02 Martt '02
Sayı: 08 (48)


  Kızıl Bayrak'tan
  İdam tartışmasının gizledikleri
  Emperyalist saldırganlığa karşı safları sıklaştıralım!
  Emperyalist savaşa ve sömürüye karşı 8 Mart’ta mücadele alanlarına!
  Sermaye iktidarı Türkiye’yi ABD emperyalizminin savaş arabasına koşuyor
  Dışarda saldırganlık ve savaş, içerde baskı ve terör
  TİS’lerde bir kez daha “hedeflenen enflasyon” aldatmacası
  Özelleştirme saldırısı tüm hızıyla sürüyor
  Karen Fogg olayı ve emperyalizmle ilişkilerin içyüzü
  Emekçi kadın ve savaş
  Bir anket deneyimi ışığında kadın...
  Sınıf çalışması ve kültür-sanat cephesi
  Ek mesailer ve sınıfa etkileri
  İzmir İHD’nin ÖO Direnişi etkinliği...
  YÖK yasası meclisten geri çekilsin talebiyle direnişe!
  Güney Kore’de görkemli işçi eylemi
  Filistin halkıyla dayanışmayı yükseltelim!
  Emperyalist saldırganlık örgütü NATO tahkim ediliyor
  Partili yoldaşlarımıza, devrimci yurtseverlere ve halkımıza açık çağrı!..
  Tasfiye ve karşıtına dönüşmede yeni bir boyut...
  İşçi sınıfının devrimci programı altında
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Onursuz bir yaşama boyun eğmek yerine dövüşerek ölmeyi tercih etmeliyiz...

İşçi sınıfının devrimci programı altında
birleşelim, savaşalım!

Sabahın ilk saatlerinde beyni uyuşturan, insanın içinde en ufak umut kırıntısı bile bırakmayan “Müslüm baba”, “Orhan abi”li arabesk müziğin dinletildiği servisten iniyorum. Önce koca bir ohh çekiyorum, kurtuldum diyorum.

Yanımda ağır adımlarla yürüyen yorgun bakışlı erkek ve kadın iş arkadaşlarım. Evet benim ilk günüm, onlara oranla daha hızlı yürüyorum, umutlu ve heyecanlıyım. Romanlardan okuduğum, büyük ustaların anlattığı işçi sınıfının içine giriyorum. Yüksek bir gürültüyle kocaman bir kapı açılıyor, birkaç adım sonra içerdeyim. Ortalık sessiz ve karanlık, boğucu bir hava var. Etraf temiz görünüyor. Soyunma odasına doğru ilerleyen arkadaşları takip ediyorum etrafımı süzerek. Sıkış sıkış giyiniyoruz, bana hemen bir dolap ayarlıyorlar. Bir yandan bitmeyen sorular... Sorular beni biraz kendime getiriyor. İçeri giriyoruz. Birden çok az ışık yayan lambalar yanıyor ve inanılmaz bir gürültü kulaklarımı çınlatıyor. Kendime güvenerek gittiğim yerde şimdi etrafıma bakıyor adeta kaçacak yer arıyorum. Çalışan makinalar beni &edil;ok korkutuyor, sanki üzerime geliyorlar, adım adım uzaklaşıyorum. Daha ilk 5 dakika, ama ben kokudan bayılabilirim. 15 dakikadan sonra önce gürültüye, sonra kokuya alışıyorum.

