23 Mart '02
Sayı: 11 (51)


  Kızıl Bayrak'tan
  Herşeye rağmen yanan isyan ve özgürlük ateşi
  ABD'nin Ortadoğu planları ve Filistin sorunu
  Sıra işçi ve emekçi çocuklarının cepheye sürülmesinde!
  Newroz teslimiyet ve ihanete karşı direniştir
  Çeşitli kentlerde Newroz kutlamaları...
  Cejna Newroz be!
  Yoğunlaşan saldırılara karşı metal işçilerinin örgütlü gücü harekete geçirilmelidir
  Biz kazanacağız!..
  7 saatlik işgünü, 35 saatlik çalışma haftası!
  Feminizm yol değil, bir çıkmaz sokaktır!
  Gençlikten eylem ve etkinlikler...
  Dünyada ve Türkiye'de neo-liberal eğitim politikaları
  "Sermayenin Avrupa'sına hayır!"
  İşgale katılmayı reddediyorum
  ÇHD İstanbul Şubesi'nin suç duyurusundan...
  Sesimizi boğmaya gücünüz yetmez!
  Zorbalık değil devrimci dayanışma!
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
8 Mart’ın ardından...

Çarpık feminist tutum özgürleşmeye değil gericileşmeye götürür

2002 8 Mart’ını geride bıraktık. Burjuvazi bu yıl da 8 Mart’ın tarihsel anlam ve öneminin içini boşaltmaya çalışarak “Dünya Kadınlar Günü”nü kutladı. Cumhurbaşkanı’ndan siyasi parti liderlerine, sermayenin çeşitli örgütlerine kadar kadınların bugünü unutulmadı! Kutlama mesajları yayınlandı, çeşitli yerlerde basın toplantıları, şenlikler düzenlendi. Büyük bir ikiyüzlülükle yılda bir kez bu günü kutlamış oldular.

8 Mart burjuva cephede böyle yaşanırken, öbür yanda da alanlara çıkıldı. Ama ne yazık ki kadın örgütlerince düzenlenen miting de 8 Mart’ın tarihsel anlam ve önemine gölge düşüren bir şekilde gerçekleşti.

8 Mart’tan çok önce toplanmaya başlayan kadın örgütleri 8 Mart’ı nasıl kutlayacaklarını tartışmaya başladılar. Bu yıl da önceki yılllardaki gibi en can alıcı sorun erkeklerin katılıp katılmaması idi. Haftalarca süren tartışmaların sonunda Pazartesi Dergisi ve ÖDP çekildi ve sonunda bir orta yol bulundu. Önden kadın örgütleri yürüyecek, ardından arada uzunca bir boşluk bırakılarak kadın-erkek karma kortejler yürüyecek ve erkekler pankartlarla çevrilen miting alanının içine alınmayacaktı!
Çoğunluğu kendini solda tanımlayan kadın örgütlerince oluşturulan platform tarafından mitingin ismi, emekçi ismi çıkartılarak “Kadınlar özgürlüğümüz için dayanışmaya, örgütlenmeye” olarak belirlendi.

Yürüyüş başladıktan sonra kadın örgütleri uzunca boşluk bırakarak, misafir olarak tanımladıkları erkekler ve karma grup kortejleriyle aralarına sınır çizdiler. Miting alanına gelindiğinde de, kadın gruplarının etrafını pankartlarla çevirerek erkeklerle mesafeyi açmaya özen gösterdiler. Bununla da kalmadılar. Kürsüden erkeklerin alanda istenmediğini, alanı kadınlara bırakmaları gerektiğini, bu yıl misafir olarak kabul etmelerine rağmen önümüzdeki yıl istemediklerini söylediler.

