınıyor ve bugün taviz vermeyi sendikal çizgi düzeyine yükseltmiş bulunuyor. Geçtiğimiz yıl sendika yöneticilerinin bu tavizkar tutumu, Birleşik Metal üyelerine ağır bir fatura çıkarttı. Ekonomik kayıplar bir yana, bu tavizkar tutum sonucunda sendikal örgütlülük iyice zayıfladı ve işyerlerinin çoğunda toplusözleşme yetkisi tartışılır duruma geldi. Oysa Birleşik Metal yöneticileri taviz vermeyi sendikal örgütlülüğü korumanın anahtarı olarak sunuyorlardı. Şimdi ise aynı yöneticiler, yetki sorununun yaşandığı işyerlerindeki saldırılar karşısında “yetkimiz olsaydı böyle mi olurdu” türünden söylemler kullanıyorlar. Son yıllarda “gücümüz yok” deyip taviz vermeyi politika haline getir, sonra bu taviz politikası yüzünden yetkin düşsün, ¨zerine kalk “yetkimiz olsaydı böyle mi olurdu” diye nutuk çek!

Taviz politikasını şöyle özetleyebiliriz: Patron 50 işçi atmak istiyorsa 25 işçinin atılmasında anlaşmaya varılır, yok patron 100 işçi atacağım diyorsa atılacak işçi sayısı 50 olur. Ya da diyelim ki patron “ya ücret zammı vermem, ya da işçi atarım” diyorsa bunlardan biri tercih edilir. Seçenekler patrondan, tercih Birleşik Metal yöneticilerinden! İşte taviz politikasının ucu da sonu da budur. Hem de bu politika sendikal örgütlülüğü korumak adına yapılıyor.

Lokal eylemlerden birleşik eylemlere doğru bir
mücadele çizgisi izlenmelidir!

Sermayenin saldırıları işçi sınıfının bütününü kesmektedir ve bu saldırılar ancak birleşik bir mücadele ile püskürtülebilir. Metal patronlarının metal işçilerine yönelttiği saldırılar da ancak birleşik-militan bir mücadele ile püskürtülebilir. Bu genel doğru herkes tarafından bilinmektedir ve sendikacılar da sık sık bu doğruyu ifade etmektedirler. Kuşkusuz Türk Metal yöneticilerinin mücadeleyi örmek ve saldırıları püskürtmek gibi bir niyetleri yoktur. Birleşik Metal yöneticileri ise bu genel doğruyu tutup, “lokal eylemlerle bir yere varılamaz” diye okumaktadırlar. Birleşik Metal yöneticileri “birleşik mücadele” sözünü lokal eylemlerin önüne geçmek için kullanmaktadırlar. Oysa birleşik mücadelenin örülmesi lokal eylemlerin yaygınlaştırılmasından geçmektedir. Söz konusu olan te bir saldırı değil, bir saldırılar zinciridir ve bu zincirin bir yerden kırılması hayati bir önem taşımaktadır.

Bugün saldırılar tüm fabrikaları sarmıştır ve bunlar karşısında direnişler zinciri yaratmak ertelenemez bir görevdir. Kuşkusuz bunu sağlamanın yolu, fabrikalarda işyeri komitelerinin yaygınlaştırılmasından ve sektör düzeyinde öncü işçileri yanyana getirecek araçların yaratılmasından geçmektedir. Bu Türk Metal ve Öz Çelik-İş’in ihanetçi yöneticilerinden beklenemeyeceği gibi, dirayetsiz Birleşik Metal yöneticilerinden de beklenemez. Fabrikalarda karşılaşılan saldırılar karşısında uzlaşmaz bir mücadelenin örgütlenmesinden, sektör düzeyinde birleşik-militan bir karşı koyuşun yaratılmasına kadar tüm görev öncü işçilerin omuzlarındadır. Metal işçileri bu görevi başarmak için yeterli bir birikime ve mücadele geleneğine sahiptirler. En temel sorun metal işçilerinin mücadele birliğini sağlayacak bir &oum;ncü örgütlenmenin yaratılmasıdır.

