Bu yıl bir değil üç ayrı Newrozu bir arada yaşadık. Bunlardan ilki devletin resmi Nevruzuydu. İkincisi, teslimiyet çizgisinin ruhuna ve gereklerine uygun olarak içi boşaltılan ve Diyarbakır örneğinde görüldüğü gibi salt bir açıkhava konserine dönüştürülen Nevrozdu. Sonuncusu ise, daha çok kutlamalara izin verilmeyen İstanbul ve Mersin gibi kentlerde Kürt emekçilerinin inisiyatifi ve direnciyle gündeme gelen ve yılları bulan çabalara rağmen Kürt halkının özgürlük ateşinin sönmediğine, söndürülemediğine kanıt oluşturan gerçek Newrozdu. Resmi çevrelerin Nevruz soytarılığı Ulusal özgürlük mücadelesinin sürdüğü yıllarda Newroz kutlamalarının üzerine kan ve ateşle giden devlet, Türki Cumhuriyetlerle gelişen ilişkilerinin ardından, bir anda Newrozun gerçekte Nevruz, dolayısıyla beşbin yıllık Türk bayramı olduğunu keşfetti. O günden beri gerçek Newrozun baskı ve terörle engellenmesi ve olanaklı olduğu ölçüde içinin boşaltılması çabalarına, onun bir Türk bayramı olarak asimile edilmesi çabaları eşlik ediyor. Artık her Newrozda devlet illerde söz konusu ilin üst düzey devlet erkanının katıldığı, halkın ise farkında bile olmadığı resmi törenler düzenliyor. Bu resmi kutlamalarda ateşler yakılıp demirler dövülüyor, devlet yetkilileri arasında medyatik yumurta tokuşturma soytarılıkları sergileniyor. Newroz kuşkusuz salt Kürtlere özgü bir bayram değildir. Başta Kürtler olmak üzere bir kısım Ortadoğu halkları ile Orta Asya halklarının ortak bayramıdır. Genel planda Newroz onu kutlayan halklar için yeni yılın ilk günü anlamına gelmekte, baharın dirilişini ve canlanışını simgelemektedir. Ama öte yandan Newrozun, her bir halkın tarihinde ve yaşamında, bu tarih ve yaşamla sıkı sıkıya bağlantılı olarak kazandığı özel bir anlamı ve içeriği de vardır. Tarih boyunca hep ezilmiş, zorla köleleştirilmiş, haklarından yoksun bırakılmış Kürtler için bu, zulme ve köleliğe karşı isyan ve özgürlük anlamına gelmektedir. Nitekim Kürt kültüründe, Kürt mitolojisi ve söylencelerinde, buna uygun bir anlam ve içerik kazanmıştır. Zalim Dehak ve Demirci Kawa efsanesi bunu simgelemekte ve anlatmaktadır. Newrozu ulusal özgürlük ve eşitlik arayan Kürt halkının elinde kendisine kölece hükmedenlere karşı etkili bir silaha çeviren de budur. Aynı şekilde, Türk burjuvazisini, Newrozu zorla bastırmaya, mümkünse sıradan bir bahar bayramı olarak içini boşaltıp yozlaştırmaya ve nihayet Türk bayramı iddiasıyla kabaca gaspetmeye yönelten de budur. Türk burjuvazisi Newrozu gerçek Türk bayramı olarak sunarken, Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde bu bayramın kutlanıyor olmasını kendine dayanak olarak gösteriyor. Fakat bu sözde dayanağın üstü örtülemeyen temelden çürük yanı şudur: Orta Asya Türk halkları, onların yanı sıra İrani halklar, Afganlar, Beluciler ve başkaları, Newrozu kendi öz ulusal bayramları olarak benimsiyorlar ve ulusal ölçekte gerçekten kutluyorlar. Oysa Anadolu Türklerinin yaşamında böyle bir bayramı yoktur. Bu nedenledir ki, devletin resmi Nevruz soytarılıklarına Türk halk kitlelerinin herhangi bir ilgisi ve katılımı söz konusu değildir. Üstelik bu, devletin yıllardır özellikle Newrozu önceleyen günlerde Türk bayramı üzerine yürüttüğü tüm yoğun propagandaya rağmen böyledir. Bu çabanın Türk halkı üzerinde en ufak bir pratik etkisi olmamış, o Newrozu tümüyle kendi dışında, kendine yabancı bir gün olarak görmeye devam etmiştir. Kürtlerde ise durum tam tersinedir. Devlet yıllardır Newrozu Kürtlere unutturmaya, onların gündeminden çıkarmaya çalışıyor ve bunun için denenmedik yol bırakmıyor. Buna rağmen, zaman zaman acımasızlıkla uygulanan tüm baskı, terör ve engellemelere rağmen Kürtler her Newrozda geniş kitleler halinde kutlamalara katılıyorlar. Bu olgu, Anadolu coğrafyası üzerinde Newrozun gerçekte kime ait olduğuna, hangi halk için bir anlam ifade ettiğine en dolaysız ve kesin bir kaıt oluşturmaktadır. Teslimiyet çizgisinin izdüşümü: Diyarbakır kutlamaları Devletin Kürt halkının özgürlük simgesi olan Newrozu etkisizleştirmek için asıl çabası ve başarısı, Türk bayramı hokkabazlıklarında değil fakat daha başka bir yerdedir. Bunu görebilmek için bu yılın Newrozunda Diyarbakırda gerçekleşen sözde kutlamalara bakmak gerekir. Asıl başarı, ulusal özgürlük ve eşitlik talebi hala zorla bastırılan, en temel ulusal hakları hala kabaca inkar edilen bir halkın, buna rağmen karnaval havasında konserlere