Mitingi düzenleyenlerin konuşmalarına ve taleplerine baktığımızda, İMF yıkım politikalarına, emperyalist saldırganlığa, tecrite karşı çıkıldığını, eşit işe eşit ücret talep edildiğini, silahlanmaya değil sağlığa bütçe ayrılması gerektiğini, tecavüzcülerin yargılanması ile anadilde eğitim, barış ve erkeğin kadın üzerindeki egemenliğinin kaldırılması taleplerinin öne çıkartıldığını görüyoruz. Dolayısıyla, öne çıkan sorunlar ve ileri sürülen talepler bizzat emekçi kadının sorunları ve onları ilgilendiren taleplerdir. “Cinsiyetçi” bakış açısıyla ele alındığında, çok sınırlı olarak kazanılan hakların bile ancak burjuva kadınların işine yaradığını, emekçi kadınların taleplerinin ise bizzat işçi ve emekçi erkek ve kadının birlikte mücadele ederek kazanıldığını tarh bize göstermektedir.

“Kadının ikiyüz yılı bulan özgürlük ve eşitlik mücadelesi süreci içinde bu hakların nasıl kazanıldığına dönüp baktığımızda, tartışmasız bir biçimde sosyalizmin ve uluslararası işçi hareketinin bu alandaki kendine özgü tarihsel yeriyle yüzyüze kalırız. Kadının bugün sahip olduğu hemen tüm demokratik ve sosyal haklar, tam da burjuva düzenine karşı sosyal-siyasal mücadeleler içinde, büyük ölçüde işçi hareketi sayesinde ve işçi sınıfı partileri önderliğinde elde edilmişlerdir.” (8 Mart ve Burjuva Toplumunda Kadın Hakları, SY Kızıl Bayrak, sayı:10, 16 Mart ‘02)

Öbür yandan, mitingi düzenleyen 20’yi aşkın kadın örgütüne baktığımızda, kendini feminist olarak tanımlayanların sınırlı sayıda olduğu görülmektedir. Kadının çifte ezilmişliğinin arkasında kapitalizmin ve sınıflı toplumların varlığını görmeyen, daha doğrusu görmek istemeyen, sorunu basit bir erkek-kadın çatışması olarak ele alan, temel çelişkiyi yok sayan feminist akımların nasıl gericileştiğinin bir göstergesi olmuştur 8 Mart. Sayıları sınırlı olsa da, bu akıma karşı mücadelenin küçümsenmemesi gerektiğini ortaya koymuştur.

Katılan diğer kurumlar ise, büyük çoğunluğu kendini sol/sosyalist olarak tanımlayan, ancak feminizan zihniyetle hareket eden reformist çevrelerdir. Devrim ve iktidar mücadelesinin dışına düşen, düzenin icazet alanına yerleşen bu akımların kadın sorununa bakışları da çarpık, cinsiyetçi ve sonuçta sorunu kadın-erkek çatışmasına indirgeyen bir tarzdadır.

Özel planda vurgulanması gereken ise, Kürt ulusal hareketi bünyesindeki kadınların tutumudur. Kitlenin içinde ezici çoğunluğu yurtsever kadınlar oluşturmaktadır. Ancak bu çarpık zihniyet onları da sarmış durumdadır. Dün mücadele içinde özgürleşen Kürt kadınları gelinen yerde teslimiyetçi platformun eklentisi haline getirilmişlerdir. Ve bugün alanlara binlerce Kürt kadını çıkabiliyorsa, bunun ‘90’larda devrimci bir çizgide gelişen Kürt özgürlük mücadelesi sayesinde olduğu çok çabuk unutulmuştur.

8 Mart tablosundan görüldüğü üzere, mitingi düzenleyenler, bu çarpık ve gerici anlayışlarını hayata geçirme cesaret ve gücünü işçi sınıfının ve devrimci hareketin zayıflığından almaktadırlar. Ancak bu, 8 Mart’ın tarihsel önemini ve mücadele geçmişini asla karartmamaktadır. “8 Mart kapitalizmde de ezilen bir cins olarak kalan kadının özgürlük ve eşitlik arayışını ve mücadelesini sembolize etmektedir ve onun tarihi uluslararası işçi hareketi ve sosyalizmin tarihi ile sıkı sıkıya bağlıdır.” (SY Kızıl Bayrak, sayı: 9, 9 Mart ‘02, Başyazı)

Son 8 Mart’ın tablosu, kadın-erkek biz komünistlerin görev ve sorumluluklarının büyüklüğüne bir kez daha işaret etmektedir.