Tabii ki sadece o an için böyle oluyor. İlerleyen günlerde fabrikadaki yoğun boya kokusu (tiner, asit vb.) inanılmaz baş ağrılarına, mide bulantılarına neden oluyor. Bunların önüne geçilemez mi? Tabii ki geçilir. Patron cebinden para çıkmasın diye her gün vaazlar veriyor: “Bu koku kimseye zarar vermez, şimdiye kadar kimse zehirlenmedi” vb. saçmalıklar. Oysa biz o kokunun tenimize ve ciğerlerimize nasıl işlediğini, gerek baş ağrılarımızdan gerekse öksürüklerimizden anlayabilecek kapasiteye sahibiz. Yoğun bir tempoyla çalıştırılıyoruz. Ya üç kişinin yapacağı işi tek kişi ya da çok nadir iki kişi yapıyor, ya da makinanın ayarı yükseltilip malların daha hızlı gelmesi sağlanıyor. Bu da ayak tabanlarımızın şişmesine, halisünasyonlar görmemize, dolayısıyla psikolojimizin bozulmasına kadar birçok hasara neden olabiliyor. Yoğ çalıştırılmanın ardından mide bulandırıcı yemeklerimiz, asgari ücretin altında 105 milyon maaşımız, ne kadar acımasızca ve vahşice, insanlık dışı bir yöntemle sömürüldüğümüzün kanıtı olsa gerek. Oysa biliyoruz, bu iş bu koşullarda verem mikrobu gibi içimizi kemiriyor, gençliğimizin en güzel yıllarını alıp götürüyor, bizleri asosyalleştiriyor, makineleştiriyor ve her geçen gün ömrümüzden gün çalıyor. Yaşamın birçok güzelliğinin farkına dahi varamıyoruz, hayal bile kuramıyoruz, doyasıya sevemiyoruz, doyasıya gülemiyoruz... Lanetler yağdırıyoruz hayata, bazen ölümü bile düşünüyoruz. Kendimizi değersiz, hiçbir işe yaramayan insanlar olarak görüyoruz.

Oysa biraz düşünebilsek... Makinaların başında sen olmasan, ben olmasam o makinanın varlığı hiçbir işe yaramaz. O deriyi biz işlemesek derinin hiçbir anlamı kalmaz. Biz ellerimizle dünyayı yaratıyoruz, üretilen tüm zenginlikler bizim gibi işçilerin sayesinde. Kendimiz de dahil o çok değersiz gördüğümüz işçi sınfının eseri herşey... Elimizde tuttuğumuz kalem, saçımızı taradığımız tarak, giydiğimiz kazak, ellerimizi yıkadığımız sabun, herşey işçi sınıfının yani bizim ürünümüz. Peki bu nasıl bir çelişki böyle! Herşeyi yaratan işçiler açlık sınırında yaşarken, yaşamı yaratanlar hergün yaşamdan kovulurken, hiçbir işe yaramayan bir avuç asalak servetine servet katıyor. Üstelik oturduğu yerden. İşte kapitalizm bu! Oysa “Üreten biziz, yöneten de biz olmalıyız!” O gücüm&uul;z var. Yeter ki isteyelim. Tarih göstermiştir ki, insanlığın kurtuluşunun yegane gücüdür işçi sınıfı. İşçi sınıfı, yani sen, yani ben, evet biz, tüm insanlığın kurtuluşu bizim ellerimizde!

Ücretli kölelik düzenine hayır demenin zamanı geldi. Merak etme, fısıltılar çığlığa dönüşecek ve kalleş patronların suratında bir tokat gibi patlayacaktır. Bugün birileri bizim adımıza bedeller ödüyor, kim bunlar bir düşün? Bunlar kendilerini işçi sınfının ve ezilen halkların kurtuluşuna adayan ve bu uğurda ölümü göze alan insanlar. Onlar devlet tarafından tehlikeli görülüyor, F tipi hücrelere kapatılıyorlar. Kısaca onları öldürmeye çalışıyor devlet, çünkü korkuyor onlardan. Eğer onlar dışarıda olurlarsa işçi sınıfına kurtuluşun yolunu gösterecekler, bizlere doğruyu öğretecekler. Ve bizim sömürüye karşı birleşip mücadele etmemiz kapitalist düzenin sonu demektir. İşte bizim bu gücümüz korkutuyor devleti.