Birleşik-militan bir mücadele için
öncü işçilerin birliği sağlanmalıdır

Kuşkusuz saldırıların yaşam bulmasından yalnızca sendikacılar sorumlu tutulamaz. Onlarınki gerçekte bir tercih sorunudur ve tercihlerini genelde taviz vermek üzerinden yapmaktadırlar. Oysa önce işçilerin ve işyeri temsilcilerinin sorumluluğu daha ağırdır ve bunun geçiştirilişi kabul edilemez. Öncü işçi ve temsilciler, gerek fabrika komitelerinde gerekse sektör düzeyinde çeşitli birimler içerisinde yanyana gelmedikçe, sektördeki öncü birikim dağılmakta ve işçilerin mücadele azmi kırılmaktadır. Öncü işçilerin birliği birleşik bir mücadelenin örgütlenmesinin anahtarıdır. Bu birlik sağlanmadıkça, ortak bir davranış kültürü yaratılamaz, işçilerin birliği sağlanamaz ve saldırıların önü alınamaz. Türk Metal ve Öz Çelik-İş’teki ihanet çetelerini dağıtmanın, sedikal bürokrasiyi alaşağı etmenin ve sendikaları gerçek birer sınıf örgütü olarak yeniden inşa etmenin yolu da buradan geçmektedir. Öncü işçiler bunun bilinciyle hareket etmeli ve uzun soluklu bir mücadele hattının örülmesi doğrultusunda hızlı adımlar amalıdırlar.



Türk-İş Adana toplantısı:
Bayram Meral protesto edildi

Türk-İş Genel Merkezi’nin başlattığı “Artık yeter bu ülke bizim" kampanyasının 2. bölge toplantısı Adana’da Adnan Menderes Spor Salonu’nda yapıldı. Toplantıya çevre illerden Türk-İş'e bağlı sendikaların yöneticileri, temsilci ve işçilerden oluşan yaklaşık 4 bin kişi katıldı.

Bayram Meral konuşmasında ülkenin en önemli sorununun işsizlik olduğunu, iş güvencesi yasasının derhal çıkarılması gerektiğini vurguladı. Meral kürsüye çıktığında Yol-İş işçileri salonu terk ederek protesto ettiler.

Meral geçici işçilerin salonda taleplerini ifade eden pankart ve sloganları üzerine geçici işçilerin sorununun sürekli gündemlerinde olduğunu belirterek, 20 Mart’ta bu sorunu başbakanla görüşeceğini bildirdi.

Bayram Meral birinci bölge toplantısında olduğu gibi yine 800 profesyonel sendikacıyla Ankara'da olacağını, talepleri ciddiye alınmadığı takdirde onbinlerle Kızılay'a ineceğinin sözünü verdi. Önceden hazırlanan sonuç bildirgesi okundu. Saat 10:00’da başlayan toplantı 11:30'da sona erdi.

SY Kızıl Bayrak/Adana



Sümer Holding işçisi işi ve onuru için direniyor!

Sümer Holding Bakırköy işletmesi İMF’nin istemlerini ikiletmeyen hükümetin yeni bir tasfiye girişimiyle karşı karşıya. Sümer Holding yönetimi yaklaşık üç hafta önce işçilerin tümünü, yani 850 işçiyi ücretli izine çıkardı ve onlara “evinizde oturun maaşınızı alın” teklifi yaptı. İlk bakışta işçilerin çalışmadan maaş alması iyi niyetli bir uygulama gibi görünse de, gerçekte kapitalist işverenin bu cömertliğinin altında haince bir plan yatıyor.

İMF uydusu hükümetin Sümer Holding’in tüm işletmelerini değişik gerekçelerle tasfiye edip özelleştirme amacında olduğu biliniyor. Bugüne kadar kuruma bağlı birçok işletme bu amaçla kapatıldı. Hedefte tüm işletmelerin tasfiyesi var.

Bakırköy işletmesi de geçmişte bu özelleştirme operasyonundan nasibini aldı. Fakat Bakırköy Sümer Holding işçilerinin kararlı ve militan bir eylem çizgisi tutturduğunu, fabrikasına sahip çıktığını ve oynanan oyunları boşa çıkardığını biliyoruz. Bu nedenle Sümer Holding yönetimi bu kez tasfiyeye zemin hazırlamak için ücretli izin oyununa başvurdu. Bir taraftan da işletmenin dışardan sipariş alması yasaklandı. Holding yönetiminin ve asıl olarak da hükümetin yapmak istediği açıktır. Amaçlanan; ücretli izine çıkarılan işçileri zamanla tasfiye etmek ve bunun sonunda herhangi bir tepkiyle karşılaşmadan bu işletmenin tümünü özelleştirmektir.

Ancak tezgahlanan bu oyun işçiler ve üye oldukları Bakırköy Teksif tarafından yoğun tepkiyle karşılandı. İşçiler üç haftadır ücretli izindeler, fakat bu dayatmayı kabul etmeyerek her gün işyerine gelmeye devam ediyorlar. Üretim alanlarından ayrılmıyorlar. Yemek ve yol paralarını ise kendi ceplerinden karşılıyorlar.