S. Umut



8 Mart’ın emekçi içeriğini boşaltma çabaları

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü çeşitli etkinlik, yürüyüş ve mitinglerle kutlandı. Kutlamalar yaygın olmakla beraber içerik yönünden zayıf geçti. Ekonomik-sosyal yıkım saldırıları, demokratik hakların gaspı, faşist devlet terörü, tensikatlar, örgütsüzleştirme saldırılarına ek olarak emperyalist savaşın kapıya dayandığı koşullarda kutlanan 8 Mart’ın daha politik, coşkulu ve emperyalist savaş karşıtı bir atmosferde geçmesi beklenirdi. Oysa başta İstanbul olmak üzere birçok kentteki etkinlik beklenenin gerisinde gerçekleşti.

Düzen cephesi ise, önceki yıllara göre 8 Mart’a daha hazırlıklı girdi. Düzenledikleri etkinlikler bir hafta boyunca devam etti. Değişik dernek, kurum ve kuruluşlar “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” nedeniyle “zengin” programlar hazırlayıp icra ettiler. Bütün bu etkinliklerin ortak özelliği, 8 Mart’ı emekçi kimliğinden soyutlayarak içi boş bir kadınlar gününe dönüştürmekti.

Düzen cephesinin bu çabasına, düzene karşı mücadele yürütmeden sosyalist geçinmeye çalışan reformistlerle feministler de kendi cephelerinden hizmet ettiler. 8 Mart emekçi kadınlar gününü kadınlar günü olarak ilan etmek, işçi sınıfının mücadele tarihinde önemli bir yere sahip böylesi bir günde yapılan eylemlere erkeklerin katılmasına karşı çıkmak, sorunu kadın-erkek arasında yaşanan boyutuyla sınırlayarak olayın sınıfsal boyutunu göz ardı etmek vb... Bu çarpık burjuva anlayışın yarattığı atmosfer, işbirlikçi sermaye düzeninin 8 Mart’ın emekçi özüne saldırısına katkıda bulunmaktadır.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde, İstanbul Şişli Abide-i Hürriyet Meydanı’nda gerçekleşen eylemde tertip komitesinin sergilediği geri tutum, eyleme resmi kutlama havasının bulaşmasına neden olmuştur. Bu tertip komitesi, işi erkekleri alandan çıkarmaya çalışma noktasına vardırarak tam bir aymazlık içinde olduğunu göstermiştir. Oysa sermaye düzeni saldırılarını yaşama geçirirken cins ayrımı değil, sınıf ayrımı yapmaktadır. Kadınların çifte baskı altında olmalarının gerçek nedeni tam da bu sınıfsal baskıdır.

Sınıflı toplumlarda erkek egemen bir anlayışın geçerli olduğu, bu egemenliğe karşı da mücadele etmek gerektiği nesnel bir gerçekliktir. Ancak bu egemenliği kaynaklandığı maddi-toplumsal zeminden soyutlayarak ele alan bir anlayış, gerçekte kadının köleliğinin devam etmesine hizmet etmekten kurtulamaz. Bu yönüyle kadın haklarının tavizsiz savunucusu gibi görünenler, sorunu erkek düşmanlığı noktasına kadar vardırarak gerçekte erkek egemenliğinin devam etmesine katkıda bulunmuş oluyorlar. Zira sınıflı bir toplumda hiçbir toplumsal sorun sınıfsal zemininden soyutlanarak ele alındığında anlaşılamaz. Anlaşılamayınca da sorunun ortadan kalkması için doğru mücadele yol ve yöntemleri ortaya çıkartılıp hayata geçirilemez.

Kadını işte, evde, sosyal yaşamda ve diğer alanlarda kölelik zincirine mahkum eden, savaşlarda taciz ve tecavüze maruz bırakan, onu fuhuş sektörünün alınıp satılan metası haline getiren ve bu bataklığı gittikçe derinleştiren bir düzenin temsilcileri birden bire kadın hakları savunucusu kesildiler. Bu iki yüzlü manevra, başta emekçi kadınlar olmak üzere, tüm emekçilere karşı devam eden saldırıların bir parçası ve tamamlayıcısıdır.

