02 Martt '02
Sayı: 08 (48)


  Kızıl Bayrak'tan
  İdam tartışmasının gizledikleri
  Emperyalist saldırganlığa karşı safları sıklaştıralım!
  Emperyalist savaşa ve sömürüye karşı 8 Mart’ta mücadele alanlarına!
  Sermaye iktidarı Türkiye’yi ABD emperyalizminin savaş arabasına koşuyor
  Dışarda saldırganlık ve savaş, içerde baskı ve terör
  TİS’lerde bir kez daha “hedeflenen enflasyon” aldatmacası
  Özelleştirme saldırısı tüm hızıyla sürüyor
  Karen Fogg olayı ve emperyalizmle ilişkilerin içyüzü
  Emekçi kadın ve savaş
  Bir anket deneyimi ışığında kadın...
  Sınıf çalışması ve kültür-sanat cephesi
  Ek mesailer ve sınıfa etkileri
  İzmir İHD’nin ÖO Direnişi etkinliği...
  YÖK yasası meclisten geri çekilsin talebiyle direnişe!
  Güney Kore’de görkemli işçi eylemi
  Filistin halkıyla dayanışmayı yükseltelim!
  Emperyalist saldırganlık örgütü NATO tahkim ediliyor
  Partili yoldaşlarımıza, devrimci yurtseverlere ve halkımıza açık çağrı!..
  Tasfiye ve karşıtına dönüşmede yeni bir boyut...
  İşçi sınıfının devrimci programı altında
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Karen Fogg olayı ve
emperyalizmle ilişkilerin içyüzü

A. Aydın

Fogg’un elektronik postalarının yayınlanması üzerine AB derhal harekete geçerek Türk devletini uyardı. Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Romano Prodi Başbakan Ecevit’i arayarak, AB Türkiye Temsilcisi Karen Fogg’un elektronik postalarının deşifre edilerek basına yansıtılmasından duydukları rahatsızlığı iletti. Avrupa Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Verheugen ise, AB’nin Türkiye temsilcisi Karen Fogg’un e-postalarının deşifre edilmesine ilişkin olarak Komisyon’un ‘sözlü notasını’ Türkiye’ye iletti.

AB Türkiye temsilcisi Fogg’un deşifre edilerek yayınlanan elektronik postalarının içeriği, özetle, Türkiye’nin içişlerine müdahaledir. Tam da bu nedenle, ne yeni, ne gizli ve ne de garipsenecek bir durumdur. AB’ye üyelik hayati bir sorunmuş gibi öne çıkarıldığından bu yana, AB, her gün Türkiye’nin düzeni üzerine görüş, eleştiri, uyarı yayınlamakta; Türk hükümeti de işini gücünü bırakmış, bu uyarılara “uygun” adım atmak için uğraşmaktadır. Bir yandan hükümet böyle canhıraş bir uğraşı içindeyken, diğer yandan da AB’nin uyarıları koalisyon partileri arasında süregiden bir sahte tartışma/sürtüşme konusu ediliyor. Ancak Fogg’un e-posta skandalı karşısındaki tutumlarının da gösterdiği gibi, ne hükümet partilerinde ve ne de devletin diğer temel kurumlarında empealist müdahale karşısında diklenecek en küçük bir ulusal onur yoktur. Bu baylar nezdinde ayıp ve suç olan Fogg’un faaliyetleri değil, bunların açığa çıkarılmasıdır. Bu nedenle Ecevit AB’den özür dilemiş, e-postaları yayımlayan Aydınlık’a da suçunun cezası olarak toplatma kararı çıkarılmıştır.

Aydınlık’ın emperyalizm karşıtlığı sahtecilikten öte yanıltıcıdır

Bu böyle olduğu halde, Aydınlık başta olmak üzere kimi çevrelerin yeni, hiç duyulmamış ve ilginç bir sorunu açığa çıkarmış havası yaratmaya çalışmaları gariptir. İşin daha da garip olan tarafı, Türkiye’nin emperyalizmle kölelik ilişkileri sanki AB ile başlayacak ve ilişki kesilirse bitecek gibi davranılmasıdır. Oysa Türkiye çoktan (AB’den çok önce) ABD emperyalizmine göbekten bağlanmış durumdadır. Müdahale ne kelime, iktidardaki Amerikan uşakları sayesinde ülke resmen Beyaz Saray’dan yönetilir hale getirilmiştir. Aydınlık açısından daha garip olanı, uşaklık payesini Cem vb. ile sınırlamaya, Türk devletini ise bir bütün olarak aklamaya çalışmasıdır. Aydınlık bunu sadece AB konusunda değil, özellikle ve sürekli biçimde ABD ile ilişkiler konusunda yapagelmektedir. Bu yüzden de Aydınlık’ın ABD (emperyalizm) karşlığı sahteciliğin ötesinde, emperyalizm ve bağımsızlık konularında yanıltıcı bir özellik taşımaktadır.