Devlet devrimci tutsakları F tipi hücrelere kapatarak onları yoketmeyi planlanıyor. İçerde büyük bir direniş var. Devrimciler inatla direniyorlar, işçi sınıfına doğru yolu göstereceğiz diyorlar. Zafer bizim olacak diyorlar. Yoldaşlarımızın omuzlarında büyük bir yük var, bu yükü hafifletmenin zamanıdır şimdi. Birileri gelip bizi kurtarmaz, bizi kurtaracak olan kendi ellerimizdir! Düşman güçlü, topları, tüfekleri, paralı katilleri, polisi var. Ama biz daha güçlü olabiliriz, çünkü bizim beynimiz, yüreğimiz ve bizi kurtuluşa götürecek olan biricik partimiz, işçi sınıfının ve devrimcilerin kanlarıyla her geçen gün daha da kızıllaşan bayrağımız var. Bu bayrak altında birleşip örgütlenirsek, hiçbirşey bize engel olamaz. Onursuz bir yaşamın savunucusu olmaktansa, bu sistemin pislikleriyle çürümektense, onlu bir işçi olarak düşmanımla dövüşerek ölmeyi tercih ederim. Şafakta zaferi göremesem de, bir işçi olarak üzerime düşeni yerine getirmenin rahatlığıyla çocuklarıma onurlu bir miras bırakmış olurum.

Yaşasın devrim ve sosyalizm
İşçi sınıfı savaşacak, sosyalizm kazanacak!

Komünist bir işçi/İzmir



Esenyurt’ta Nazım Hikmet şiir dinletisi...

“Güzel günler göreceğiz çocuklar...”

17 Şubat’ta Esenyurt İşçi Kültür Evi’nde komünist şair Nazım Hikmet anısına bir etkinlik düzenlendi. Nazım Hikmet’in şiirlerinden seçilmiş bir dinleti sunuldu.

Türkiye işçi sınıfının ve emekçilerinin sevdalarını, özlemlerini, kavgalarını sanatıyla yansıtan büyük bir devrimci şair Nazım Hikmet. 2002 yılının Nazım Hikmet yılı ilan edilmesinden sonra bir yandan burjuvazinin has sözcüleri, diğer yandan yeteneklerini burjuvazinin hizmetine sunmuş “sanatçılar”, Nazım Hikmet’in salt sanatçı yanını öne çıkarmaya ve bunun da içini boşaltmaya büyük bir özen gösteriyorlar. Onun komünist kimliğini ve sanatınını devrimci içeriğini görmemeye ve göstermemeye çalışarak, 100 yaşındaki koca şairi ehlileştirmeye çalışıyorlar.

Etkinliğimizin amacı, hem büyük şairi anmak, onun eserlerini işçi ve emekçilere tanıtmak, hem de burjuvazinin bu gerici kampanyasına yanıt vermekti. Seçilen ve etkinlikte kullanılan şiirler sayesinde, gerekli yanıt Nazım’ın kaleminden verilmiş oldu.

Etkinliğimiz “Güzel günler göreceğiz çocuklar” dizeleriyle tanınan ve umuda çağıran, güzel günlere inancı dillendiren Nikbinlik şiiriyle başladı. Hemen ardından sürgünden memleketteki oğlu Memed’e yazdığı mektup seslendirildi. “Hapiste yatacak olana bazı öğütler”, “Hapisten çıktıktan sonra”, “Henüz vakit varken gülüm”, “Taranta Babu’ya 7. mektup” okundu. Kapanış ise “Vatan haini” şiiriyle yapıldı. Şiirler arasında Nazım Hikmet’in dünyaya bakış açısını, kavga tutkusunu ifade eden kısa pasajlar sunuldu.

Etkinliğimize katılan Grup Eksen, Nazım Hikmet şiirlerinin bestelerinden oluşan bir çalışma hazırlamıştı. Şiirlerin okunmasının ardından bu besteleri seslendirdiler.

Etkinliğe 50 kişi katıldı. Sade olmasına rağmen program beğeni ile izlendi. Dinleyiciler Esenyurt İşçi Kültür Evi’nin şiir grubunun başarılı bir çalışma gerçekleştirmiş olduğunu dile getirdiler.

İşçi Kültür Evi çalışanları