Sermaye düzeni tarafından 8 Mart’ın emekçi niteliğine karşı girişilen saldırıyı ciddiye almak, işçi sınıfı ve emekçilerin devrimci mirasına bu bilinçle sahip çıkmak ihmal edilemez bir görevdir. Bu, başta sınıf devrimcileri olmak üzere bütün devrimci güçlerin ortak sorumluluğudur.

Emekçi kadınların gerçek kurtuluşu sosyalizmdedir!

M. Dicle



Feminizm yol değil, bir çıkmaz sokaktır!

Burjuva kadın hareketinin tarih sahnesine çıkışı 18. yüzyılın sonlarına, Fransız Devrimi’ne kadar dayanır. Devrim süreci boyunca kadınlar aile, toplum ve devlette tam hak eşitliği talepleriyle mücadele ederler. Ne var ki gelişen kapitalizm eski toplumu köklü bir biçimde altüst edememiştir; ilan edilen insan hakları kadın haklarını kapsamaz.

19. yüzyıl boyunca derinleşen ve belirginleşen sınıf çelişkileri, Avrupa’da yükselen devrimler, siyasal ve toplumsal mücadeleler, kadınlara hak eşitliği talebini yükselten çeşitli kadın gruplarını ortaya çıkartır. Bu gruplar kadınların kurtuluşunun yanında işçi ve emekçi kadının yaşam koşullarının düzeltilmesi için de talepler yükseltirler. Ne var ki bu talepler proleter bakış açısıyla değil, dar bir hümanizm çerçevesinden, işçi ve emekçi kadınları kendi kurtuluşları için mücadeleye çekmekten çok, uzaktan yardım eli uzatmakla sınırlanmıştır. Burjuvazinin devrimci bir sınıftan gerici bir sınıfa ve nihayetinde karşı-devrimci bir sınıfa dönüşmesiyle birlikte, burjuva kadın hareketinin talepleri de giderek daralır. Eski önyargılarla uzlaşarak, kendi sınıf çıkarlarını kadın cinsiyetinin hak eşitliğinin üzerine çıkarır.

Bir burjuva kadın hareketi olarak ortaya çıkan feminizm kendini, toplumda kadının yararlanacağı hakları çoğaltmak ve erkeğinkine eşit kılmak amacını güden bir düşünce akımı olarak tanımlıyor. Bu genel tanımlama çerçevesinde kadının erkeğin yararlandığı tüm sosyal, siyasal, hukuksal haklardan yararlanması talebini öne çıkaran feminist hareket, kendi içerisinde de ayrışmıştır. “Liberal feminizm” bu hareketin en ilkel biçimidir. İlk çıkışında kadının sadece sosyal alandaki konumunu kuvvetlendirmek için çalışan bu hareket, sonraları siyasal alanda hak arama mücadelesine de yönelir. “Sosyalist feministler” ise ilk kez kadının ezilmişliği kavramını tartışmaya başlarlar. “Marksist feministler” bu ezilmişliğin kaynağını sosyal yapıyı biçimlendiren üretim ilişkileri ve ataerkil aile yapısı olarak görürler. -60’larda yükselen diğer bir akım ise “radikal feminizm”dir. Bu akım “erkek egemen ideoloji” kavramını üretir. Kapitalizmin kadını ezmede ve sömürmedeki rolünü kabul eden bu akımın düzenle çelişkisinin esas nedeni, cinsiyetçi sömürünün varlığıdır.

Son 15 yılda feministlerin geliştirdiği bir diğer kavram ise “cinsiyetçilik”tir. “Cinsiyetçilik”, “20. yüzyıl ortalarında ortaya çıkmış, erkeklerin kadınlar üzerindeki egemenliğini ifade eden kavram” olarak tanımlanır. Onlara göre bu kavram “yalnızca bir egemenliği değil, erkeklerin kadınlar üzerindeki egemenliklerini yeniden kurmak için ellerindeki tüm kurumsal ve ideolojik olanakları (hukuk, siyaset, iktisat, ahlak, bilim, tıp, moda, kültür, eğitim, kitle iletişim araçları vb.), tıpkı kapitalizmin kendisini sürdürmek amacıyla kullandığı gibi, açıktan açığa ya da üstü örtülü bir biçimde kullanan bir sistemdir.”

