ABD emperyalizmi 11 Eylül saldırılarını bahane ederek kapsamlı bir saldırganlık ve savaş politikası uygulamaya başladı. Saldırganlığın ilk hedefi Afganistandı. Afganistan emperyalizmin elindeki son teknoloji ürünü silah sistemleriyle yakılıp yıkıldı. Taliban rejimi devrildi. Ülkede emperyalizmin güdümünde bir yeni hükümet kuruldu. ABD emperyalizminin hedefinde şimdi Irak var. ABD 1991 Körfez Savaşında yarım bıraktığı işi tamamlamak, Ortadoğuya daha kalıcı bir biçimde yerleşmek, böylelikle de bölgedeki askeri-siyasal hegemonyasını güçlendirmek, buradaki çıkarlarını güvenceye almak için bir kez daha Saddam rejimini hedef seçmiş durumda. Iraka dönük bir saldırının olacağı artık kesinleşmiş bulunuyor. Şu an emperyalist cephede daha çok bunun yöntemi ve zamanlaması tartışılıyor. Saldırının hemen yarın mı yoksa 6 ay sonra mı gerçekleşeceği ise meselenin özünü değiştirmiyor. Emperyalist saldırganlığa karşı işçi ve emekçilerin tutumu Türkiyeli işçi ve emekçiler 11 Eylülden sonra ABD emperyalizmince geliştirilen uluslararası terörle mücadele kampanyasına uşakça destek sunan Türkiye burjuvazisinin tutumuna ortak olmadılar. Gerek ABD emperyalizminin gerçek kimliğini bir parça tanıyor olmanın avantajıyla, gerekse gündemde olan; tahrip edici sonuçlarını doğrudan yaşadıkları sömürü ve yıkım politikalarını en fazla ABD emperyalizmiyle özdeşleştirdikleri için, sermayenin savaş çığırtkanlığına prim vermediler. Fakat buna karşılık emperyalist saldırganlığa karşı işçi ve emekçi saflarından anlamlı bir tepki de yükselmedi. Dünyanın birçok ülkesinde ve bu arada bizzat emperyalist ülkelerde kitlesel savaş karşıtı eylemler gerçekleştirildi. Ancak Türkiye işçi ve emekçi hareketi aynı ölçüde güçlü bir tepki ortaya koyamadı. Elbette bu hiçbir şey yapılmadığı anlamına gelmiyor. Ses getirecek eylemler yapılmamış olsa da, ABD emperyalizminin kendisini desteklemeyen herkese savaş ilan ettiği, ağzından salyalar akıtarak saldıracak bir düşman aradığı ilk dönemde, Türkiyeli işçi ve emekçiler arasında da savaşa karşı belli bir duyarlılık gelişti. Afganistanın ilk hedef olarak seçildiği ve bu ülkeye dönük saldırının başladığı günlerde de bu kısmi duyarlılık devam etti. Düşüncelerini ifade etme fırsatı bulan işçilerin ezici bir çoğunluğu emperyalist saldırganlığın mahiyeti konusunda belli bir bilinç açıklığına sahip olduklarını gösteriyorlardı. Aşağıdaki sözler daha Afganistana dönük saldırı yeni gündeme girmişken işçilerle yapılan röportajlardan alındı. Asıl terörist ABDdir. Eylemin arkasından ABD kendi yapacağı saldırıları haklı göstermeye çalışıyor. En tehlikeli olan da bu. Ben devrimciyim, ben demokratım diyen herkes şu anda ABDnin hedefinde. ABD ve diğer emperyalist güçler Sovyetlere karşı oradaki (Afganistandaki) gerici güçleri kullandı. Bu gerici güçler daha sonra ABD politikalarına ters düştü. ABD sömürü ağını daha da genişletmek, Uzak Doğu ve Ortadoğudaki hakimiyetini pekiştirmek istiyor. Bu saldırıyla karşısındaki güçlere ve ezilen halklara gözdağı vermeye çalışıyor. O dönem gerçekleştirilen işçi-emekçi eylemlerinde, bir takım işçi toplantılarında ABD emperyalizminin saldırganlığı teşhir edildi. Bazı sendika ve konfederasyonlar konunun özünü pekala da anladıklarını gösteren bir takım açıklamalar yayınladılar. Fakat Afganistana dönük emperyalist saldırı çok fazla bir zaman geçmeden işçi ve emekçilerin gündeminden düştü. Bu konudaki duyarlılık gözle görülür biçimde azaldı. Duyarlılığın giderek zayıflamasının gerisinde düzenin bu