Sümerbank işçilerinin saldırının ne anlama geldiğini rahatça görebildikleri açık. Dahası işçiler saldırının sadece kendilerini değil tüm işçi ve emekçileri hedeflediğini belirtiyorlar. Aynı zamanda direniş noktasında bir kararlılıkları var ve önümüzdeki haftalarda eylemliliklerini daha ileri ve yeni bir düzeye taşıma bakışı içerisindeler. Bakırköy Teksif Şubesi de farklı düşünmüyor.

Kuşkusuz Sümerbank işçilerine dönük saldırı tüm sınıfı tehdit eden özelleştirme saldırısının ve kamuda tasfiye operasyonunun doğrudan bir parçasıdır. Dolayısıyla bu saldırının püskürtülmesi tüm işçi ve emekçilerin sorunudur. Bugün Sümerbank işçileriyle dayanışmanın örülmesi öncelikle görevlerimizden biri olmak durumundadır.

SY Kızıl Bayrak/İstanbul



Biz sahip çıkarsak geleceğimiz satılamaz!

Sümer Holding Genel Müdürü toplu iş sözleşmesi ve iş kanununda yeri olmayan ahlaksız bir teklifte bulundu. Müdüre göre, iş yoktu dolayısıyla bizim işe gelmemize gerek yoktu. Üstelik evlerimizde oturup maaşlarımızı alacaktık.

Sayın genel müdür ve onun gibilerinin alışkanlık haline getirdikleri “Başkalarının sırtından nemalanma” tutumu, bizlerin ve hiçbir işçinin yaşamında bulunmayan bir tarzdır. Bizler genel müdürün işini yapmasını istiyoruz. Onun ulufe dağıtır gibi “evinizde oturun maaşınızı alın” teklifine ihtiyacımız yok. Tam tersine, Kurtuluş Savaşı sonrası kurulmuş, ülke sanayiinin temel yapı taşı niteliğindeki Sümer Holding ve onun gibi kuruluşların, ülke ekonomisine ve halkına yararlı bir şekilde çalışmasını istemekteyiz.

...

Biz Sümer Holding Bakırköy işçileri genel müdürün ahlaksız teklifini kabul etmiyoruz ve genelgesini uygulattırmayacağız. İki haftadır yaptığımız gibi işyerimize hep beraber gelmeye devam edeceğiz. İşimizi ve ekmeğimizi bedeli ne olursa olsun savunacağız. Ama, artık birşeyi çok iyi biliyoruz. Sorun Sümer Holding Bakırköy işçilerinin iş ve ekmek sorunu değildir. Sorun emperyalizmin ülkemizdeki işbirlikçileriyle birlikte giriştikleri yağma ve talana karşı topyekûn mücadele sorunudur. Sorun ülkemizi haramzadelerin hegemonyasından kurtarıp namuslu olanların, ülkenin gerçek sahiplerinin, işçilerin ve emekçilerin gidişata el koyma sorunudur.

Buradan çağrı yapıyoruz; Açlığa mahkum edilen, geleceksiz bırakılan ve namusuyla yaşamak isteyenler, bu mücadeleyi yükseltelim. Artık birbirimizi salonlarda, toplantılarda görmeyelim, mücadele alanlarını dolduralım ve her yeri mücadele alanı yapalım. Bugününden ve yarınından umutsuz olan herkes elini taşın altına koysun. Daha çok örgütlenelim. Ve bilelim ki bizim ve insanlığın düşmanı bu bezirgan saltanatı, bu kokuşmuş düzendir.

Sümer Holding Bakırköy İşçileri



Saldırılar sürerken sendika ağaları laf yarışında

17 Mart’ta Türk-İş bölge toplantısı yapılırken, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi de Adana’daydı. Çelebi’nin Adana’ya gelişinin nedeni, bir hafta önce Hak-İş’in Adana’da gerçekleştirdiği başkanlar kurulu toplantısında Bossa’da referandum çağrısında bulunmasıydı.

BOSSA’da yaşanan sendikal çekişme sendika genel merkezlerini Adana’ya çekiyor. Çelebi konuşmasında Öz İplik-İş Sendikası’nı eleştirmekten başka hiçbir şey söylemedi. Öz İplik-İş’in Bossa’da referandum çağrısına karşılık Türkiye genelindeki tüm işyerlerinde referandum çağrısı yaptı.
Sendika bürokratları arasında bu tartışma sürerken, Bossa işletmelerinde işten atmalar yaşanıyor. Buna karşı bir tavır koyacaklarına ağız dalaşına girişen bu ağalar taşeronlaştırmaya karşı da tek laf etmiyorlar. Bu da gösteriyor ki, her iki bürokrat da Bossa’ları bir rant alanı olarak görüyor.