Bilimsel temellere oturmuş bütünsel bir bakıştan yoksun feministler, kendi içlerinde farklılaşmalar barındırsalar da, temelde cinsiyetçilik noktasında birleşiyorlar. Hareket noktalarını bu kavram oluşturuyor. Kadının yaşadığı tüm sorunların erkek egemen ideolojiden kaynaklandığını düşündükleri için, kadının salt kendi cins kimliği üzerinden erkeğe karşı örgütlenmesini savunuyorlar.

Feminist düşünce bozuk düzenin çürük meyvasıdır

“Örgütlü kadın hakları savunculuğunun karşı-devrimci gücü, onun burjuva bayanları toplamasından gelmiyor, bilakis istekleri ve eylemleri, devrim için sınıfa karış sınıf mücadelesi yerine, burjuva düzenin reform edilmesi için, cinsiyetin cinsiyete karşı mücadelesine yoğunlaştırılan, geniş emekçi kadın kitleleri üzerindeki yanıltıcı, felç edici etkisinden geliyor.” (Clara Zetkin, Kadın Sorunu Üzerine Seçme Yazılar, s.105, İnter Yayınları)

Feminist hareketin düzenin yedeğine düşmesinin nedeni, kadın sorununa kaynaklık eden temel çelişkiyi görmezden gelmesidir. Temel çelişki sınıflı toplumların son aşaması olan kapitalizmdir. Kapitalizm cinsiyetçiliği, ataerkil aile düzenini yeniden ve yeniden üretir, derinleştirir. Dolayısıyla kadının özgürleşmesi de, ancak kapitalist sistemin yıkılıp sosyalist toplumsal düzenin kurulmasıyla maddi temellerine kavuşabilir.

Feminist hareket, kadın sorununun kaynağını kaba bir cinsiyetçiliğe indirgediği, bunun bir sonucu olarak tüm kadınları (erkek yoldaşlarından ayırarak) kendi sorunları etrafında örgütlemeye çalıştığı için gerici bir rol oynar. Sınıflar üstü bir kadın olamayacağı gibi sınıflar üstü bir kadın mücadelesi de yoktur. Bu nedenle feminist hareketin elde ettiği kısmi başarılar da, esas olarak mülk sahibi, sömürücü sınıfların ekonomik bakımdan özgür olan burjuva kadınlarına yaramaktadır.

Kadının kurtuluşu toplumun bir bütün olarak kurtuluşundan bağımsız düşünülemez.

“Kadın kurtuluş sürecini erkekten izole yaşayamaz. Fakat erkek de, salt kadının kendisini gerçekleştirmesi için ‘üstün’ konumundan vazgeçmek değil; kendi de hür iradesi dışında tutsak edildiği ‘cins klişesini’ kırıp, insanlaşma yolunu açmak zorundadır. Erkek görece ‘üstün’ konumuna rağmen, kadınla aynı derecede olumsuz bir cins imajına zincirlenmiştir. Bu olgudan hareketle, cinsiyetçi sömürünün işlevselliğini erkeğin kadın üzerinde kurduğu baskıda ve ordan sağladığı kazançta gören feminst yaklaşımı kırmak gerekir. Kadın sorununu gerçek içeriğine kavuştumak için, sorunu salt kadının özgül konum ve koşullarıyla tanımlayan feminist akımla ve feminizmden etkilenen diğer kuramlarla mücadele kaçınılmaz ve zorunludur.” (“Kadın Sorunu, Feminizm, Sosyalizm”, Ekimler, Sayı: 2, Eksen Yayıncılık)

M. Uğur



İzmir’den eylemler...

“3 kapı-3 kilit açılsın, ölümler durdurulsun!”

İzmir İHD tarafından, Ölüm Orucu Direnişi’nin 513. gününde, Konak Sümerbank önünde bir basın açıklaması yapıldı. 16 Mart günü gerçekleşen eyleme yaklaşık 80 kişi katıldı. İHD pankartının açıldığı eylemde tutsak aileleri Ölüm Orucu Direnişi’nde ve 19 Aralık katliamında şehit düşen devrimci tutsakların isimlerinin yazılı olduğu dövizler taşıdılar.