Karen Fogg meselesinde de Aydınlık, AB’den para yardımı alan sendikaları teşhir etmede Türk-İş’i alet ediyor. AB’nin para desteğini reddetmiş diye göklere çıkardığı Türk-İş’in neredeyse kurulduğundan bu yana CİA burslarından beslendiğini ise görmezlikten/bilmezlikten geliyor, ya da görülmediğini/bilinmediğini farzediyor.

Hem emperyalizmle kölelik ilişkilerine boğazına kadar batmış bir iktidarı savunmak, hem de anti-emperyalist geçinmeye çalışmak, görüleceği gibi hiç kolay değil. Aydınlık altına girdiği bu zor işte, MHP’ye fazlasıyla benzeşmeye başladı. Bilindiği gibi bu çok “milliyetçi” hükümet ortağı, bir yandan İMF ile ABD ile kölelik anlaşmalarına kayıtsız koşulsuz imza atarken, diğer yandan AB’nin müdahalelerine direniş gösterilerine girişmekte.

Hem MHP ve hem de Aydınlık’ın düştüğü bu traji-komik durum, emperyalizm karşıtlığının şovenlikle, milliyetçilikle mümkün olmadığını, olamayacağını göstermesi bakımından dikkate değerdir. Emperyalizmle kölelik ilişkilerinin mimarı ulusun siyasi temsilcisi burjuvazi olduğuna göre, kölelik ilişkilerine son vermek de burjuvazinin karşıtı/alternatifi bir sınıfa, işçi sınıfına düşmektedir.

Nitekim bu ülkede, İMF ile, ABD ile ve AB ile kölelik ilişkilerine karşı elle tutulur tek tepki işçi sınıfı ve emekçilerden gelmektedir. Yıllardır her işçi ve emekçi eyleminin ana gündemini İMF saldırıları, dolayısıyla emperyalist kölelik oluşturmuştur. Yoksa, Aydınlık’ın hayalini yaymaya çalıştığı gibi, ne ordu, ne sözde ulusal burjuvazi ve ne de başka bir kesim kölelik ilişkilerine bir itirazda bulunmuş değildir. Tam tersine, Türkiye’nin savunmasını Pentagon’a havale eden ordu, İMF programlarına en güçlü desteği veren de burjuvazidir.

Karen Fogg’u defetmek iş değil. Türk devleti AB’ye girme serüvenini sürdürdüğü müddetçe temsilcinin biri gider, diğeri gelir. Sen başını eğdiğin sürece mutlaka bir bastıran bulunacaktır. İş emperyalizmle kölelik ilişkilerine kökten son vermektir. Bunu başaracak olansa işçi sınıfının devrimci iktidar mücadelesinin zaferle taçlanmasıdır.



Petrol Ofisi bir kez daha yağma sofrasında...

Özelleştirme yağmasına karşı mücadeleye!

Yıllardır işçi ve emekçilere “KİT’lerin halkın malı” olduğu yalanı söylendi. Birbiri ardına özelleştirilen kamu kuruluşlarından biri de POAŞ. %49’luk hissesinin satılmasıyla POAŞ’ın büyük sermeye gruplarına, yani yerli ve yabancı tekellere peşkeş çekilmesi tamamlanacak.

POAŞ özelleştirmesi petrol ürünleri üretim ve dağıtım sektöründeki yeni düzenlemelerin bir parçası. Konuyla ilgili yeni bir yasanın hazırlıkları sürüyor. Bu yasayla birlikte Türkiye’de petrol dağıtımını üstlenen kamu kuruluşu POAŞ, petrol arama faaliyetlerini sürdüren MTA ve Türkiye Petrol Rafineleri Anonim Şirketi (TÜPRAŞ) hisse satışı yoluyla özelleştirilecek. POAŞ’ın %49’luk hissesinin satışı için ön teklifler alınmaya başlandı.