Toplantıda DİSK eski genel başkanı bağımsız milletvekili Rıdvan Budak da bir konuşma yaptı. Konuşmasında “Allahla kulun, DİSK’le işçinin arasına girilmez” diyen Budak, Öz İplik-İş’i kastederek “DİSK ile işçi arasında ne işinin olduğunu sormak gerek” dedi.

Toplantı halaylarla ve Kıvırcık Ali’nin şarkılarıyla sona erdi. Toplantıya DİSK’e bağlı sendikaların yöneticileri (Çukobirlik, Bossa, Mensa, Ceytaş), işçiler ve aileleriyle birlikte yaklaşık 1500 kişi katıldı.

SY Kızıl Bayrak/Adana



Dev. Maden-Sen’in açıklamasından...

Gökçesu maden işçileri kıskaç altında

Sendikaya üye olmalarının ardından olmadık baskı ve tehditlerle karşılaşan, birlik ve kararlı mücadeleleriyle bu yasadışı saldırıları boşa çıkartan, bir kısmının çalıştığı linyit ocakları Haziran’da kapatılarak işten atılan, diğer işçilerin çalıştığı linyit ocağının ise Aralık’ta üretimine süresiz ara verilerek ücretsiz izine çıkarıldığı Gökçesu’da, maden işçileri adeta kuşatma altında tutuluyor. İşveren Çarşamba günü üretime geçtiği ocağa sendikasız ve sendikadan istifa etmiş işçileri başlatıp, ihtiyaç duyduğu diğer işçileri de Zonguldak, Karabük ve Bartın’ın köylerinden araçlarla Gökçesu’ya taşırken, jandarma Dev. Maden-Sen üyelerini baskı altında tutarak tepkilerini önlemeye çalışıyor. ...

İşveren Nurullah Ercan, Kuzey Anadolu Madencilik işçilerinin yasadışı grev yaptığını iddia ederek Kocaeli 2. İş Mahkemesi’nde geçtiğimiz günlerde tespit davası açmıştır. İşveren bu davayla; ücretsiz izine çıkardığı işçilerin “yasadışı grev” yaptığını mahkemeye tespit ettirip, izin ücretlerini ve tazminatlarını ödemeden işçilerden ve dolayısıyla sendikadan kurtulmayı hedeflemektedir.

Öte yandan 228’i Dev. Maden-Sen üyesi 300’den fazla işçinin çalıştığı Üçpınar ve Bükköy Madencilik’in Haziran ayında kapatılan ocakları Çarşamba günü yeniden üretime geçirilmeye başlanmıştır. Bu ocakların açılacağına dair aylardır Gökçesu’da yürütülen propagandanın ana teması ise, “sendikalı işçinin kesinlikle işe alınmayacağı” olmuştur. İşverenin, Dev. Maden-Sen üyelerini sendikadan istifa ettirmek için aylardır yürüttüğü çabalar boşa çıkarılmıştır. ...

İşverenin asılsız ihbarları sonucu bugüne kadar birçok üyemiz gelişi güzel bir şekilde defalarca gözaltına alınmış ve kendilerine gözdağı verilmek istenmiştir. Çarşamba günü saat 22:30 civarında evleri jandarmaca basılan Dev. Maden-Sen üyesi işçiler karakola götürülerek gözaltına alınmıştır. Gözaltına alınma nedeni ise; “gece vardiyasını taşıyan servise sendika üyesi işçilerce bir saldırı düzenleneceği” yolunda bir ihbar olduğu şeklindedir. Dev. Maden-Sen üyesi işçiler saatlerce gözaltında tutulmuştur.

Üyelerimizin, üretime geçen Kayaaltı ocağına, birkaç gün içinde üretime geçecek olan Çorak linyit ocağına ve bunların yakınında bulunan şirket şantiyesine yaklaşması, Gökçesu’dan ocakların bulunduğu Bolu güzergahına gişileri, kahvehanelerde ve sokaklarda kitle halinde bir arada bulunmaları yasaklanmıştır. Gökçesu’da gücünü anayasadan alan, demokratik hak ve özgürlükleri gasp edilen işçiler için adeta adı konulmayan bir sıkıyönetim uygulanmaktadır. Küçücük Gökçesu bugün; Bolu jandarma alayının yüksek rütbeli subaylarının sıkça mesailerini tükettiği bir yer olmuştur. ... 14 Mart Perşembe günü bahse konu yasaklar bir kez de Dev. Maden-Sen yetkilileri karakola çağrılarak kendilerine hatırlatılmış ve kibarca uyarılmıştır. ...

Herşeye rağmen Gökçesu maden işçileri demokratik haklarını kullanmakta tereddüt etmeyecek, demokratik tepkilerini tüm güçleriyle göstermeye devam edecektir. ...

Dev. Maden-Sen/15 Mart ‘02