Basın açıklamasını okuyan İHD İzmir Şube YK üyesi Mihriban Karakaya şunları söyledi: “20 Ekim 2000 tarihinde cezaevlerinde tecrit ve yalnızlaştırmaya karşı başlayan, ülkeyi 513 gündür ‘ölüm iklimi’ havasına sokan ve bugün itibarıyla 87 canın yitirilmesine yol açan ağır süreç ne yazık ki hala en can yakıcı bir şekilde devam ediyor. Bu konuda hukuka ve insan haklarına uygun vereceğiniz tek bir yanıt yoktur. Evet, siyasi iktidara tecriti kaldırması için bir kez daha sesleniyoruz: Tecriti kaldırın! Üç kapı, üç kilit açılsın ölümler durdurulsun!”

Saygı duruşuyla başlayan eylemde, “Gazi, Halepçe, Beyazıt unutmadık!”, “Faşizme karşı omuz omuza!”, “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek!”, “Anaların öfkesi katilleri boğacak!”, “F tipi ölüm istemiyoruz!”, “İçerde dışarda hücreleri parçala!” vb. sloganları atıldı.

Ayrıca, DHKP-C dava tutsağı Doğan Tokmak’ın Ölüm Orucu Direnişi’nin 287. gününde şehit düşmesi üzerine, 18 Mart günü İHD önünde sessiz oturma eylemi yapıldı.

BES’in bankaların özelleştirilmesine karşı eylemi

Kamu bankalarının özelleştirilmesi saldırısına karşı BES tarafından yapılan eylemlerden ilki 15 Mart günü Konak Sümerbank önünde gerçekleştirildi. Yapılan açıklamada, banka çalışanlarının özel hukuk hükümlerine göre çalışmak istemedikleri için, bankacılık meslekleri ellerinden alınarak Genel Müdürlük emrine, oradan da personel daire başkanlığına gönderilmesinin amaçlandığı söylendi.

20 Mart günü Konak Meydanı’ndaki Ziraat Bankası önünde bir eylem daha yapıldı. BES İzmir Şube Başkanı yaptığı açıklamada; “Özelleştirme kanunları çıkartan hükümeti ve çalıştıkları bankaları batırarak kamu bankaları ortak yönetimine getirilen hortumcu yöneticileri istifaya çağırıyoruz” dedi. Eylemde “İMF defol bu memleket bizim!”, “Zafer direnen emekçinin olacak!”, “Direne direne kazanacağız!” vb. sloganlar atıldı.

Tutsak yakınlarının basın açıklaması

Halen Yeşilyurt Devlet Hastanesi’nde Ölüm Orucu Direnişi’ni sürdüren Alaattin Karadağ ve Kazım Özer’in aileleri tarafından 16 Mart günü İzmir İHD’de bir basın açıklaması yapıldı. Basın açıklaması metni Alaattin Karadağ’ın abisi Abdullah Karadağ tarafından okundu. Açıklamada, “Yeni iki ölüm haberi ile yine yüreklerimiz yangın yeri oldu. 20 Ekim 2000 tarihinden itibaren süren bu acıların artık son bulması ve yeni canların yanmaması tek dileğimizdir.” denildi. Kardeşinin Ölüm Orucu’nun 231. gününde, Kazım Özer’in ise 176. gününde olduğunu belirten Abdullah Karadağ, sözlerini şöyle sürdürdü: “Ölüm Orucunun kritik günlerinde olan, yürüyemeyen, ihtiyaçlarını karşılayamayan, ışığa ve sese aşırı duyarlı hale gelen, sağlık durumu ciddi olan kardeşim Alaattin Karadağ’ın yaşamından endişe duymaktayız. Konunun hayatiyeti ve aciliyeti nedeniyle kamuoyunu bilgilendiriyor ve duyarlı olmaya çağırıyoruz.”

Cheney’in gelişi protesto edildi

ABD başkan yardımcısı Dick Cheney’in emperyalizmin savaş rüzgarlarına Türkiye’yi de katmak için yapacağı ziyaret üzerine TKP tarafından 17 Mart günü Konak Sümerbank önünde bir basın açıklaması yapıldı. Basın açıklamasına yaklaşık 200 kişi katıldı.

SY Kızıl Bayrak/İzmir