POAŞ 1941 yılında kuruldu. İkinci emperyalist paylaşım savaşı döneminde Türkiye’de faaliyet yürüten petrol tekellerinin hakimiyeti kırılarak, petrol ürünlerinin depolanması ve tek elden dağıtılması için oluşturuldu. POAŞ kurulduğu günden beri bünyesinde, Milli Savunma Bakanlığı ile NATO tesisleri (ANT) için oluşturulan birimler bulunduruyor.

1941 yılından beri sürekli büyüyen POAŞ bünyesinde 20 depolama tesisi, 20 hava ikmal ünitesi, 3 adet havaalanı petrol temini birimi, 2 adet madeni yağ harmanlama fabrikası, 5486 adet dağıtım bayii, 46 akaryakıt istasyonu bulunuyor. POAŞ’ta toplam çalışan sayısı ise 6165 kişi. Bunların 2796’sı sözleşmeli, 3369’u kadrolu. Yine POAŞ’a bağlı ANT tesislerinde 976 sözleşmeli personel, 1015 kadrolu işçi vardır. ANT’a bağlı 3 km petrol boru hattının çoğunluğu MSB (Milli Savunma Bakanlığı) ve NATO’ya aittir. Kurumun mülkiyetinde binden fazla bina, 57 ayrı yerde yüzbinlerce dönüm arazi, tesisler ve hava ikmal üniteleri vardır. Bu varlıkların toplam değeri 2000 yılı itibarıyla 4 milyar doların üzerindedir.

Tekellerin iştahını kabartan POAŞ’ın özelleştirilmesiyle ilgili ilk adım 1990 yılında atıldı ve kurum Özelleştirme İdare Başkanlığı’na bağlandı. Temmuz 1998’de %51’lik hissesi İş Bankası, Bayındır Holding, Park Holding, PÜAŞ ortak girişim grubuna, 1 milyar 160 milyon dolara satıldı. Gruplar satış sözleşmelerine uymayınca satış kararı geri alındı. İş Bankası ve Doğan Holding Grubu, Mart 2000 tarihinde en yüksek ihale bedeli 1 milyar 260 milyon dolar teklifle %51’lik hisseye sahip oldu. Satıldığı tarihte kurumun borsadaki değeri 8 milyar dolara yükselmişti. Yani %51’lik hissesinin değeri 4 milyar doların üstündeydi. Çevrilen dolaplar sonunda 1 milyar 260 milyon dolara satılmış oldu. Fiyat konusundaki bir başka çarpıcı gerçek daha vardır.. POAŞ’ın % 51’lik hissesinin satış bedeli bir yıllık net kârının bile altındadır. Satış fiyatı 1 milyar 260 milyon dolar olan kurun 1999 kârı 3.2 milyar dolardır.

Özelleştirilmesi gündeme geldikten sonra POAŞ’ın Türkiye’de pazar payı bilinçli bir biçimde sürekli daraltılarak, %65’ten %44’e düşürülmüştür.
Özelleştirmeye ve işten atılmalara karşı, kurumda örgütlü Petrol-İş Sendikası saldırıyı püskürtecek net bir tutum almamıştır. Tek yaptığı İdari Bölge Mahkemelerine dava açmak olmuştur. Sonucu baştan belli bu yönteme başvurarak mücadele eğilimi taşıyan işçileri eylemsizliğe itmiştir. 2500 işçinin bir günde kapının önüne konmasını ise sadece seyretmiştir.

Dünyada özelleştirmelere karşı işçi ve emekçiler giderek daha yaygın bir hareketlenme içindedir. Bu eylemlerde sendikaların önemli bir rol aldıkları görülmektedir. Oysa Türkiye’de sendikalar bundan kaçınmaktadırlar. Son günlerde Güney Kore’de özelleştirme saldırısına karşı 150 bin kamu işçisi genel grev başlatmıştır. Türkiye’de de mücadele yolu tutulmalıdır. KİT’lerde çalışan işçiler, sendika bürokratlarının barikatını aşarak, satış ve yağmaya karşı karşı mücadeleyi örgütlemek zorundadır. Sermaye devletinin saldırılarını püskürtmenin başka bir yolu yoktur.

Komünist bir işçi/İstanbul