konudaki yoğun ve çok yönlü psikolojik etkileme çabasının özel bir rolü olduğu tartışmasızdır. Nitekim emperyalist saldırganlığa karşı duyarlılık aylar geçtikçe, sadece Türkiyede değil bütün dünyada hissedilir ölçüde geriletilmiştir. Öte yandan duyarlılığın nispeten güçlü olduğu dönemde yaşanan eylemsizlik ve tepkisizlik ise doğrudan doğruya sınıf hareketinin daha temel sorunlarıyla bağlantılıdır. Emperyalist savaşa ve saldırganlığa karşı eylemsizlik, tıpkı sömürü ve yıkım politikalarına karşı eylemsizlik sorununda olduğu gibi, sınıf ve emekçi hareketinin bilinç ve örgütlenme düzeyiyle ilgilidir. İşçi ve emekçi yığınların maruz kaldıkları sömürü ve yıkım politikalarına karşı belli bir öfke ve hoşnutsuzluk içinde bulunduklarını, fakat bu tepkinin akıtılacağı bir mücadele kanalı yaratılamadığı ölçüde çaresizlik ve güvensizlik içinde bekleyişe itildiklerini sürekli vurguluyoruz. Sınıf ve emekçi hareketinin bunun için gerekli örgütsel araçları yaratamadığını, sendikal bürokrasinin denetimini kıramadığını söylüyoruz. Gereksiz yinelemelerden kaçınarak söyleyecek olursak, emperyalist savaş ve saldırganlığa karşı hareketsizliğin gerisinde de sınıf ve emekçi hareketinin aynı sorunları yatmaktadır. Iraka saldırı işçi ve emekçileri doğrudan ilgilendirmektedir Iraka dönük bir emperyalist saldırı Türkiyeli işçi ve emekçileri Afganistan örneğinde yaşanandan çok daha somut ve derinden etkileyecektir. Buna kuşku yok. Tarihsel bağımlılık ilişkilerinin genel çerçevesi kadar güncel ekonomik kriz ve İMF kıskacı, tüm sızlanmalarına ve aksi yöndeki temennilerine karşın sonuçta onları ABDnin iradesine boyun eğmeye sürüklemektedir. Genel uluslararası güç dengeleri ve başka bazı gelişmeler ABDyi Iraka yönelik bir savaştan alıkoyamazsa eğer, Türkiye bu savaşın ana saldırı üssü olmakla kalmayacak, Türk ordusu da Güney Kürdistan sorununu bahane ederek ABD emperyalizminin hizmetinde bu savaşa bizzat katılacaktır. (Ekim, sayı: 227, başyazı) Bir ülkenin doğrudan doğruya sıcak savaş içine girmesi o ülkedeki işçi ve emekçiler için tümüyle yeni bir durumdur. Hele ki bu savaşa ülkenin ve halkın işgale karşı savunulması türünden meşru görülebilecek bir nedenle değil de emperyalizmle uşaklık ilişkilerinin bir gereği olarak giriliyorsa, bu çok daha özel bir durumdur. Kaybedecek zaman yok Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri şimdi tam da böyle bir durumun arifesindedir. İşçi ve emekçiler bu savaşa karşı olumlu ya da olumsuz bir tutum almak durumunda kalacaklardır. Irak söz konusu olduğunda, Afganistana dönük saldırganlık karşısında olduğu gibi, kayıtsız bir tutumla sorunu geçiştirmek mümkün değildir. Herşeyden önce bunun zemini kalmamıştır. Artık sözkonusu olan nispeten uzak bir coğrafyada yaşayan bir halkın maruz kaldığı emperyalist saldırganlığa tepki göstermek değildir. Savaş kapıdadır ve eğer işçi ve emekçilerin örgütlü mücadelesiyle önlenmezse, kaçınılmaz bir biçimde onları da içine çekecektir. Türkiyeli işçi ve emekçilerin önünde emperyalist saldırganlığa ve gene emperyalizmin dayattığı sömürü ve yıkım politikalarına karşı güçlü bir mücadele odağı yaratma sorumluluğu durmaktadır. Bu sadece kendi sınıfımıza ve çocuklarımıza karşı değil, saldırganlığın tehdidi altındaki bütün dünya halklarına karşı da bir sorumluluktur. O halde emperyalist savaş ve sömürüye karşı her alanda örgütlenmek, devrimci sınıf partisinin bayrağı altında safları sıklaştırmak, bu sorumluluğu yerine getirme yolundaki en öncelikli görevimizdir. |
|||||