razı edilmesi, bunlarla avutulmasıdır. Kürt halkının Newrozu, tıpkı bugünkü Orta Asya halklarında olduğu gibi neşeli bir bahar bayramı olarak kutlamak yoluna gideceği bir tarihi dönem de elbet gelecektir. Fakat bu özgürlüğün kazanıldığı bir tarihi dönem olacaktır. Kürt halkı yazık ki bundan bugün henüz çok uzak. Ulusal köleliğin hala sürdüğü, ulusal inkarın ısrarla dayatıldığı bir tarihi evrede ve ortamda, Newroz günlerinde isyan ateşi yakmak ve özgürlük istemini haykırmak yerine Sezen Aksu şarkılarına eşlik ederek kendinden geçmek, Kürt halkının büyük fedakarlıklar pahasına ve zorlu mücadelelerle yarattığı değerlerin için boşaltmak, onu yeniden eski uysal ve uyumlu konumuna doğru itmek demektir. Kuşkusuz devlet bunu kendi öz çabasına değil, hemen tamamen İmralıda simgelenen teslimiyet çizgisine borçludur. Fakat üzerinde durulmayan temel önemde bir nokta var. İmralı dört dörtlük bir sınıf çizgisidir ve bu çizginin arkasında bugün bilinçli tercihi ve örgütlü gücüyle bizzat Kürt burjuvazisi durmaktadır. Diyarbakır gibi Kürt burjuvazisinin güçlü ve örgütlü olduğu, dahası Kürt halk kitleleri üzerinde de etkili bir ideolojik-politik denetim kurduğu bir kentte son bir kaç yıldır en yumuşak, en uysal ve uyumlu Nevroz gösterilerinin gerçekleşmesi tabiiki rastlantı değildir. İmralıda devletle gerçekleşen kucaklaşmanın sosyal-sınıfsal izdüşümü, en elle tutulur bir biçimde Diyarbakır üzerinden yansımaktadır. İstanbul ve Mersin: Kırılamayan direniş ruhu Fakat bu yılın Newroz kutlamaları teslimiyette ve dolayısıyla mücadeleyle yaratılmış değerlerin tahribatında katedilen mesafeye rağmen, Kürt halkının ulusal özgürlük istemi ve direncinin kırılamadığına da tanıklık etti. İstanbul ve Mersin gibi metropol konumundaki sanayi kentleri, uygulanan tüm baskı ve teröre rağmen, binlerce Kürt emekçisinin ve gencinin militan Newroz gösterilerine sahne oldu. Yüzlerce yaralıya ve geniş çaplı tutuklamalara rağmen bu gösterilerin kitlesel çapta ve saatler boyu sürmesi, bu yılın Newrozunun en önemli politik kazanımı sayılmalıdır. Bu gösteriler bir yandan devletin inkarcı, yasakçı ve terörist kimliğinin bir kez daha bütün açıklığıyla ortaya çıkmasına ve teşhir olmasına vesile olmuştur. Öte yandan ise Kürt halkının ulusal özgürlük istemlerine bağlılığına ve bu ğurda taşıdığı mücadele potansiyeline tanıklık etmiştir. Devletin bu kentlerde uyguladığı yasaklar olmasaydı, bu, belki de bu denli açık bir biçimde ortaya çıkmazdı. Fakat bu sonuç kendi başına, devletin bazı illerde kutlamalara yasak uygularken ters tepen bir dargörüşlülükle hareket ettiğini, tümüyle yanlış bir politik tercihte bulunduğunu göstermez. Devlet bazı kentlerde gösterilere izin verirken diğer bazılarında şu veya bu bahaneyle yasaklama yoluna gitmeyi, muhtemeldir ki kendisi için kolayca elde edilebilir bir kazanım saymıştır. İzin verilen kentlerin hatırına izin verilmeyen kentlerde yasağın sineye çekileceğini ummuştur. En kötü durumda, yasağa rağmen ortaya çıkacak gösteri girişimlerinin kolayca bastırılacağını ve bunun ona ayrıca bir avantaj sağlayacağını sanmıştır. Bütün bu tahmin, umut ya da sanıların sonuçta boşa çıkması, büyük kentlerin Kürt emekçilerinin taşıdığı ulusal direncin ve dinamizmin doğru değerlendirilemediğini ortaya koymaktadır. Fakat öte yandan, paradoksal görünse de, bu sanayi metropollerinde yasaklamalara gidilmesi, tam da sözünü ettiğimiz direncin ve dinamizmin bir ölçüde olsun görülebilmesinden geliyor. Devlet istediği çerçevede tutamayacağına kanaat getirdiği metropollerdeki kutlamaları yasaklama yoluna gitmeyi daha uygun bir tercih saymıştır. Ne de olsa İstanbul ve Mersin Diyarbakırdan temelden farklı kentlerdir; buralarda emekçiler üzerinde devletin işini kolaylaştıracak dolaysız bir Kürt burjuva sınıf denetimi kurmak kolay değil. Bir yanda Diyarbakır öte yanda İstanbul ve Mersinin iki ayrı örneğini oluşturduğu Newroz kutlamaları üzerine dikkatle düşünmek, bundan gerekli sonuçları çıkarmak güncel siyasal bir önem taşımaktadır. Bu Kürt ulusal hareketi bünyesinde, bugün henüz ayrışmamış ve netleşmemiş olmakla birlikte varlığından kuşku duyulmaması gereken temelden farklı iki eğilimin kavranmasında ve değerlendirilmesinde anahtar niteliğindedir. Bunu şimdilik kısaca ve kabaca, devrimci emekçi eğilimi ile Türk burjuvazisiyle bütünleşme yolunu tutan burjuva sınıf eğilimi olarak tanımlamakla yetinelim. |
|||||